Samed Behrengi

Samed Behrengi Bütün Öyküleri


Скачать книгу

olduğunu gördü. Koyun ve keçi sürüsü suya yaklaşıyor, ağızlarını suya sokuyorlardı. Beee beee beee ve meee meee meee sesleri bütün suyu dolduruyordu o an.

      Küçük Kara Balık, koyun ve keçilerin su içmelerini bekledi. Onlar gidince de kertenkeleye seslendi:

      “Kertenkeleciğim! Ben Küçük Kara Balık’ım, bu derenin sonunu aramaya gidiyorum. Sen akıllı ve bilgili bir hayvana benziyorsun, bu yüzden de sana bir şey sormak istiyorum.”

      Kertenkele:

      “Ne istersen sorabilirsin.”

      Küçük Kara Balık:

      “Yolda giderken pelikan, testere balığı ve balıkçıl kuşlarının olduğunu söyleyip korkuttular beni. Bunlarla ilgili bir şeyler biliyorsan bana da anlatabilir misin?”

      “Testere balığı ve balıkçıl kuşları bu taraflarda görünmezler. Özellikle testere balığı denizde yaşar zaten. Pelikana ise hemen şu aşağılarda da rastlayabilirsin; ama onu görünce dikkat et, tuzağına düşüp de torbasına girmeyesin!”

      “Ne torbası?”

      “Pelikanların gagasının altında çokça su alan keseleri bulunur. Kuş suda yüzerken, bazı balıklar hiç farkına varmadan, onun kesesine girebiliyor; o zaman da doğrudan midesine yem oluyorlar. Tabii bir de pelikan o an aç değilse, kesesine giren balıkları yemeyip orada biriktiriyor, acıktığı vakit oradan yiyor.”

      ”O zaman, balık kesenin içine girdiğinde, bir daha dışarıya çıkabilmesinin bir yolu yok mu?”

      “Keseyi parçalamak dışında hiç yolu yok. Ben sana bir tane hançer vereyim, pelikan kuşu seni keseye attığında kullanırsın.”

      Kertenkele kayanın altındaki bir oyuğa girip kayboldu, sonra da elinde oldukça ufak bir hançerle çıkageldi. Küçük Kara Balık hançeri ondan aldı:

      “Kertenkeleciğim sen ne kadar şefkatli ve iyisin. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.”

      “Teşekkür etmen gerekmez canım. Bende bu hançerlerden daha çok var. Boş vakitlerimde, oturup, bitkilerin dikenlerinden bu hançerleri yapıyorum. Senin gibi akıllı ve bilgili balıklar uğradığında da onlara veriyorum.”

      “Yani benden önce de başka balıklar geçti mi buradan?”

      “Hem de epeyce balık geçti! Onlar şimdiye bir sürü oluşturdular bile, balıkçı adamı ciddi ciddi bunaltmaya başladılar.”

      “Çok afedersin, laf lafı açıyor. Çok gevezelik ettiğimi düşünmeyeceksen eğer, bir sorum daha var; balıkçıyı nasıl bunalttılar?”

      “Yani şöyle; balıkçı suya ağını attığı zaman, birlik olup hep beraber ağın içine giriyorlar, böylece ağı ağırlaştırıp denizin dibine çekip sürüklüyorlar.”

      Kertenkele, kayanın içindeki oyuğa kulağını dayayıp dikkatlice dinledi:

      “Ben artık müsaade isteyeyim, çocuklarım uyandılar.”

      Kertenkele oyuğun içine girip kayboldu, Küçük Kara Balık da mecburen yoluna devam etti. Ama kafasındaki soruların ardı arkası gelmiyor, kendilerini gösterip duruyorlardı: “Acaba gerçekten bu dere denize mi dökülüyor? Allah vere de pelikan kuşuyla karşılaşmasam! Testere balığı gerçekten de kendi gibi balıkları öldürüp yiyor mu? Balıkçıl kuşunun balıklara olan düşmanlığı nereden geliyor acaba?”

      Küçük Kara Balık, bir yandan yüzüyor, bir yandan da bunları düşünüyordu. Her bir anında yeni bir şeyler görüyor ve öğreniyordu. Kendini çağlayan sularla birlikte boşluğa bırakmak ve sonra da yüzmek artık çok hoşuna gider olmuştu. Sırtına vuran güneş ışınları onu daha da kuvvetlendiriyordu.

