Desiderius Erasmus

Deliliğe Övgü


Скачать книгу

olursa eski deliliğine yeni bir delilik katmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Çünkü insan tabiattan herhangi bir kötü eğilim kapmışsa, ona karşı gelmek veya onu erdemin maskesi altında gizlemek, bu kötü eğilimi arttırmak demektir. Eski bir Yunan atasözü der ki; “Erguvana da bürünse, maymun yine maymundur.” Onun gibi, kendini ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, kadın yine kadındır, yani her zaman delidir.

      Burada söylediklerime kızacak kadar kadınların deli olduklarını sanmıyorum. Ben onların soyundanım, “Delilik”im. Onların deli olduklarını ispat etmek, onlar hakkında yapabileceğim en büyük övgü değil midir? Çünkü işin doğrusu, erkeklerden daha çok mesut olmalarını “Delilik”e borçlu değiller mi? Her şeyden üstün tutmakta haklı oldukları, en kendini beğenmiş zalimleri bağlamakta işlerine yarayan odilberlikleri, o cazibeleri, ilk önce “Delilik”ten almış değiller mi?

      Erkeklerdeki o hoşa gitmeyen vahşi dış görünüş, o kıllı deri, o orman gibi sakal, her yaştaki o ihtiyarlık hâli nereden geliyor? Kötü huyların en büyüğü olan temkinden! Kadınların ise tersine, yanakları düz, sesleri tatlı, tenleri naziktir; her şeyleri, sürekli bir gençliğin dilber hayalini sunar. Şu dünyada erkeklerin hoşuna gitmekten başka bir arzuları var mı zaten? Bütün o süslerin, düzgünlerin, hamamların, saç kıvırmaların, parfümlerin, kokuların ve sonucu, yüzü, gözleri ve teni güzelleştirmeye, boyamaya veya gizlemeye yarayan bütün o kozmetik ilaçların amacı nedir? Ee, bunca arzulanan o amaca deliliğin aracılığı ile erişmiyorlar mı? Hem erkekler kadınların her şeyine katlanıyorlarsa, bunu salt onlardan umdukları zevki düşünerek yapmıyorlar mı? Peki, bu zevk neye bağlı? “Delilik”. Bir kadının lütuflarından faydalanmak arzusunu her duyuşunda, erkeğin söylediği saçma sapan sözlere, kadınla yaptığı bütün çılgınlıklara bakınca, bu gerçeğe inanırız. Demek ki şimdi hayatın en büyük zevk kaynağı hangisidir, biliyorsunuz.

      18. Ama birçok kimseler, bilhassa ihtiyarlar Bakkhos’un lütuflarını aşkınkinden üstün tutarak, en büyük şehveti sofranın zevklerinden ibaret sayarlar. Kadınsız yemeğin tadı çıkar mı, çıkmaz mı, hiç bunun üstünde duracak değilim. Muhakkak olan şu ki, delilikle neşelenmedikçe her yemek tatsız ve kasvetli olur. Öyle ki bir yemekte gerçekten deli olan veya öyle görünmek isteyen biri yoksa şakalarıyla, hoş sözleriyle, yani delilikleriyle suskunluğu, kasveti dağıtsın ve konukları güldürsün diye bir soytarı tutarlar veya neşeli bir asalağı getirirler. Gerçekten, gözlerle kulaklar şenliğe katılmamış, oyunlar, gülüşler ve zevklerle zihin neşelenmemişse etlerle, lezzetli yemeklerle karnını tıka basa doldurmak neye yarar? İşte, o oyunları, ogülüşleri, o zevkleri yaratan yalnız benim. Şölene kura ile başkan seçmek, çepeçevre oturup türkü söylemek, dans etmek, sıçramak, hoplamak gibi, yemeklerde âdet olmuş o neşeli törenleri kuran kimdir sanıyorsunuz? Yunanistan’ın yedi bilgesi mi? Hiç de değil. İnsanoğlunun selameti için bunları icat eden benim. Bu türlü eğlentilerde ne kadar çok delilik edilirse insanların tasalı olunca hayat demeye yakışmayan ömürleri de o kadar uzar. Oysaki hiç peşini bırakmayan can sıkıntısını bütün bu zevkler kovmadıkça, hayat her zaman kasvetli olacaktır.

      19. Bütün bu zevkleri duyamayıp saadeti ancak söyleşide bulan birtakım insanlar da var belki. Onlarca dostluk, nimetlerin en büyüğüdür; hayat için su, ateş ve hava kadar gereklidir; tabiat için güneş neyse insan için de dostluk odur. Sonuç olarak, dostluk o kadar hoş, okadar namusludur ki (bu sözün bu işle hiçbir ilgisi yoktur) filozoflar bile onu en büyük nimetler arasına koymuşlardır. Ya ben ispat edersem ki bütün bu dostluklara da can veren yine benim. Bundan kolay ne var! Şimdi bunu size gün gibi aydın kılacağım. Ama bunu yapmak için, ince mantıkçıların kullanmaya alıştıkları ne o çelişkilere ne o zincirli kaziyelere ne de daha başka muhakemelere başvuracağım; sağduyunun ışıkları peşinden gitmekle yetineceğim. Öyleyse başlıyorum.

