Desiderius Erasmus

Deliliğe Övgü


Скачать книгу

dönüyor. Paris’te Eski Çağ bilgeliğinin el kitabı olan Adages’ı (Atalar sözü) yayınlıyor. Kitap ilgi ile karşılanıyor. Erasmus’a kadar hümanistler Yunan-Latin kültürünün hazinesini büyük bir kıskançlıkla kendilerine saklamışlardı. Erasmus bu hazineyi birdenbire büyük okuyucu kitlesinin eline veriyor. Sanatlarının sırrının ifşa edilmesine karşı itiraz eden doktorlar çıkıyor, ama okuyucular sabırsızlanıyorlar ve Adages birbiri ardına birçok defa basılıyor.

      Sonra Erasmus, içinde üç yakıcı hisle Hollanda’ya doğru yollanıyor: Yunancayı iyice öğrenmek, teologyayı sağlam tenkitçi temeller üzerinde ihya etmek, Ermiş Hieronymus’u yayınlamak. Kendine alçak gönüllülükle “Yunanca öğrencisi” diyor, ama dostu Augustin Caminade’ın kendisine, geri verilmek üzere verdiği Homeros’u istediği zaman canı sıkılıyor, kendisine mühlet vermesini rica ediyor. Yunanca öğrencisi olduğu hâlde, iyi Latinceci zor bulunur Saint-Omer’de, üzerinde iyi bir etki yapan Fransiscain Keşişi Jean Vitrier’ye rastlıyor, artık Eski Çağ bilgeliği üzerine değil, Hristiyan bilgeliği üzerine Latince bir başka el kitabı yazmaya karar veriyor. Bu, 1504’te çıkan “Enchiridion Militis Christiani”dir.

      Bu Hristiyan el kitabında yeni bir nefes vardır. Erasmus’un dini, bu kitapta bilhassa bir mürüvvet dini olarak kendini belli eder. İncil’e daha sadık bir Katolikliğe dönmek gerektiğini söyler. Törenler aslında hiçbir şey değildir. Bir mürüvvet işlemi, Roma’ya on defa hacca gitmekten daha değerlidir. Bu öğütler arasında, hicvin yer yer parladığı görülür. Öyle ise Roma’ya on defa hacca giden kimdir? Öyle ise, ilk Hristiyanların aşk ve coşkunluk dini yerine adap ve erkâna sıkı sıkıya bağlı Yahudiliği koyan kimdir?

      Pastor’un Geschichte der Papste’da (Papalığın Tarihi) portresini çizdiği, çoğu zaman cahil ve kokmuş o ruhban değil de kimdir? Birçok iyi zekâ, Erasmus gibi, bir ıslahat ve İncil’e dönme zorunluluğunu görüyorlar. Böyleleri için, Enchiridion Militis Christiani daima baş ucunda bulundurulan bir kitap olacaktır. Gerçekten, Erasmus gerçek bir Hristiyanlığa kutsal kitabın ve Eski Çağ’ın canlandırılmış bilgisinin eklenebileceğini söylüyor. Klasikleri İsa’nın askerleri arasına katıyor. Platon’la Vergilius, kutsal metinlerin anlaşılmasında Ermiş Hieronymus kadar yararlıdır. Böylelikle Erasmus Enchiridion’da birkaç yıl önce ölen Pie de la Mirándole ile Marsile Ficin’in ruhuna tarziye vermiş oluyor. Paris’e ilk gidişinde, Erasmus, Jacques Lefévre d’Etaple’in bu iki büyük zekânın deneyini Fransa’ya sokma gayretlerini yermişti. Mirándole kontu ve İtalya’nın büyük beyzadesi bu sevimli Pie’de kuvvetli ve orijinal ne varsa geliştirmemiş, ihmal etmişti. Sonraları Thomas Morus bu hümanistin hayatını İngilizce’ye çevirecektir. Platon, Homeros ve Musa’yı uzlaştırmayı ilk deneyen Pie de la Mirándole olmuş ve insanı her şeyin mikrokosmosu yapmak suretiyle Hristiyan hümanistin evrenini tarif eden o olmuştur. Sanki Erasmus’un hoşuna gitsin diye söylenmiş sözler! “İnsan…” diyor Pic. “Küçülmüş bir evrendir; bu evrende yeryüzü unsurlarıyla gök nefesinden yapılma bir vücut, bitkilerin ruhu gibi bir bitki ruhu, aşağı hayvanların duygularını, meleklerin zekâsını ve tanrısal benzerliği seçebiliriz.”

      İtiraf etmeli ki Erasmus’ta meleklerin zekâsı, angelica mens, tanrısal benzerliğe üstün gelmektedir.

***

      Yine gezgincilik ve güçlük yılları…

      Cambrai Piskoposu Henry de Bergen 1502 Ekim’inde ölüyor. Erasmus üç tane Latince, bir tane de Yunanca mezar taşı kitabesi gönderiyor. Buna karşılık kendisine altı florin veriyorlar. Bu parayı az buluyor, çünkü mısralar güzeldir. Kısa bir zaman kaldığı Louvain’de Libanius’u ve Euripides’i çeviriyor. Paris’e uğradıktan sonra, tekrar İngiltere’ye gidiyor. Londra’da Lukianos’u çeviriyor. Bu yazarın alaycı zekâsı neşesini yerine getiriyor ve pek yakında Deliliğe Övgü’ye girecek bazı düşünceleri ilham ediyor. Cambridge’de yeni dostlar ediniyor. İngiltere’nin güzellikleri ona Cicero ve Vergilius’un memleketini unutturamıyor. VIII. Henry’nin tekliflerine rağmen hümanist, bir balayı seyahatine gider gibi İtalya’ya gidiyor.

