boşlukta gezdiriyordu.
“Evet, nasıl gidiyor Benedict?” diye sordu Bayan Weldon.
Kuzen Benedict “Ah çok iyi, teşekkürler.” diye cevap verdi sersemlemiş bir vaziyette. “Ama keşke kıyıda olsaydık.”
“Orada ne arıyorsun?” diye sordu Kaptan Hull.
“Ben her zaman böcek ararım.”
“Fakat bilmiyor musun Benedict…” dedi Bayan Weldon, “Kaptan Hull gemisinde haşere barındırmayacak kadar titiz.”
Kaptan Hull gülümsedi ve “Bayan Weldon çok iltifatkâr. Yine de Pilgrim’de yaptığınız bu araştırmalarınızın başarıyla sonuçlanmaması ümidindeyim.” dedi.
Benedict, kompartımanlarda böceklerin cazip bulacağı bir şey bulunmadığının farkında olduğunu gösteren bir hareket yaptı.
Kaptan, “Ama yine de diyebilirim ki ambarda hamam böceği bulabilirsiniz. Sanırım hamam böcekleri ilginizi çekmiyordur.” dedi.
“İlgimi çekmiyor mudur?!” diye cevap veren Benedict hemen heyecanlanmıştı. “Virgil ve Horatius’un bedduasına uğrayan şey düz kanatlılar değil miydi? Periplaneta orientalis ve Amerikan kakerlak türleri ile akraba olup yaşadıkları yer…”
“Yaşadıkları değil istila ettikleri demeyi tercih ederim.” diyerek sözünü kesti Kaptan Hull.
Şaşkınlıktan donakalan Benedict, “Böcek bilimci olmadığınız belli beyefendi.” dedi.
“Ne yazık ki suçumu itiraf etmek zorundayım.” dedi kaptan gülümseyerek.
“Herkesin sizin ilgi alanınıza merak duymasını beklememelisiniz.” diyerek itiraz etti Bayan Weldon. “Peki Yeni Zelanda’da yaptığınız araştırmalarınızın sonuçlarından memnun musunuz?”
“Evet, evet…” dedi Benedict gönülsüz bir tereddütle. “Memnun olmadığımı söyleyemem. Cepkenli böcekgillerin Yeni Kaliforniya dışında görülmemiş bir türüne tesadüf ettiğim için çok mutlu oldum. Ama bilmeniz gerekir ki bir böcek bilimci her zaman koleksiyonuna yeni türler eklemek arzusundadır.”
Benedict konuşmaya devam ederken küçük Jack’le boğuşan Dingo onun üzerine atladı ve sırnaşmaya başladı. Fakat adam “Uzak dur seni hayvan!” diye bağırarak onu itti. Bunun üzerine küçük Jack, “Zavallı Dingo, cici köpek!” diye bağırdı ve yanına koşarak hayvanın başını küçük ellerinin arasına aldı.
“Hamam böceklerine olan ilginiz, köpeklere yok galiba.” dedi kaptan.
“Köpekleri sevmediğimden değil; bu hayvan beni hayal kırıklığına uğrattı.” diye cevap verdi Benedict.
“Ne demek istiyorsunuz?” dedi Bayan Weldon gülerek. “Bu hayvancağızı çift kanatlılarla veya zar kanatlılarla birlikte koleksiyonunuza eklemek istemezsiniz herhâlde.”
“Ah tabii ki hayır.” diye cevap verdi Benedict ciddiyetinden ödün vermeden. “Anladığım kadarıyla bu hayvan Batı Afrika kıyılarında bulunmuş. Belki sırtında Afrika’ya ait bir yarım kanatlıyla gelmiştir diye ümit ediyordum. Tüylerini defalarca aradım taradım ama bir tek hayvana bile rastlayamadım. Köpek beni hayal kırıklığına uğrattı.” diye ekledi kederle.
“Eğer bir şey bulsaydınız onu öldüreceğinizi ümit ediyorum.” dedi kaptan.
Benedict kaptanın yüzüne sessiz bir hayretle baktı bir süre. Sonra dedi ki:
“Sir John Franklin’in sizin meslekte tanınmış biri olduğunu biliyorsunuz zannediyorum beyefendi!”
“Evet, ne olmuş?”
“Çünkü Sir John en önemsiz böceğin dahi canına kıymazdı. Rivayet edilir ki bir keresinde bir sivrisinek tarafından gün boyu eziyet çekmiş. Nihayet böcek elinin üstüne konduğundaysa ‘Hadi uç bakalım minik yaratık. Dünya sana da bana da yetecek kadar büyük.’ diyerek ona üflemiş.”
