gibi, beni herkesi ısırmakla yereceklerdir.
Ama konuda pek az önemlilik bulacaklardan ve eserin şakacı edasına öfkeleneceklerden ricam şu ki: bu yolda yazan ilk kişinin ben olmadığımı, bunda sadece birçok büyük insanın örneğine uyduğumu, lütfedip göz önünde tutsunlar. Yüzyıllarca önce Homeros farelerle kurbağaların savaşını yazarak gönlünü eğlendirdi; Vergilius küçük sinek üzerine, Ovidius ceviz üzerine birer şiir yazdılar; Polykratos Busiris’in övgüsünü yazdı; bunu Sokrates düzeltti; Glaucus adaletsizliği, Favorinius Thersites’Ie sıtmayı, Synesios dazlak kafaları, Lukianos sineklerle böcekleri övdü. Seneca, İmparator Claudius’un övgüsünü şakacı bir eda ile yazdı. Plutarkhos, Odysseus’la domuza çevrilen Gryllos arasında bir diyalog kaleme aldı. Lukianos’la Apuieius eşek üzerine yazdılar; adını şimdi hatırlamadığım bir yazar Grunnius Corocotta adlı bir domuz yavrusunun vasiyetini yazdı; Ermiş Hieronymos eserlerinde bunun sözünü eder. Eğer beni tenkit edenler bu belgelerle yetinmiyorlarsa o hâlde benim satranç veya herhangi bir çocuk oyunu oynadığımı varsaysınlar.
Öyle ya, her soydan insana reva görülen eğlenceleri yazarlara yasak etmek pek haksızlık olmaz mı? Çünkü onların eğlenceleri faydalı olabilir, hem de birçok kişinin tantanalı eserlerden elde edemediği faydayı birazcık sağduyusu olan bir okuyucu, bunlardan elde edebilir. Biri, öteden beriden çalınmış cümlelerle alaca bulaca hâle getirilmiş bir söylevde güzel söz söyleme bilimini ve felsefeyi yüceltir; bir başkası, bir prensin övgüsünü yapar; beriki halkları Türklere karşı savaşa sürüklemek için vaaz verir; bir başkası gelecekten haber vermeye kalkışır; bir başkası da makul varlıklar üzerinde ağız dalaşı etmekle gönlünü eğlendirir. Ciddi şeyleri alaylı bir biçimde ele almak nasıl çocukça bir şeyse olayları ciddilikle ele alır görünmek de öylece gülünç bir şeydir.
Bu eser üzerinde hüküm vermek halka düşer; ama benbenlik gözlerimi bürümediyse eğer Deliliğe Övgü tamamıyla bir deli eseri değildir.
Ama beni hicvetmiş olmakla suçlayacaklarsa cevap olarak, kalem adamlarına insan hayatı üzerinde şaka etmek müsaadesinin verildiğini iddia edeceğim; elverir ki bu şaka öfkeye ve şiddete çevrilmesin. Harcıâlem başlıklara katlanmaya mahkûm yüzyılımızın inceliği kadar acayip bir şey yoktur. Hatta yerli yersiz kuşkulanan öyle kimseler vardır ki bunlar papalar veya büyükler üzerine en hafif bir alayı -bu alayların kendi çıkarlarına olması mümkün olduğu hâlde-duymaktansa İsa’ya karşı savrulmuş küfürler işitmeye razıdırlar.
Ama özel olarak hiç kimseye hücum etmeden insanoğlunun hayatını çekiştiren kimse, hicivle kırmaktan çok, öğütlerle tembih etmek ve azarlamak ister görünmüyor mu? Zaten ben de kendi kendime az mı hücum ettim? İnsanoğlunun hiçbir hâline göz yummayan kimse, kızdığı şeyin insanlar değil, kötülükler olduğunu pek güzel göstermiş olur. O hâlde, bu zevzekliklerde kendine hakaret edildiğini sanan biri bulunursa demek ki ya vicdanı gizliden gizliye kendisini suçluyor ya da halkın kendisini suçlamaya hakkı olduğundan korkuyor.
Ermiş Hieronymos hicvi çok daha fazla serbestlikle ve şeytanlıkla kullanmıştır; çünkü bazen hücum etmek istediği kişilerin adlarını söylemeye kadar varmıştır. Bana gelince, herhangi bir kimsenin adını vermekten her zaman sakınmaktan başka, bu esere öyle itidalli bir eda verdim ki makul her okuyucu herhangi bir kimseyi yaralamaktan çok gönlümü eğlendirmeye çalıştığımı gayet iyi görecektir. Ben Juvenalis gibi, gizli kötülüklerin bulunduğu pis kokulu ambarı karıştırmadım; ben yüz kızartıcı kötülüklerden çok, gülünç kusurlara takıldım. Sonucu, herhangi bir kimse bu sebeplerle de yetinmek istemezse delilik tarafından yerilmenin şerefli bir şey olduğunu ve övgüsünü yapmak üzere bu tanrıçayı bir kere seçince artık onun huyuna suyuna gitmem gerektiğini düşünsün.
