sağlığın ve gürbüzlüğün parlak hayalini taşırlar; görünce Arcania domuzu dersiniz. Bilgelerin illeti bunlara hiç bulaşmamış olsaydı elbette ki ihtiyarlığın sakatlıklarından hiçbirini duymayacaklardı. Ama insanoğlu yeryüzünde tamamıyla mesut olsun diye yaratılmamıştır ki…
Eski bir atasözü de ileri sürdüğümüz fikri ispata yarar: “Gençliğin hızlı gidişini…” der. “Delilik yavaşlatır, can sıkıcı ihtiyarlığı da bizden ouzaklaştırır.” Onun için, genel olarak, yaşlandıkça daha temkinli olan öteki insanların zıddına, Brabantlıların ihtiyarladıkça, daha deli olduklarını söylerler ki doğrudur. Bununla beraber, sözü sohbeti tatlı ve ihtiyarlığın sıkıcılıklarını daha az duyan bundan başka bir millet yoktur. Ahlaklarıyla olduğu kadar, yaşadıkları iklimle Brabantlılara benzeyen bir halk da benim iyi dostlarım Hollandalılardır. Neden onlara iyi dostlarım demeyeyim? Mademki bu kadar yürekten bana saygı gösteriyor ve hizmet ediyorlar. Mademki, deli lakabına hak kazanmışlardır; hem bu şerefli addan utanç duymak şöyle dursun, mademki onunla övünüyor, onu en güzel adlarından biri sayıyorlar…
Haydi bakalım, zirzop ölümlüler, şimdi gidin Medeialara, Kirkelere, Venuslara, Auroralara yalvarın! Sizi gençleştirecek o bilmem hangi hayali çeşmeyi her yerde arayın! Bunca arzulanan gençliği geri verecek yalnız benim, onu gerçekten bütün insanlara geri veren benim! Atası Tithonos’un gençliğini uzatmakta, Memnon’un kızı tarafından kullanılan o olağanüstü ilaç bendedir. Phaon’a bütün dilberliklerini ve gençliğin kuvvetini geri vermek başarısını göstermiş ki bunlar Sapho’nun Phaon’a çıldırasıya âşık olmasına sebep olmuştur. O Venüs benim. Gençliği geri çağırmak veya daha iyisi, gençliği her zaman elde tutmak erdemi olan bazı sihirli otlar, bazı büyüler, herhangi bir pınar varsa, bunları bende aramak gerek. Gençlikten daha sevimli, ihtiyarlıktan daha iğrenç bir şey olmadığında hepiniz birleşiyorsanız, o hâlde, büyük bir nimeti elde tutmasını ve büyük bir afeti uzaklaştırmasını bilen bana ne kadar minnet borçlu olduğunuzu da anlayacaksınız.
15. Ama ölümlülerin pek fazla lafını ettik. Şimdi, Olympos’un geniş alanını birlikte dolaşalım; sırasıyla bütün tanrıları inceleyelim; birazcık sevimli ve düşüncelerinde birazcık rabıtalı olup da, şan ve şöhretinin en büyük payını bana borçlu olmayan bir teki çıkarsa içlerinde eğer, adımın bir hakaret olarak yüzüme vurulmasına razıyım. Bakkhos’un yüzünde o güzelim gençliğin durmadan parlayışı neden? O delikanlı saçlarının omuzlarına öyle zarif bir şekilde dökülüşü neden? Her zaman deli, her zaman sarhoş olan bu tanrı bütün ömrünü oyunlar, çengiler ve ziyafetlerle geçirir; Pallas ile her türlü münasebetten sakınır da ondan. Bilge geçinmek şöyle dursun, tersine, ona göre makbule geçecek bir tarzda, deliliğin oyunlarıyla, zevkleriyle yapılabilir. Atalar sözünün kendisine taktığı deli lakabına hiç kızmaz. Tapınağın kapısı önünde otururken, çoğu zaman rençberler onun suratını tatlı şarap ve taze incirle buladıklarından ötürü kendisine bu ad takılmıştır. Eski komedya her zaman bir deli olarak gösterilmemiş midir? “Oh! İnsanların ve tanrıların doğdukları yerde doğmaya bile yakışmayan şakacı tanrı!” dermiş eskiler. Karanlık ve asık suratı yeri göğü titreten şu Jüpiter, sebep olduğu boş korkularla her şeyi zehirleyen şu Pan, hep kül ve kömürle kaplı, hep kıvılcımlarla çevrili, hep ocağının dumanıyla kararmış şu Vulcanus veya size yan gözle bakan, sizi mızrağıyla ve korkunç kalkanıyla titreten şu Pallas olmaktansa, o acayip ve gülünç tanrıya benzemek, onun gibi her zaman şen, her zaman genç, her zaman eğlenceli olmak ve her yere sevinç ve zevk taşımak istemeyecek kim vardır?
Neden Cupido her zaman çocuktur? Neden? Hep şen ve şakacı, yalnız delilikler söyler, eder de ondan. Gençliğin baharı neden her zaman Venüs’ün cazibelerini sürdürür? O biraz benim ailemdendir de ondan. Saçlarının rengini babasından almasaydı belki de bu kadar sarışın olmayacaktı. Zaten şairlerin ve rakipleri heykelcilerin sözlerine bakılırsa, dilber yüzünde her zaman şen bir gülüş dolaşmıyor mu? Flora, bunca zevkleri doğuran o şehvetli tanrıça, Romalıların en yürekten saygı gösterdikleri tanrıça değil miydi?
