Şemseddin Sami

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat


Скачать книгу

de başka çocuklar gelinceye kadar biz iki üç defa dersimizi okurduk, sonra tenhada tatlı tatlı konuşmaya başlardık. Ah Rıfat Bey’le yalnız konuşmayı ne kadar severdim! Başka çocuklar olduğu vakitte, birisi Rıfat Bey’e bir söz söyleseydi, Rıfat Bey başkasına bir baksaydı, benim içim rahat etmezdi; merakım kalkardı. Cuma günleri gâh Rıfat Bey bana ve gâh ben Rıfat Bey’e gidip bütün gündüzü beraber geçirirdik.”

      GÖNÜLDEKİ SIRRIN AÇIĞA ÇIKMASI

      Bir cuma günü Rıfat Bey bana gelmişti. Peder de evde bulundu. Rıfat Bey gitti pederimin elini öptü. Peder ne okuduğunu, yazdığını sordu, anladı. Onun güzel hareketini, güzel söylemesini pek çok beğendi, tahsin etti. Rıfat Bey gittikten sonra, akşam, odaya girdim; baktım ki babam anamla konuşuyorlardı ve bir çocuğu methediyorlardı. Anladım ki Rıfat Bey’i methediyorlar, gönlüm tiz tiz vurmaya başladı. Kızardım, sarardım, nihayet oturdum; işitiyorum ki şu konuşmayı ederler. Babam diyor:

      “Ah pek güzel çocuk, pek uslu çocuk Allah’a emanet! Öyle babadan öyle çocuk kim umardı? Ah biçare çocukcağız, kim bilir o da o uğursuz babadan ne çekiyor!”

      “Babası öyle bir musibet midir? Ah zavallı Kâmile ah!.. Ah biçare kadıncağız! O kadar iyi kadın, o kadar uslu kadın… O kadar akıllı, o kadar güzel, elmas parçası gibi zavallı da öyle bir hayırsız kocası olsun! Vah vah vah!.. Çok keder ettim, çok acıdım biçare Kâmile’ye.”

      “Aa, çok hayırsız, pek berbat bir heriftir; gece gündüz sarhoş, müsrif, kumarbaz, hasılı her fenalık üzerinde. Pederinden şu kadar mal buldu, karısından da aldı; hepsini yedi, bozdu. Biraz şey kalmışmış evde karısının sayesinde. Dün kahvede işittim, karısı keseyi almış da kocasına her gün belirli bir şey verirmiş ama geçmiş ola, şimdi bir şey kalmadı ki… Bir de o kadar iyi karısı var. Aaa… Belli… Çocuğuna baksana, terbiye elbette validesindendir. Ah biçare, o çocukla teselli bulur, Allah bağışlasın!”

      “Ha, onun için biçare Kâmile bakarsın ki şimdi güler, söyler, lakırtı eder; bir de ansızın bir hüzün ve keder perdesi yüzüne çekilir, düşünmeye dalar. O kırmızı yanaklarında, dudaklarında bir beyaz renk peyda olur, gözlerini bir yere dikip kımıldatmaz, bir şey sorsan da cevap vermez… Ah zavallı!.. Ben çok defa merak etmiştim Kâmile Hanım’ın bu kederini… Vah vah! Lakin bak ne namuslu kadın! Benimle çok teklifsiz konuşur da bir defa kocasından şikâyet etmemiş! Buna ne dersin? Öyle namuslu olmayaydı iş kolay; evlendiği günün ertesi feraceyi alıp babasına giderdi, nasıl ki halkın çoğu yapar, lakin onu kabul edemez: Namusu var, tabiatı öyle alçak değil, onun için o uğursuz çapkının cefalarını çeker. Allah koruya! Allah koruya! Namuslu karı da çapkın kocası olsun, fena kocası olsun, işte onun cehennemi! Ah biçare biz karılar!.. Bizi hiç insan sırasına koymazlar! Babalarımızın istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler; o adamların tabiatını sormazlar; biz o adamlarla geçinecek miyiz orasını hiç düşünmezler. Bize bir defa ‘Filan adamı koca ister misin?’ yahut ‘Kimi koca istersin?’ diye bir sormak yok. Bize derler: ‘İşte seni filan adama vereceğiz.’ Biz sükût ederiz ama gönlümüz ne der? Ya Rabbi, babamın bu söylediği efendi genç olsun, güzel olsun, iyi tabiatlı olsun. Gerçekten bazı defa öyle çıkar; lakin bazı kere de bütün bütün zıddına… Gider bakarız ki, bize koca olacak adam altmış yaşında yahut bir gözden kör yahut burunsuz yahut sarhoş yahut ahmak… Ah siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın bir gözü biraz şaşı olsa yahut ayağı azıcık topal olsa biçare evlenmeksizin ihtiyar gider; kimse almaya tenezzül etmez. Amma sizin en fenası, en uğursuzu, en sakatı bakarsın ki kızların en güzelini, uslusunu alır da biçareyi esir eder.”

      Babam da anamın bu sözlerine cevap verir. Nihayet bir iki saat bunun üzerine konuştuktan sonra babam bana dedi ki:

      “Kızım şu çocuğun adı nedir?”

