n dibinde, sayıları on iki bine ulaşan yavrularıyla torunlarını etrafına toplamış, onlara bir masal anlatıyordu:
“Bir varmış, bir yokmuş. Dağların kayaları arasından fışkırarak doğan ve dere hâlinde akıp giden bir suda, annesiyle birlikte yaşayan küçük bir Kara Balık varmış.”
Bu Küçük Kara Balık›la annesinin yuvası, üzeri yosunlarla örtülü siyah bir kayanın altındaydı. Yosunlar yuvaya çatı yapmıştı, balıkla annesi de bu çatının altında uyurdu geceleri. Küçük Kara Balık, ay ışığının evlerinin içini aydınlatmasını çok istiyor, bunun gerçekleşmesini dört gözle bekliyordu.
Anne balıkla yavrusu, sabahtan akşama kadar birbirlerinin peşinde gezer durur, bazen de diğer balıkların arasına karışır, ufacık yerde hızlı hızlı bir o yana bir bu yana gider gelirlerdi. Bu yavru kara balık, annesinin bir tanesiydi, çünkü annesinin bıraktığı belki on bin tane yumurtadan bir tek bu yavru sağ salim çıkıp hayata tutunmuştu.
Birkaç gündür, Küçük Kara Balık bir şeyler düşünüyor, çok az konuşuyordu. Bütün vaktini, tembellik ve isteksizlikle, o yana bu yana salınıp gezerek geçiriyor, çoğu zaman da annesinin gerisinde kalıyordu. Annesi, yavrusunun rahatsızlandığını ama çok geçmeden iyileşeceğini düşünüyordu. Lakin Küçük Kara Balık’ın derdi bambaşka bir şeymiş meğerse!
Bir sabah erken vakitte, güneş henüz doğmadan, Küçük Kara Balık annesini uyandırdı:
“Anne! Seninle kısa bir şey konuşmak istiyorum.”
Annesi uykulu gözlerle ona baktı:
“Yavrucuğum! Başka zaman mı bulamadın! Konuşacağın konuyu sonraya bırakalım, şimdi biraz gezintiye çıkalım, ne dersin?”
Küçük Kara Balık:
“Olmaz anne, ben artık gezinmek istemiyorum. Buralardan gitmeliyim.”
Annesi:
“Mutlaka gitmen mi gerekiyor?”
“Evet anne, gitmeliyim.”
“İyi de sabahın bu vaktinde, nereye gideceksin?”
“Bu derenin sonu nereye varıyor, gidip görmek istiyorum. Biliyorsun anne! Aylardan beri bu derenin sonunun nereye vardığını düşünüp duruyorum, ama henüz bu soruya net bir cevap bulamadım. Dün geceden beri gözümü hiç kırpmadım, hep bunu düşündüm. Sonunda da karar verdim, kendim gidip bakacağım ve cevabını bulacağım bu sorunun. Hem başka yerleri de görüp tanımak, oralarda neler olduğunu öğrenmek istiyorum.”
Annesi güldü:
“Ben de çocukken bu tür şeyleri çok düşünürdüm. Aman canım! Bu derenin başı da sonu da yok, olduğu olacağı bu gördüğün su işte. Dere hep akar durur ve bir yere de varmaz.”
“İyi de anneciğim, her şey sonuçta bir yere ulaşmaz mı? Gece de bir yerde biter, gündüz de bir yerde sonlanır; hafta da, ay da, yıl da…”
Annesi sözünü kesti:
“Bu boyundan büyük sözleri bir kenara bırak da hadi gel gezintiye çıkalım biraz. Şimdi dolaşma zamanı, bunları konuşma zamanı değil!”
“Olmaz anne, ben bu gezintilerden usandım artık. Biraz da uzaklara gitmek, başka yerlerde de ne olup bittiğini görmek istiyorum. Sen şimdi belki de bu sözleri birisinin gelip bana öğrettiğini düşünüyorsundur, ama emin ol ki ben epeydir kendi kendime bunları düşünüp duruyorum. Elbette şundan bundan da pek çok şey duyup öğrenmişimdir. Mesela şunu anladım; pek çok balık, yaşlandıkları zaman, ömürlerini boşu boşuna telef ettiklerinden şikâyet ediyor. Sürekli yakınıp inliyorlar, her şeyden devamlı şikâyet hâlindeler. Şunu gerçekten bilip öğrenmek istiyorum; hayat dediğimiz, şu bir avuç daracık yerde iyice yaşlanana kadar o yana bu yana gidip gelmek midir? Yoksa bu dünyada başka türlü bir hayat da mümkün müdür?”
