Samed Behrengi

Samed Behrengi Bütün Öyküleri


Скачать книгу

valla, hiç görmemiştik.”

      Sahip Ali:

      “Hadi havuzun kenarına gidelim, suda serinletip öyle yiyelim, daha lezzetli olur.”

      Öyle büyük bir dikkatle götürdüler ki beni, sanki camdan yapılmıştım da en ufak bir sarsıntıda düşüp kırılıverecektim.

      Havuzun kenarı gölgelik ve serin bir yerdi. Söğüt ve kavak ağaçlarının varlığı öyle bir gölge yapıyordu ki, daha ilk nefeste serinliği ta çekirdeğime kadar içimde hissettim. Sonra dikkatli bir şekilde suyun içine bıraktılar, dört küçük nasırlı el suyun dibine gömülmemem için dikkatle suyun içerisinde tutuyordu beni. Su buz gibi soğuktu.

      Biraz dinlendikten sonra Polat arkadaşına seslendi:

      “Sahip Ali!”

      Sahip Ali:

      “Hı ne oldu?”

      Polat:

      “Diyorum ki bu şeftali var ya, çok para eder.”

      Sahip Ali:

      “He ya, eder!”

      Polat:

      “Eder demek yetmez. Ne kadar eder sence?”

      Sahip Ali durup düşündü bir süre.

      “Yani ben de çok para eder diyorum işte.” dedi.

      Polat:

      “Yani ne kadar eder?”

      Sahip Ali biraz daha düşündü:

      “Şöyle iyice bir soğutursak… Ama öyle adamakıllı soğutmalıyız ha… Bin Tümen eder.”

      Polat:

      “Sen de para yüzü mü görmüşsün sanki, bin Tümen de para mı yahu!”

      Sahip Ali:

      “İyi be, sen de maşallah hazinelerin başında oturuyorsun sanki! De bakalım kaç para eder?”

      Polat:

      “Yüz Tümen!”

      Sahip Ali:

      “Bin Tümen yüzden fazla değil mi?”

      Polat:

      “Hay canın çıkmasın! Ben kendi kafamdan mı uyduruyorum! Babamdan işitmiştim.”

      Sahip Ali:

      “Eğer öyleyse, belki ikisi de birdir ha! Ben de kafadan atmıyorum, babam demişti.”

      Polat hafifçe dokunup yokladı beni:

      “Ellerim dondu be! Bunu yeme vakti geldi artık.”

      Sahip Ali de usulca okşadı tenimi:

      “Hı hı, iyice soğumuş bu.”

      Böyle dedikten sonra, sudan çıkardılar beni. Sudan çıktığımda, dışarısının sıcaklığını hissettim birden. Artık bir an önce ısırıp yesinler istiyordum beni, yesinler de görsünler hayal ettiklerinden bile çok daha lezzetli olduğumu… Güneşten ve annemden aldığım tüm gıdaları, suyu ve sıcaklığı bu iki köylü çocuğunun bedenine ulaştırmak arzusundaydım.

      Polat ve Sahip Ali beni yemeye karar verdikleri sırada, bütün ömrüm boyunca kaç defa bir hâlden diğerine girdiğimi ve ileride kim bilir kaç defa daha gireceğimi düşünüp durmaktaydım. Kendi kendime şöyle düşündüm: “Bir zamanlar vücudumun zerreleri toprak ve su idi, bazıları da güneş ışığıydı. Annem bunların her birini azar azar topraktan emdi ve ta dallarının uçlarına kadar eriştirdi. Sonra annem tomurcuklandı, ardından çiçek açtı ve ben yavaş yavaş ortaya çıktım sonuçta. Vücudumdaki her bir zerreyi annemin bedeninden az az emdim ve sonra da güneşin ışınlarıyla karıştırıp bir araya getirdim onları. Böylece çekirdeğim, kabuğum ve bütün bedenim oluştu, sonuçta olgun ve sulu bir şeftali hâline geldim işte. Şimdiyse Polat ve Sahip Ali beni yiyecekler, bir süre sonra da her bir zerrem bu sefer onların etine, kemiğine ve saçına karışacaktı. Elbette, onlar da günün birinde ölüp toprağa karıştıklarında, bu sefer bedenimin zerreleri ne olacak, başlarına neler gelecekti?”