      Bir kenarda, ceylanın biri alelacele su içiyordu. Küçük Kara Balık ona selam verdi:

      “Güzel ceylan, ne acelen var senin?” diye sordu.

      Ceylan:

      “Peşimde avcı var, attığı mermilerden biri bana isabet etti. İşte bak!”

      Küçük Kara Balık, merminin isabet ettiği yeri görmedi, ama ceylanın aksayarak koşmasından, söylediğinin doğru olduğunu anladı. Bir yerde güneşin sıcaklığında kestiren kaplumbağaları gördü. Kekliklerin ötüşü derenin içinde yankılanıyordu. Yaban otlarının kokusuyla suyun kokusu birbirine karışıyordu.

      Öğleden sonra, derenin akış alanının genişlediği ve bir koruluğun içinden geçtiği bir yere vardı. Su o kadar fazlalaşmıştı ki Küçük Kara Balık ciddi ciddi keyif yapıyordu suyun içinde. Sonra da çok sayıda başka balıkla karşılaştı, annesinden ayrıldığından beri balıklarla ilk kez karşılaşıyordu. Birkaç ufak balık çevresini sardı:

      “Yabancı gibisin sanki, öyle mi?”

      Küçük Kara Balık:

      “Evet, yabancıyım; uzaktan geliyorum.”

      Ufak balıklardan biri:

      “Nereye gideceksin buradan?”

      “Derenin sonunu bulmaya gidiyorum.”

      “Hangi derenin?”

      “Şu an içinde yüzdüğümüz derenin.”

      “Biz buna nehir diyoruz.”

      Küçük Kara Balık bir şey demedi. Ufak balıklardan biri:

      “Yolun ilerisinde pelikanın oturduğunu biliyor muydun?”

      “Evet, bunu da biliyorum.”

      “Buna rağmen, yine de gitmek mi istiyorsun?”

      “Evet, ne olursa olsun gitmeliyim.”

      Çok geçmedi; uzak bir yerden gelen Küçük Kara Balık’ın nehrin sonunu bulmak için yola çıktığı ve pelikandan hiç korkusunun bulunmadığı söylentisi balıklar arasında yayıldı. Ufak balıklardan birkaç tanesi de bu yolculuğunda ona katılmaya niyetlendi, ama büyüklerinden korkularından bunu dile getiremediler. Birkaç tanesi de şu fikirdeydi:

      “Eğer yolda pelikan olmasa seninle birlikte giderdik, ama pelikanın kesesinden korkuyoruz.”

      Nehrin kenarında bir köy vardı. Köydeki kadınlar ve kızları, nehrin suyunda bulaşık ve çamaşırlarını yıkıyordu. Küçük Kara Balık bir süre bunların seslerine kulak kabarttı, bir müddet de suda yüzmekte olan çocuklara baktı, sonra yoluna devam etti. Gitti, gitti, gitti, sonunda gece oldu. Bir taşın altına girip uyudu. Gecenin bir yarısı uyandı, baktı ki ay çıkmış ve her yeri aydınlatmakta, mehtap suyun yüzeyine yansıyor.

      Küçük Kara Balık ayı çok severdi. Mehtabın suya yansıdığı gecelerde, yuvalarındaki yosunların arasından süzülüp dışarı çıkmak ve ay dede ile sohbet etmek isterdi. Ama annesi her seferinde uyanıp onu yeniden yosunların altına sokar ve yeniden uyuturdu.

      Küçük Kara Balık sudaki ayın yansımasına yaklaştı:

      “Merhaba, benim güzel ay dedem!”

      Ay:

      “Merhaba Küçük Kara Balık! Senin ne işin var buralarda?”

      “Dünyayı geziyorum.”

      “Ama dünya çok büyük, her yerini gezip görmen mümkün değil.”

      “Olsun, ben de gidebildiğim yerleri görürüm.”

      “Sabaha kadar senin yanında kalmak isterdim, ama koca bir siyah bulut yaklaşıyor, önüme geçip ışığımı kapatacak.”

      “Güzel ay dede! Ben seni çok seviyorum. Senin ışığın hep yüzüme vursun isterdim.”

      “Balıkçığım! Doğrusunu istersen benim kendi