      “Rıfat Bey.” dedim. Ama bu adı söylerken yüzümde ne renkler peyda oldu, bir Allah bilir! Hem de sesim bir türlü titriyordu, kesiliyordu ki ancak üç dört defa söyledim de babam işitebildi.

      “Derste nasıl? O senden iyi okur değil mi?”

      “Yok, bir dersteyiz, beraber okuyoruz; bizden iyi bilen yok. Hem de çok usludur. Hiçbir vakit biz ikimiz hocayı kızdırmayız; birbirimizle çok sevişiriz. Dersi birlikte okuruz.”

      “Sevişiyorsunuz! Sen onu seviyorsun demek olur.”

      “Evet, çok severim.”

      Babam: “Öyle mi? Maşallah, hiç, bir kız bir çocuğu severim diyebilir mi? Yoksa şimdiden koca mı istiyorsun? Hakkın var a, çünkü sen de ananı dinliyorsun ki öyle diyor: ‘Kız bir güzel beğenmeli, almalı.’ İşte, ananın düşüncesi bu; sen de öyle yapıyorsun, değil mi?”

      Ben babamın bu sözünü işittiğim gibi, belime dek pancar kesildim, ter içinde kaldım; ne diyeceğimi bilemedim. Anam beni bu hâlde gördüğü gibi, pederime “Aaaa, bırak şimdi Allah aşkına! Kızımı utandırdın. Niçin sevmeyecek? Beraber mektebe giderler, beraber okurlar da sevmesin mi?.. O zaman hasetçi bir kız, fena bir kız olacak.” diyerek benim yanıma geldi ve beni okşayarak, öperek “Yok kızım yok, sen utanma, baban seni kızdırmak için söyler. Sen mektepteki arkadaşlarını sevmelisin; kız olsun, oğlan olsun, hiçbir zararı yoktur.” dedi.

      Ben anamın bu sözlerinden biraz teselli oldum ise de pederimin yüzüne bakmaya cesaret edemem, anamdan da utanırım, gözlerimi dizime dikip dururum; babam anam da sükût ederler. Biraz sonra, yavaş yavaş kalkıp gözlerimi kımıldatmaksızın savuştum. Kapıdan çıktığım gibi o utanmadan kurtuldumsa da gayriihtiyari gözyaşlarını dökülüp hüngür hüngür ağlayarak dadıma gittim.

      Dadım ihtiyar bir kadındı. Beni çok severdi. Ağladığımı gördüğü gibi “A kızım, ne oldu, ne var; baban bir şey mi söyledi sana? Hiç böyle olduğun yoktur. Gel bana, ağlama, gözlerini sil. Söyle bana şimdi, ne oldu? Yoksa bir şeyden mi korktun?” diyerek beni kucağına aldı.

      “Ah dadı, babam bana neler söyledi!.. Sen işiteydin sen de ağlayacaktın. Baksana terime…”

      “Vah vah, kızım terlemiş! Kurban olsun dadı sana! E, ne söyledi efendi baba bakalım?”

      “Ne söyleyecek, iftira attı! Bugün Rıfat Bey’i, buraya gelen çocuğu gördüm; işte onun sözü açıldı. Ben ‘Onunla sevişiriz.’ dedim; hem gerçek dadı, sevişiriz. Hele ben onu pek çok severim; işte ben söylerim ki, severim. Birini sevmek ayıp mı? O da beni sever. Evet, pekâlâ bilirim ki sever. Sevmeyeydi, her gün mektebe giderken niçin gelir de beni alır? Niçin ben dersi bilmediğim vakitte o öğretir? İşte o da beni sever, ben de onu severim; ama babam anlamaz. Sen şimdi aşka, sevdaya başladın, diyerek beni utandırdı.”

      Dadım, bu sözümü işittiği gibi, bir büyük kahkaha ile gülerek “E, baban fena mı söylemiş, bu aşk değil de nedir? Gidi seniii!.. Onun için yataktan kalkar kalkmaz mektebe koşuyorsun; ben zannederim ki derse hevesin vardır, meğer sen âşığını maşukunu görmek için gidersin. Cuma günü de ya sen onun evine ya o buraya gelecektir; bir gün görüşmeksizin duramazsınız. A, o seni sever haaaa!.. Oh, ne iyi, hem sevmek hem sevdiğin adamdan sevilmek! Ondan iyi şey dünyada yok. Aferin Salihacığım, güzel çocuk seçtin. O da seni sever a? Alacağım malacağım bir şey söylemiş mi sana?” der demez “Aaa dadı! Sen benimle gülmek istiyorsun, ne zannedersin? Yine ağlayayım mı? Yok yok, ben o kadar budala değilim… Gel, yatağımı yap, yatacağım; işte gözlerim kapanıyor.” diyerek nihayet dadımı kandırdım; yatağımı yaptı, yattım. Lakin uyku nerede? Bin türlü efkâr zihnime gelir geçer. Rıfat Bey ileki muhabbetimizin aşk olduğuna hâlâ inanmak istemem. Anamın, kızların evlenmesine dair akşam söylediği sözler dahi zihnimde kalmıştı. Evlenmeme düşleri kurmaya başladım, ama bir