Ахмет Мидхат

Felatun Bey ile Rakım Efendi


Скачать книгу

bu havaların Rakım’ı memnun edeceğini düşünürken onun hüzünlendiğini görünce şaşırdılar. Öyle ki sebebini sormaya mecbur kaldılar. Rakım, “Aman, benim çocuk ruhlu olduğumu bilmez misiniz?” diye kendisini savunmak istediyse de kimisi bu durumu Rakım’ın bir aşk ateşiyle yandığına, kimisi de başka şeylere yorunca Rakım, “Hayır efendim, hayır! Gönlüm gerçi pek hassastır ancak henüz kimseye tutulmuş değildir. İşin içinde başka iş var. Bir cariyem vardır ki piyano çalmaya merak sarmış. Bir beyin evine gelen öğretmenden sair cariyelerle beraber ders almaya gidermiş. Henüz acemi, henüz hayata dair bir şey bildiği yok. Böyle bir kızı her yere göndermek bana göre uygun olmadığı için onu gitmekten menettim. Kendisine piyano alacağıma söz verdim ve aklıma yine o geldi de…” diye durumunu açıkladı. Derken sözü edilen esmer madam, söylediklerini tasdik ederek, “Evet efendim! Siz benim en iyi öğrencimi elimden aldınız. Ben öteki aşüftelere bir şey öğretemiyorum. Beş hafta oldu ki o kızı dersten menettiniz. Şimdiye kadar daha da ileriye giderdi.” diye hayıflanınca Rakım bu rastlantıya hayret ederek, “Demek oluyor ki öğretmeni sizdiniz madam.” dedi.

      “Evet efendim, o şerefle müşerreftim.”

      “Estağfurullah! Fakat!..”

      “Yok, kızı ahlakı için menettiyseniz bu konuda haklısınız çünkü diğer arkadaşları pek şeytan şeylerdi.”

      Mathev, “Güzel ama şimdi bunun çaresi ne?” diye sordu.

      Rakım, “Vallahi efendim çaresi, madama bizim kız için rica etmektir ama…”

      Mathev, “Evet, işte o ‘ama’ fena… Ben de bilirim ki fena… Zira bizim Baba Rakım, öyle bir liraya falan öğretmen tutamaz ki!” dedi.

      Esmer madam, “Özellikle de ben Rakım Efendi’ye bir liraya gitmem! Daha yüksek bir ücretle gitmek isterim.” diye araya girdi.

      Orada bulunanlar hep bir ağızdan sordular, “Nedir bakalım o yüksek ücret?”

      Esmer madam, “Büyüktür efendim büyük!.. Rakım Efendi’nin dostluğu!.. Eğer beni dostu olarak kabul ederse her hafta dersten çıkınca onun cariyesine de giderim.” dedi.

      Esmer madamın adı Jozefino’dur. Madam Jozefino’nun Rakım’a bu lütfu vadetmesi yalnız Rakım’ı değil, bütün cemiyet halkını memnun etmişti.

      Jozefino koşullarını söyledi, “Bak yalnız bir şey var ki o olmazsa olmaz. Bir güzel piyano isterim. Öyle olur olmaz piyanoya parmaklarımı dokundurmam! En az sekiz yüz frangı gözden çıkarmalısın.”

      Oradakiler, “Öyle ya!” diye onayladılar.

      Rakım, “Olur olmaz piyanoya parmaklarınızı dokundurmanızı ben de uygun bulmam ancak piyano seçme hususunda fazla bilgim yok. Hangi piyanoyu beğeniyorsanız emrediniz şimdi alayım.” dedi.

      “Buradan çıkınca beraber gideriz.”

      Rakım, Jozefino’nun sunduğu bu teklife de teşekkür etmişti. Gerçi Jozefino bu iyiliği Rakım’dan ziyade Canan’ın hatırı için yaptığını söylese de biz meselenin içyüzünü biliyoruz. O, … Bey’in cariyeleri pek havai meşrep olduklarından hiçbir şey öğrenemezlerdi. Canan ise kendisine bir kere gösterilen dersi hemen kavradığından ileride … Bey, cariyelerinin hiçbir şey öğrenemediklerini söylerse Jozefino, “İşte falan kızcağıza da onlara verdiğim dersi aynen verdim, o pek güzel öğrendi, bunlarsa gayret etmedikleri için öğrenemediler.” diyebilme niyetiyle işi bu şekle getirmişti. Nemize lazım? Rakım’ın ihtiyacı bir öğretmendi. İstediğinden daha iyisini, hem de bedava olarak buldu.

      Mathev’in evinden çıktıktan sonra gittiler. Kulekapısı’nda müzik aletleri satan bir dükkâna girip Jozefino’nun seçtiği gayet güzel bir piyanoyu yedi yüz franga satın aldılar. Rakım, dört yüz frangını peşin verdi. Kalanı için de yine Jozefino’nun tavsiyesi üzerine bir ay mühlet alıp piyanoyu sırık hamalına yükleterek evine götürdü.

