Ахмет Мидхат

Felatun Bey ile Rakım Efendi


Скачать книгу

efendim.”

      Felatun, “Tanışmamız Peder Efendi vasıtasıyla oldu. Kendilerini benden evvel tanıma şerefine nail olmuşlar. Sonra beni de getirip Mister Ziklas ile eşine takdim ettiler!”

      Mister Ziklas, “Evet! Bu iyiliklerinden dolayı Peder Efendi Hazretleri’ne nasıl teşekkür edeceğimizi bilememekteyiz.”

      Felatun, vakar ile tevazuyu bir araya getiren bir tavırla, “O sizin nezaketinizin gereğidir efendim.”

      Aradan bazı havai sözler geçtikten sonra Rakım, “Beyimiz müsaade buyurur musunuz? Biraz da derse bakalım mı?”

      Felatun, hâlâ mübarek tebessümünü devam ettirerek, “Hay hay! Hatta ben şimdi hanımları imtihan ediyordum.”

      Rakım, “Nasıl? Bari epeyce gelişmiş buldunuz mu?”

      Felatun hâlâ o mübarek tebessümüyle, “Hanımların zekâ ve gayretlerine söylenecek söz var mı? Fakat birader, ben bu derslerde bazı şeyler görüyorum da bir mana veremiyorum. Mesela şu elifbada, bu ‘pe, çe, je’ harfleri var mıydı? Biz mektepteyken ‘elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zal, rı, ze, sin, şın’ diye öğrendik. Bunları görmedik. Bunlara ne isim vermeli?”

      Can, “Evet, muallim efendi! Felatun Efendi öyle söyledi. Bizim zihnimiz karıştı.”

      Rakım, “Hayır efendim! Bunda zihin karıştıracak bir şey yok. Felatun Beyefendi daha iyi bilirler ama birdenbire zihinlerine gelmedi. Gerçi beyim, mektepte biz buyurduğunuz gibi okuduk ama bizim okuduğumuz elifba yalnız Arapça içindir. Türkçe için fazladan birkaç harfe ihtiyacımız vardır. Mesela ‘paşa, çavuş, müjde’ yazacağımız zaman nasıl yazarız! Elbette bu harflere muhtaç olmaz mıyız?”

      Meğerse Felatun Bey, evvelce bu harfleri gördüğü hâlde eski elifbada mevcut olmadığını düşündüğü için fırsat bulmuşken acemi İngilizlere biraz Felatunluk satmak istemiş. Bunun için öğretmenlerinin asla Türkçe bilmediğini ve böyle adamlara müracaat edilirse kızların hiçbir şey öğrenemeyecekleri gibi konulara değinerek henüz kim olduğunu bilmediği Rakım’ı bir güzel aşağılamış ve alaya almış. Ancak şimdi işin aslını öğrenince yüzü garip bir şekilde kızararak, “Evet, evet! Hakkınız var. Anladım!..” diye cevap verdi.

      Mister Ziklas, “Ben de böyle düşünmekteyim. Bizde Türkçe harfleri öğrenmek için bir risale var, onda da bu harfler mevcuttur.” dedi

      Felatun, “Benim de aklıma geldi efendim. Bir şüphem daha var ama arz etmek için Muallim Efendi Hazretleri’nin müsaadelerini isterim.”

      Rakım, “Estağfurullah efendim! Gayemiz hanımefendilerin istifade etmesidir. Şayet uygun bulurlarsa yaptığınız açıklamalardan biz de istifade ederiz!..”

      Felatun, “Estağfurullah efendim! Hatırıma gelen şu ki biz şu ‘be’yi görmüşsek de böyle ‘be, be, be’ler görmemişizdir. Hani ya demek isterim ki efendim böyle karışık şeyler ile hanımların zihinleri bozulmazsa daha iyi olurdu.”

      Margrit, “Öyle ama bu harfleri öğrenmeden heceleri birbirine nasıl bitiştirebiliriz? İşte babamın demin bahsettiği risale bizim yanımızdadır. Biz, hoca efendinin verdiği dersleri o risaleye uygun değil, ondan daha güzel bulmaktayız.” diyerek risaleyi açıp bahsi geçen harfleri gösterdiyse de Rakım ona fırsat bırakmayıp bir kalem alarak, “Efendim! Faraza ‘Mustafa’ yazacak olsak ‘mim, sad, tı, fe, ye’ diye yazmayız. Bunları mutlaka birbirine bağlayarak yazarız.” deyince Felatun bunun da farkına varmış ve bu defaki utancı, öncekini de geçmiştir.

      Amma yaptınız ha!.. Felatun’un harf ve heceleri bilmemesi söz konusu olabilir mi?