Ama pek sağlam olmayan davaları ele alınca bunları pek iyi birer dava hâline getirecek kadar mükemmel bir avukat olan size savunma araçları telkin etmeye ne hacet? Hoşça kalın, ey pek bilgin Morus. Şimdi artık sizin olan Deliliği savununuz…
DELİLİK KONUŞUYOR
1. Benim için ne derlerse desinler, (Çünkü Deliliğin zırdeliler tarafından bile her Allah’ın günü nasıl hırpalandığını bilmez değilim.) tanrısal etkilerimle tanrılara, insanlara sevinç saçan ben, yalnız benim.
Öyle ya, şu kalabalık toplantıda daha ben görünür görünmez, söz söylemek için ağzımı açar açmaz, canlı, olağanüstü bir neşenin ansızın yüzlerinizde parladığı görülmedi mi? Alnınızdaki çizgilerin hemen silindiği görülmedi mi? Dört bir yandan duyulan kahkahalar, yüreklerinizi dolduran büyülü neşe, benim orada bulunuşumu haber vermiyor mu? Şimdi sizi seyredince, Homeros’un nektarla, Nepenthes’le mest olmuş tanrılarını görür gibi oluyorum; oysaki biraz önce Trophonios’un ininden yeni çıkmış kimseler gibi, burada tasalı duruyordunuz. Güneşin ilk ışıklarının ufku kaplayan karanlıkları dağıttığı veya şiddetli bir kıştan sonra ilkbaharın tatlı kuzey rüzgârlarının şen ve şatır sürüsünü peşinden sürüklediği vakit, yeryüzünde nasıl her şey birdenbire değişir, daha parlak bir renk nasıl her şeyi güzelleştirir, gençleşmiş tabiat gözümüzün önüne nasıl daha hoş ve güler yüzlü bir göğü sererse benim burada bulunuşum da yüzlerinizde birdenbire pek mesut bir değişiklik yarattı. En güzel söz söyleyenlerin pek uzun, çok işlenmiş söylevlerle yapmakta zorluk çektikleri şeyi, varlığım bir anda tek başına yapıverdi: beni görür görmez üzüntüleriniz hemen dağıldı.
2. Bugün niçin bu garip kıyafetle karşınıza çıktığımı birazdan öğreneceksiniz; elverir ki beni bıkmadan dinleyesiniz. Ama sakın vaizlerinize karşı her zaman bol bol harcadığınız o dikkati benim de sizden isteyeceğimi sanmayın. Hiçbir zaman! Beni meydanlarda soytarıları, maskaraları, hokkabazları, şarlatanları dinlediğiniz gibi veya dostumuz Midas’ın, bir vakitler Tanrı Pan’ın musikisini dinlediği gibi dinleyin. Çünkü sizinle biraz safsata yapmak hevesine kapıldım. Ama bugün çocuklarınızın kafalarını öğrenilmesi zor, bir sürü saçma sapan şeyle dolduran, onlara kadınlardan daha fazla inatçılıkla ağız dalaşı etmeyi öğreten o ukalalar gibi konuşacak değilim. Artık pek gözden düşmüş o bilge adını kullanmamak için, kendilerine safsatacı adını takan eskileri taklit edeceğim. Bu safsatacılar tanrıları, kahramanları övgülerle yüceltmeye savaşırlardı. Bakın, ben de bir övgü yapacağım, ama bu ne Herakles’in ne de Solon’un övgüsü, bu benim övgüm, yani “Deliliğin Övgüsü” olacak.
3. Önce şunu bilmelisiniz ki kendini öven bir kimseye hemen züppe, küstah damgasını basan o bilgeleri pek umursadığım yok. O kimseye deli desinler, iyi, güzel; ama böyle yapmakla onun bu ada tamamıyla yakışacak bir şekilde hareket ettiğini de itiraf etsinler bari. Gerçekten, deliliğin kendi meziyetini göklere çıkardığını, kendine övgüler yaktığını görmekten daha tabii ne olabilir? Kim beni benden daha iyi çizebilir? Meğerki beni kendimden daha iyi tanıdığını iddia eden biri çıksın.
Zaten böyle yapmakla ben; bilgelerin, büyüklerin çoğundan daha fazla alçak gönüllülükle hareket ettiğimi sanıyorum. Kötü bir inancın elinde kendi kendilerini övmeye dilleri varmıyor, Ama çoğu zaman yanlarına dalkavuk bir meddahı, sahtekâr bir şairi çekiyorlar. Bunlar da para ile onları övmeyi, yani onlara yalan söylemeyi üzerlerine alıyorlar. Utanmaz şakşakçı arsızların en yerilesicesini tanrılarla bir göstermeye yeltenirken, bütün zilletlerle bulaşık bildiği kimseyi bütün erdemlerin örneği diye gösterirken, kuzgunu, tavus kuşunun tüyleriyle süslerken, bir zencinin derisini ağartmaya yeltenirken, sineği deve diye kabul ettirmeye savaşırken, utangaç kahraman tavus kuşu gibi kurum satıyor, ibiğini küstahça kaldırıyor… Sonuç olarak, ben şu atasözünün dediğini yapıyorum: Kimse