      Vay Canan’daki sevinç! Kız çıldıracak be! Öteki odada dadısının boynuna sarılmış, yüzünü gözünü öpüyor! Bu hâli Rakım da gördü. Canım ne kadar da duygulandı ya? Kızın bu kadar sevinmesi Rakım’ın hislerini uyandırıp gözlerini yaşla doldurdu. Bu imkânı veren Allah’a, çaresiz kalan bir kızcağızı bu kadar sevindirmeyi nasip ettiği için şükretti.

      Üç odadan ibaret bulunan evlerini üç kişinin kalabileceği şekilde düzenledikleri gibi, bir de misafir kabul etmek üzere salonlarını döşetmişlerdi. Madem sözü bu kadar açtık. Geliniz şu evin içine bir göz gezdirelim:

      Evceğiz bir katlıydı. Zeminde mutfak, kiler, odunluk ve bodrum vardı. Merdivenden çıkıldığında ufak bir sofaya ve karşıdaki camlı kapı açılınca salona girilirdi. Eskiden üç odanın üç kapısıyla bir de hela kapısı salona açılırdı. Sonradan yaptıkları tadilatla Rakım, birisi karşısına ve ikisi de sağ tarafına gelecek şekilde oda kapılarının önüne bir buçuk arşınlık bir bağdadi duvar çektirdiğinden kapılar bir koridorun içinde kalmıştı. Hela ise karşıya gelen odanın sol tarafındaydı ve bu hâlde gerek odalara ve gerek helaya yol veren koridorun yalnız bir kapısı sağ taraftan tam salonun ortasına açılırdı. Salonun sağ tarafı sokağa baktığından, bu vaziyet gereğince odalar aydınlığını sokak tarafından alırdı. Salonun sol tarafta üç penceresi olup bunların ortada bulunanı onun karşısındaki kapıya uygun gelecek şekilde “yırık pencere” denilen camlı kapı gibi bir şeydi. Yanı başlarında bulunan diğer ikisi de âdeta birer pencereydi. Bu pencerelerin açıldığı taraf dört yüz arşın kadar, ufacık bir bahçe olup zemini sokak zemininden yüksek olduğu için salonun camlı kapısından üç ayaklık bir merdivenle bahçeye inilebilirdi.

      Evin şeklini ve düzenini anladınız ya! Şimdi bunun içini güzelce boyayınız, kâğıtlayınız, yerlere güzel kilimler döşeyiniz, salonun içine yarım takım kanepe, bir ayna ve bir konsol koyunuz. Aynanın iki tarafına iki güzel resim dahi asınız. İşte böylece Rakım’ın salonunu teşkil etmiş olursunuz. Hele merdiven yanındaki camlı kapıya karşı, duvar dibine bir piyano da konulduktan sonra o mini mini salon ne kadar güzel olur!

      Rakım’ın odası, sağ tarafta, en başta bulunan odadır. Kapısından girerseniz hemen karşınızda pencereleri görürsünüz. Odanın sağ tarafı kütüphanedir. Sol tarafında Rakım’ın karyolası görülür. Kapıdan girildiği zaman iki tarafında kalan boşlukta da birer dolap vardır ki içinde antikalar ve tuhaf hırdavatlar vardır.

      Bu odanın yanındaki oda Canan’a tahsis edilmiş. Gerçi Canan’ın kendisine kapı komşusu olmamasını istemiş idiyse de bu odanın yüklüğü olmadığından dadı kalfa burada rahat edemeyeceğini belirterek oranın mutlaka Canan’a tahsis edilmesini istemişti. Odaya girildiği zaman yine sol tarafında bir karyola, sağ tarafında ufak konsol üzerinde güzel bir ayna, yanında iki çiçeklik, kapı civarında bir tuvalet takımı, pencere tarafındaki küçük masanın üzerinde ise dikiş malzemeleri falan bulunurdu.

      Bu arada şunu da hatırlatalım ki Rakım’ın sadece bir tuvalet takımı vardı, o da Canan’ın odasında bulunduğundan sabahları orada hazırlanırdı.

      Dadı kalfanın odasına gelince, bu odanın penceresi yoktu. Koridorun sonunda bulunan bir pencerenin bahçeden aldığı ışık ile yarım yamalak da olsa aydınlanırdı. Bu oda eski zaman odaları gibi dolaplıydı. Dadı kalfa karyolada yatmadığından alaturka yatak takımı yüklükte dururdu. Bu oda aynı zamanda sandık odası olarak da kullanılırdı. Gerek Rakım’ın gerek Canan’ın sandıkları da yüklükteki özel yerlerine konulmuştu.

      Jozefino derslerini perşembe günlerine tahsis etmiş olduğundan ilk geldiği gün Rakım Efendi de evdeydi. Madam saat on civarında geldi. Canan gelen hocanın kendi eski hocası olduğunu görünce