“Anlattığınız bu minik anekdot Sir John Franklin’den çok daha eskidir. Aynı bu kelimelerle L. Sterne’ın Tristram Shandy kitabında Toby Amca’yla ilgili olarak anlatılır. Fakat bu hikâyede sivrisinek değil, sıradan bir sinektir.” dedi kaptan gülümseyerek.
“Peki Toby Amca bir böcek bilimci midir? Gerçekte de yaşamış mıdır?”
“Hayır.” diye cevap verdi kaptan. “Kendisi sadece bir roman karakteridir.”
Bunun üzerine Kuzen Benedict’in yüzünde bariz bir nefret ifadesi belirince Kaptan Hull ve Bayan Weldon kendilerini gülmekten alamadılar.
Bu konuşma, Kuzen Benedict’in her konuyu nihayet kendi gözde ilgi alanına getirmesindeki ısrara verilebilecek örneklerden sadece biriydi. Pilgrim doğu yönüne doğru monoton yolculuğuna devam ederken Benedict kendine yeni müritler bulmaya çalışıyordu. İlk önce Dick Sands’i ikna etmeye çalışsa da genç miçonun böcek bilimin gizemlerine ilgi duymadığını anlaması uzun sürmedi. Bunun üzerine dikkatini zencilere yöneltti. Ne var ki onları da ikna etmeyi başaramadı. Teker teker hepsini denemişti. Fakat Tom, Bat, Acteon ve Austin onun öğretilerine pek ilgi duymadılar. Nihayet geriye tek bir kişi kalmıştı ve bu kişi Herkül’dü. Meraklı doğa bilimci kılkuyrukgiller ile parazitler arasındaki farkı bilen gizli bir yetenek bulmuştu.
Böylece Herkül boş vakitlerinin önemli bir kısmını kın kanatlıları incelemeye ayırıyordu artık. Geyik böceği, uyuz sineği ve uğur böceklerinden oluşan geniş bir koleksiyonu incelemeye teşvik ediliyordu. Her ne kadar Benedict, en hassas ve kırılgan böceklerini Herkül’ün devasa ellerinde görmekten ürkse de kısa zaman sonra anladı ki bu adam çok uysaldı ve bu sayede sakarlığının önüne geçilebilirdi.
Böcek bilimi bu iki takipçisini oyalayadursun Bayan Weldon, Jack’i eğitmek için büyük çaba harcıyordu. Okuma yazma öğretme işini kendi üzerine almış, matematik öğretmeyi ise Dick Sands’e havale etmişti. Beş yaşında bir çocuğun eğlenerek öğrenmesinin daha hızlı sonuç vereceğini düşündüğünden sıradan okuma kitapları yerine bir tarafında harflerin yazılı olduğu küplerden faydalanıyordu. İlk önce küplerle bir kelime oluşturup Jack’e gösteriyor, sonra da aynı işlemi çocuğa yaptırıyordu. Çocuk bu şekilde çok hızlı ilerliyor, bu alıştırma için kompartımanda ve güvertede saatler harcıyordu. Üzerinde alfabedeki harfler dışında rakamlar da yazan yaklaşık elli küp vardı ve bu küpler matematik eğitimi için de kullanılıyordu. Bu icadı kadını fazlasıyla memnun etmişti.
Dokuzuncu günün sabahında ilginç olduğunu söyleyebileceğimiz bir hadise oldu. Jack güvertede yarı yatar bir vaziyette küpleriyle oynuyor, yaşlı Tom’u şaşırtmak için bir kelime oluşturuyordu. Çocuğun oyununa katılan ihtiyar, eliyle gözlerini kapatıyor ve kendisini şaşırtmak isteyen çocuğun yaptıklarını görmüyormuş gibi davranıyordu. İşte tam bu sırada çocuğun etrafında dolanan Dingo aniden durdu, sağ patisini kaldırdı ve kuyruğunu sallamaya başladı. Sonra “S” harfini ağzına aldı ve oradan uzaklaştı.
“Ama Dingo, harflerimi yememen lazım!” diye bağırdı çocuk. Bu sırada köpek küpü bırakmış, başka bir tane daha alıp ikisini yan yana koymuştu. Götürdüğü ikinci harfse “V” harfiydi. Bunu gören Jack öyle bir şaşkınlık çığlığı attı ki sadece annesi değil kaptan ve Dick de yanına koştu. Çocuğa ne olduğunu sorduklarında Dingo’nun okumayı bildiğini söyledi; en azından harfleri tanıdığı kesindi.
Dick Sands gülümsedi ve harfleri almak için eğildi. Bunu gören Dingo ise hırıldadı ve dişlerini gösterdi fakat miço hiç korkmadı ve harfleri alıp diğerlerinin yanına koydu. Ama köpek tekrar harflerin üzerine atıldı ve patilerini, sahiplenircesine üzerlerine koydu. Diğer harfleri görmemiş gibiydi.
“Çok