      Dostlarının hovardalıklarına göz yummak, kusurları üzerine hayale kapılmak, onları taklit etmek, en büyük kötü huylarını beğenmek, birer erdemmiş gibi bunlara hayran olmak, deliliğe sapmak denen şey değil midir? Metresinin teni üzerinde gördüğü bir beni aşk ve şevkle öpen şu âşık, Agnes’inin ahtapotunu şehvetle koklayan şu beriki âşık, şaşı oğlunun bakışını dokunaklı bulan şu baba… Bütün bunlar salt delilik değil mi? Evet, bunların delilik, hatta deliliğin daniskası olduğunu istediğiniz kadar söyleyin. Ama kabul edin ki, dostlukları kuran, besleyen yine de bu deliliklerdir. Burada, yalnız birtakım kusurlarla doğan, içlerinde en iyisi, kusuru en az olan ölümlülerin lafını ediyorum. Kendilerini birer küçük tanrı sanan o bilgelere gelince; dostluk hemen hemen hiç onları birbirlerine bağlamaz veya bazen bağladığı olsa bile bu, hep kasvetli ve hoşa gitmeyen, pek az kimse arasında yayılmış bir dostluktur. Bu bilgelerin hiçbir zaman kimseyi sevmediklerine dair teminat vermekten sakınırım. İnsanların çoğu delidir, hatta denebilir ki deliliğin birkaç türlüsünü kendinde toplamamış olanı bile yoktur. Oysaki bütün dostluklar benzerlik üzerine kurulmuştur.

      Şu hâlde, bu asık suratlı filozoflar bazen birbirlerine karşılıklı iyi niyet bağlarıyla bağlansalar da bu pek sağlam olmayan bağlılık; dostlarının kusurlarını görmekte vaşak kadar keskin gözlü, kendilerine karşı gözleri kör, her zaman kasvetli ve keyifsiz, sanki heybe masalı üzerlerine söylenmiş bu insanlar arasında uzun sürmez. Gerçekten, tabiat tarafından bütün insanların bazı esaslı kusurların sahibi olmaya mahkûm edildikleri düşünüldüğünde; türlü yaş, karakter ve eğilimdeki insanlar arasında yarattığı çok büyük fark göz önünde tutulduğunda; ölümlü hayatlarının sürekli şekilde tabi olacağı bütün ozaaflar, o hatalar, o kazalar üzerinde derin derin düşünüldüğünde, delilik -isterseniz gönül alma deyiniz- gelip de onların mizaçlarındaki sertliği yumuşatmadığı takdirde, bu kadar keskin bakışlı insanlar arasında tatlı dostluğun bir saat bile sürebileceğini nasıl aklımızdan geçirebiliriz? Ya, bütün hoşa giden bağlılıkların yaratıcısı, babası olan Cupido kör bir tanrı değil mi? Çoğu zaman çirkinliği güzellik sanmıyor mu? Onun sayesindedir ki bütün insanlar sevdiklerinden hoşnutturlar; yine onun sayesindedir ki ihtiyar adam ihtiyar dostunu, bir delikanlının genç metresini sevişi gibi sever. İşte her yerde görülen şey, işte her zaman gülünç sayılan şey! Ama yine öyle iken bütün dostluk bağlarını kuran, sıklaştıran işte bu gülünç şeydir.

      20. Dostluk üzerine daha önce söylediklerim, evlenmeye daha da çok uygun düşer. Ulu tanrılarım! Hepsi de benim maiyetimden olan yüze gülme, oyunlar, gönül alma, mürailik ve kurnazlıklar, kadınla erkek arasındaki bağı durmadan destekleyip beslemeseydi eğer, her gün gözümüzün önünde ne kadar boşanma, ne kadar uğursuz olay görecektik. Ah, eğer yarınki güveyi, şimdi öyle alçak gönüllü, öyle temkinli görünen küçük Agnes’inin, düğünden çok önce oynadığı bütün oyuncukları özenle soruşturmak ihtiyatlılığını gösterseydi pek az evlenmenin gerçekleştiğini görecektik. Eğer, kocaların kayıtsızlığı veya budalalığı sevgili kadınlarının yapıp ettiklerini görmeyecek kadar gözlerini kör etmeseydi gerçekleşmiş olanlardan da bağını uzun müddet sürdürebilecek kaç tanesi bulunurdu?

      “Bütün bunlar delilikten başka bir şey değil.” demekte haklıdırlar ama yine de kadının kocasının hoşuna gitmesini sağlayan deliliktir; ev ocağında barışı koruyan, ayrılmalarla boşanmaları önleyen odur. Koca ile alay ederler, boynuzlu derler, pezevenk derler, ona taktıkları bütün adları ben nereden bileyim; oysaki o esnada zavallı adamcağız sadakatsiz kadının vefasız gözyaşlarını öpücüklerle kurutmaktadır. Ama kıskançlığın işkencelerine ve insanın içini kemiren kuruntularına kendini kaptırmaktansa, şiddetli ve feci sahneler yaratarak ortalığı karmakarışık etmektense, kendini o tatlı hataya kapıp koyvermek bin defa yeğ değil midir?

      21. Hasılı, ben olmasam