Küçük Kara Balık sözlerini bitirince, annesi cevap verdi:
“Yavrucuğum! Aklını mı oynattın sen? Dünya… Dünya… Dünya dediğin nedir peki? Dünya dediğin şu içinde bulunduğumuz yerdir, hayat dediğin de işte bu yaşadığımız şeydir.”
Bu sırada, yakınlarında oturan büyük bir balık evlerine yaklaştı:
“Komşu! Ne diye çocukla tartışıp duruyorsun? Bugün dolaşmaya çıkmıyor musunuz?”
Küçük Kara Balık’ın annesi, komşusunun sesini duyunca evden dışarı çıktı:
“Ne günlere kaldık! Artık çocuklar annelerine akıl verir oldular!”
Komşu balık:
“Ne oldu ki?”
Küçük Kara Balık’ın annesi:
“Bak bu yarım akıllı nerelere gitmek istiyor! Sürekli, ben gideceğim, başka yerleri de görüp ne olduğuna bakacağım deyip duruyor! Boyundan büyük laflar işte!”
Komşu balık:
“Ufaklık! Sen ne zaman böyle âlim ve filozof oldun da bizim haberimiz olmadı hiç?”
Küçük Kara Balık:
“Hanım! Siz kimler için âlim ve filozof diyorsunuz, onu bilmem. Benim söylediğim şu; bu amaçsız gezintilerden artık usandım, bir daha da böyle dolanıp durmak, yalandan yere iyiymiş gibi görünmek, göz açıp kapayıncaya kadar sizler gibi yaşlandığımı görmek, sonra da ölüp gitmek istemiyorum.”
Komşu balık:
“Vay be… Şu laflara bak!”
Anne balık:
“Benim bir tanecik yavrumun günün birinde tutup da bana böyle karşı geleceğini hiç düşünmemiştim. Kim bilir hangi kötü fikirliler güzel yavrumun aklını çeldiler böyle!”
Küçük Kara Balık:
“Benim aklımı hiç kimse çelmiş değil. Benim kendi aklım ve mantığım var, düşünebiliyorum. Kendi gözlerim var, görebiliyorum.”
Komşusu, anne balığa yaklaştı:
“Hemşire! Şu salyangozu hatırlıyor musun?”
Anne balık:
“Evet ya, iyi dedin! Hep yavrumun çevresinde dolanır dururdu. Allah bildiği gibi yapsın!”
Küçük Kara Balık:
“Yeter artık anne! O benim arkadaşımdı.”
Annesi:
“Bir balıkla salyangozun arkadaşlığı! Doğrusu ilk kez işitiyorum böyle bir şey!”
Küçük Kara Balık:
“Ben de balıkla salyangozun düşmanlığını duymamıştım, ama sizler onu boğdunuz.”
Komşu balık:
“Bunlar hep eskide kaldı!”
Küçük Kara Balık:
“Eski lafların kapağını siz açtınız.”
Anne balık:
“Ölmeyi hak etti o. Şurada burada oturup nasıl laflar ettiğini unuttun mu?”
Küçük Kara Balık:
“O zaman ben de o lafları söylüyorum. Beni de öldürün madem!”
Neyse, başınızı ağrıtmayayım! Konuşma, tartışma seslerini duyan diğer balıklar da oraya geldi. Küçük Kara Balık’ın sözlerini duyan diğer balıklar da öfkelendiler.
Yaşlı balıklardan biri:
“Sana acıyacağımızı zannetme!”
Başka bir balık:
“Canı ufak bir dayak istiyor!”
Küçük Kara Balık’ın annesi:
“Çekilin kenara! Yavruma dokunmayın sakın!”
Balıklardan bir başkası:
“Hanım! Çocuğunu vaktinde gerektiği gibi terbiye etmiyorsan, cezasına da katlanacaksın!”
Komşu balık:
“Sizinle komşu olduğum için utanıyorum ben!”
Bir başka balık:
“Hadi daha fazla uzatmadan bitirelim şu işi. Onu da salyangozun