      1506 Eylül’ünde Torino’da, “Teologya Doktoru” adını alıyor. Kâğıdı bir pasaport gibi kabul ediyor. Hepsi o kadar. Onu çeken Hristiyan Roma, teologya kürsüleri değil, Aldus Magnus denilen Matbaacı Alde’nin yerleştiği Venedik’tir. O zamanlar matbaanın itibarı oderece büyüktü. Alde güzel baskı işleri ile ün salmıştı. Erasmus, Bologna’dan ona mektup yazıp isteklerini iyice anlatmıştı: Alde’nin hazırladığı Euripides baskısındaki “o harika harfleri, bilhassa küçük harfleri” kullanması gerek. Vasıtaları hazırladıktan sonra Venedik’e koşuyor, matbaacının evine yerleşiyor ve sekiz ay, hararetle ve durmadan kopya ediyor. Baskı makinelerinin patırtısı, Alde’nin işçileri arasında Erasmus sabahtan akşama kadar durmadan yazıyor. Kâğıtlar biter bitmez dizmek üzere alınıyor. Bu cazip çalışmaya ilk sayfaları düzeltmek için ancak ara veriyor. Matbaanın mürekkep kokusu, makinelerin harıltısı… Bütün bunlar zekâsını açıyor. Adages’ın üçüncü baskısı ortaya çıkıyor. Tecimsel başarı büyüktür.

      Ama bu çalışma ziyafeti biter bitmez, laik haçların hacısı Venedik’ten ayrılıyor. Onda bir gazeteci ruhu kadar uluslararası bir anketçi çabukluğu da var. Roma’da onu zafer kazanmış bir kimse olarak karşılıyorlar. Türlü şerefler, etrafında geleceğin Papası X. Léon gibi dostlar olduğu hâlde, isterse orada kalabilir. Ama hayır! İngiltere’de VIII. Henry tahta çıkmıştır; Erasmus’u çağırıyor. Erasmus, 1509 Temmuz’unda İtalya’dan ayrılıyor. Bir daha hiç oraya dönmeyecektir.

***

      Roma ile Londra arasındaki yol uzundur. Talih yıldızı parlayan ve Lukianos çevirisini bitiren Erasmus’un Alpler’i geçerken neşesi gelmiştir. Dağlar güzeldir, biraz soğuk olan hava, dimağı kamçılamaktadır. Kırk yaşındaki bu sevimli adama hayatın yüzü gülmektedir. Sonucu şeref yoluna girmiştir. Bir kral, onu kardinallerin elinden çekip alıyor, adı Avrupa’nın her yanında çınlıyor. Bu, onu eski felaketlerine gülümseyecek kadar optimist kılıyorsa da eski öfkelerini unutmayacak kadar da hafızası vardır. Erasmus, Savoie boğazlarını at üstünde geçerken, içinden neşeli bir hicvin, barbarların sırtına bir değnek vurur gibi vurulacak iyi bir hezelin yükseldiğini duyuyor. Gouda bilgiçleri, Paris ukalaları, Deventer’in kirli sofuları, takkeli doktorlar, ince zekâlı teologlar, hepsi, hatta cahil keşişler, Cordeliers’ler, Récolletler, Minimeler, Bullisteler, Mineurlar, Bénédictinler, Bernardinler, Brigittinler, Augustinler, Guilhelmiteler, Jacobiteler sıradan geçiyor. “Bu yeni Yahudi soyu da nereden geliyor?” diye İsa haykırıyor. “Vaktiyle ben babamın mirasını kukuletalara değil, inanç ve mürüvvet eserlerine söz verdim.” Homurdanan güceniklik komedi ile karışıyor. Keyifle öfkenin, edebî alayla surat asmanın, şaka ile öç almanın, gülümseme ile ısırmanın bu karışmasından Deliliğe Övgü doğmuştur.

      Zaten bu eserde meslekten ayrılmış bir papazın veya ruhban aleyhtarı bir din adamının hicviyesini görenler çok aldanırlar; Erasmus bu derece basit değildir. Dini gevşek olsa bile, sağlamdır. O, ıslahatın zorunluluğunu haykırıyor. Şüphe yok ki davet artık missasını söylemeyen bu rahipten gelince kuvvetini yitiriyor, ama çağdaşları bir bilginin edebî şakası ile aşırılıkları ilan eden Hristiyan’ın samimi daveti arasındaki ayrıntıyı biliyorlar. Deliliğe Övgü’de birbirinden ayrı iki bölüm ve iki türlü delilik vardır. Erasmus’un övgüsünü yaptığı delilik, istihzalarına karşı çıkarılan delilik. Söylevin ortalarına doğru eda tamamıyla değişiyor. Sevimli bir adamın mizahı bir ıslahatçının sert istihzaları hâline geliyor. Hiciv patlak veriyor; ruhbanın zaaflarına karşı dinî hiciv, beyzadeliğin faydasızlıklarına karşı sosyal hiciv. Gerçekten acayip bir eser. Bunda türlü unsurlar birbirine karışıyor.

      Deliliğe Övgü’nün Hristiyanlıkta buhranın