      Bilmiyor değildi fakat bazı adamlar vardır ki kendi bildikleri şeyleri nasıl öğrenmiş olduklarını bilmezler! Memleketimizdeki insanların çoğu böyledir. İşte Felatun Bey dahi bildiği şeyi nasıl öğrenmiş olduğunu bilmeyenlerdendi. Pek hayret etmeyiniz. Biz bir efendi gördük ki gerçekten kâtip ve güzel yazı yazan birisi olduğu hâlde; divani kırması7 olarak hepsi bir yerde ve birbirine bitişik surette yazdığı “bulunduğundan” kelimesinin o birleşik şeklinin vasfını, her yönüyle göstermek ve tarif etmekten âciz kaldı.

      Felatun Bey, düştüğü mahcubiyet üzerine daha fazla duramayıp biraz sonra kalktı gitti. Rakım ise bey gittikten sonra ne fazileti ne de cehaleti hakkında hiçbir şey konuşmadı. Yalnız kendi işiyle meşgul olmuştu. Fakat akşamüzeri oradan ayrılacağı sırada, kızlar ile valideleri ve pederleri bir aradayken Rakım, “Efendim, böyle haftada bir verilen dersi hanımlar için az ve bana gösterdiğiniz lütfu ise hizmetime nispetle çok görüyorum. Rica ederim dersleri haftada iki defaya çıkarmaya müsaade buyurunuz.” demiş ve bu ricası büyük bir memnuniyetle kabul edilmişti.

      Bir ay içinde Rakım Efendi’nin Mister Ziklas’ın evinde kazandığı itibarın derecesini öğrenmek ister misiniz? O kadar ki Rakım, aile içinde sadece hoca sıfatıyla kabul edilmezdi. Belki bir aile dostu, ırz ehli, edip, alçak gönüllü bir âlim, kâmil bir kişi olarak görülmüş ve ona göre davranılmıştı.

      O akşam Rakım, biraz erkence döndü ve evinde fevkalade bir şey gördü. Gördüğü şey ise Canan’ın orada bulunmamasıydı.

      Rakım, “Dadı! Canan nerede?” diye sordu.

      Fedayi, “Buradadır, beyim!” diye cevap verdi.

      “Buranın neresinde? İşte evimiz üç oda bir sofadan ibaret, her yere baktım yok.”

      Fedayi biraz bozuldu, “Buradadır beyim. Şimdi gelir.”

      “Canım neredeyse söyle. Söylenmeyecek bir yerde bile olsa söyle. Benden saklı bir işiniz var diye hakkınızda şüphede mi bulunayım?”

      “Vallahi beyim biz bu işi senden gizli yapmaya karar vermiştik ama hata etmişiz.”

      Rakım telaşla sorar, “Ne oldu canım?”

      “Bir şey olduğu yok. Komşumuz… Beyefendi cariyelerine piyano öğretmek üzere bir madam tutmuş. Biz de heveslendik. Sana söylersek izin vermezsin diye korktuk da!..”

      Rakım öfkeyle, “Evet dadıcığım! İzin vermezdim. Hâlâ da iznim yoktur. Canan piyano öğrenme hevesine düşmüşse hiçbir arzumuzu geri çevirmeyen Cenabıhak bu isteğimizin yerine gelmesi için de kolaylık gösterir. Sana fikrimi doğrudan doğruya söyleyeyim mi? Sen yanında olmadıktan sonra Canan’ın sokak kapısından dışarı çıkmasına bile razı değilim. Sen yanında olduktan sonra nereye istersen al götür. Dünyanın hâli acayiptir. Sonra kıza verdiğimiz terbiyeyi kabul ettiremezsek yazık etmiş oluruz.” dedi.

      Biçare Rakım bu sözleri öyle edebî, uygun bir dil ve eda ile söyledi ki anlatmak istediği fikri Fedayi fazlasıyla anladı. Aradan yarım saat kadar zaman geçtikten sonra Canan da geldi. Beyi eve gelmiş bulunca huzuruna çıktı. Korkudan titriyordu. Rakım, sert bir söz söyleyecek olsa kıza âdeta bir fenalık geleceğini hâlinden anlamıştı.

      “Gel bakalım Canan. Gel, korkma yavrum. İşte ben dadıma tembih ettim. Bundan sonra nereye gitmek isterseniz beraber gitmeye izinlisiniz fakat dadım olmayınca kapıdan dışarıya çıkmana bile rızam yoktur. Sen piyanoya mı heves ettin kuzum? Ben sana piyano alırım. Ben de buraya senin için bir öğretmen getirtebilirim.”

      Zavallı kızcağız, efendisinin kendisini tekdir etmediğini ve piyano alacağını da vadettiğini görünce sevincinden efendisinin boynuna sarılacağı geldi. Bu inayete teşekkür edecek oldu ancak Türkçeyi henüz güzel konuşamadığı için söyleyeceği söz ağzında kaldı.

      Bundan sonra Rakım kendisini, bir piyano ile piyano hocası bulmaya mecbur hissediyordu. Her akşam eve gelip de Canan’ın yüzünü görünce kızın çehresi sanki, “Hani ya vaadin?”