Ama Homeros’ta ve başka şairlerde en kasvetli ve asık suratlı sayılan tanrıların hayatlarını da gözden geçirseydik onların her an deliliğin tatlı hükmüne boyun eğdiklerini görürdük. Çünkü dehşet saçan Jüpiter’in kahramanlıkları bir yana, onun âşıkdaşlıklarını ve yeryüzünde oynadığı güzel oyunları biliyorsunuz. Dişiliğini unutup durmadan ormanlarda avlanan, sonunda güzel Endymion’un aşkıyla yanan ya o pek kendini beğenmiş Diana? Bununla beraber, evvelce yaptığı gibi, Momus bu tanrıların bütün acayipliklerini yine de yüzlerine vursun, pek isterdim. Ama ikide birde gelip bilgeliğiyle zevklerini bulandırdığından ötürü, geçenlerde tanrılar ona öyle öfkelendiler ki “Ara Bozma” ile birlikte onu göğün tepsinden aşağıya attılar. O gün bugün yeryüzünde avare avare dolaşır durur. Henüz hiçbir ölümlü ona başını sokacak bir yer vermek tenezzülünde bulunmamıştır. Hele saraylara kabul edilmek umudunu büsbütün kesmiştir. Çünkü cariyelerimden biri olan “Yüze Gülme” bu saraylarda bir hükümdar gibi fermanını yürütür. Hem, kurtlarla kuzular nasıl birbirleriyle uyuşamazlarsa “Yüze Gülme”de Momus ile öyle uyuşamaz.
Bu sıkıcı tenkitçiden kurtulan tanrılar, şimdi büyük bir zevkle ve serbestçe kendilerini her türlü havai eğlencelere verebilirler. Gülünç Priapos ne iphamlar, ne şakalar yapar! Şu Mercurius köftehorunun yaptığı hileleri, hokkabazlıkları durmadan seyretmek tanrılar için ne zevk! Tanrılar sofrada iken, hatta Vulcanus’a varıncaya kadar, maskaralıklarıyla onları eğlendirmeye kalkışmayanı yok. Vulcanus kâh gülünç yürüyüşü ile onları güldürür, kâh cinaslarıyla ve şakalarıyla neşelendirip içmek arzularını kamçılar. Silenos, o ihtiyar hâliyle hâlâ çapkınlık ederek, Polyphemos ve perilerle maskara dansları ve gülünç danslar ederek gönlünü eğlendirir. Keçi ayaklı Satyrler şehveti uyandıran açık saçık türlü biçimlere girerler. Pan kaba köy türküleriyle bütün tanrıları güldürür; bunlar, bilhassa, abıhayatla çakırkeyif olmaya başlayınca, Pan’ın musikisini Musalarınkinden üstün tutarlar. Yemekten sonra, iyice sarhoş oldukları zaman ettikleri çılgınlıkları, ah, bir söylesem! Doğrusu, bu kadar deli olan ben bile, bazen kendimi tutamayıp gülüyorum… Ama şşşt! Herhangi bir tanrı konuştuklarımızı duyabilir. Momus’un akıbetine uğramaktan korkarım.
16. Yerden göğe, gökten yere gidip gelen Homeros gibi, artık ben de insanlar arasına karışmak üzere, Olympos’tan ayrılıyorum. Hayır, yeryüzünde benden gelmeyen ne sevinç, ne saadet, ne de zevk var. Önce bir bakın, insanoğlunun o şefkatli anası tabiat her yere deliliğin tuzunu biberini nasıl bir uzgörüşle saçmasını bilmiş! Stoisyenlere göre bilge olmak, aklını kendine kılavuz edinmektir; deli olmaksa ihtiraslarının keyfine kendini kapıp koyvermektir. Onun için değil midir ki Jüpiter hayatın acılarını, tasalarını biraz yumuşatayım diye insanlara akıldan çok ihtiras vermiştir. Birinin ötekine oranı, bir tohum tanesinin bir dragmaya oranı gibidir. Hem aklı kafanın bir köşeciğine attığı hâlde, vücudun geri kalanını ihtirasların sürekli çırpınışlarına bırakmıştır. Sonra, yapayalnız kalan bu zavallı aklın karşısına pek haşin ve gazaplı iki zalimi çıkarmıştır; üst bölümde, yani hayatın kaynağı olan yürekte “Öfke”yi, vücudun en aşağı yerlerine kadar hükmü geçen “Şehvet”i. İnsanların hareket tarzı, bu iki kuvvetli düşmana karşı akim elinden ne geldiğini her gün yeteri kadar göstermektedir. Namusluluğun kanunlarını emrediyor, bunları saydırtacağım diye sesi kısılıncaya kadar bağırıyor. Elinden gelen bu kadar… Düşmanları bu sözüm ona tanrıça ile alay ediyorlar, ona hakaret ediyorlar, hem de ondan fazla gürültü patırdı ediyorlar. O kadar ki sonunda bu faydasız dayatmadan yorgun düşen akıl boyun eğiyor, onların bütün isteklerine