      Çocuklar karar verdiler, yiyecekler beni. Sahip Ali beni tutup Polat’a uzattı.

      “Bir ısırık al.” dedi.

      Polat bir ısırık aldı ve beni Sahip Ali’ye uzattı, bir yandan da dudaklarını emip yalanmaya başladı. Sahip Ali de bir ısırık aldı ve tekrar Polat’a verdi beni. Tam da kendi kendime düşünüp kurduğum gibi, tadım damaklarında kalmıştı işte.

      Bedenimin yumuşak kısmı yavaş yavaş kayboluyordu ortadan, ama çekirdeğim yepyeni bir hayatın düşü içindeydi şimdi. Bir dakika kadar sonra şeftali olarak benden geriye pek bir şey kalmamıştı. Ama çekirdeğim ne zaman ve ne şekilde yeniden yeşerebileceğinin hayalini kurmaktaydı. Ben işte böyle, belirli vakitlerde hem bir yandan ölüyor hem de diğer taraftan yeniden diriliyordum.

      Polat son bir kez daha benden geri kalanı ağzına aldı ve son zerreme kadar etimi çekirdeğimi emdi. Beni iyice emip ağzından çıkardığında ise artık şeftali değildim. Bir çekirdekten ibarettim, canlı bir çekirdek… İçinde yepyeni bir hayatın tohumunu saklayan, sert kabuklu ve canlı bir çekirdek…

      Tek ihtiyacım olan, kabuğumu çatlatıp filizlenmek için nemli bir toprağın altında birazcık dinlenmekti.

      Çocuklar dilini damağını yalanıp da parmaklarını da birkaç kez iyice emdikten sonra, Polat “Şimdi ne yapacağız?” diye sordu arkadaşına.

      Sahip Ali:

      “Gidip suya girelim.”

      Polat:

      “Çekirdeğini de yemeyelim mi?”

      Sahip Ali:

      “Onun için ayrı bir planım var, bırak kalsın”

      Polat bunun üzerine beni söğüt ağacının dibine bıraktı, sonra geri geri yürüdü ve koşa koşa suya yönelip, sırtüstü havuza atladı. Suya atlarken dizlerini karnına kadar çekmiş, elleriyle de dizlerini sarıp tortop olmuştu. Bir anlığına suya dalıp gözden kayboldu, sonra el ve ayaklarını çırparak ayağa kalktı. Bu arada etrafındaki çamurlar da havalanıp suya karıştı. Su çenesinin altına kadar erişiyordu. Yosunlar suyun üzerinde, başından, kulağından ve yüzünden sarkıyordu.

      Sahip Ali:

      “Polat yüzünü diğer yana doğru çevir.”

      Polat:

      “Niye ki, pantolonunu mu çıkaracaksın?”

      Sahip Ali:

      “Evet, babam yine yüzmeye geldiğimizi anlamasın. Çok döver yoksa beni.”

      Polat:

      “Daha öğleye kadar vaktimiz var eve dönmek için.”

      Sahip Ali:

      “Ne öğlesi ne vakti, tependeki güneşi görmüyor mu gözün?”

      Bunun üzerine Polat başkaca bir şey demedi ve yüzünü diğer tarafa doğru çevirdi. Sahip Ali’nin suya atladığını çıkan sesten anlayana kadar da ona doğru bakmadı. Sonra birlikte yüzmeye başladılar, suyun altına daldılar ve birbirlerine su sıçratıp oynadılar havuzun içinde. Bir süre sonra, artık vaktin tamam olduğuna kanaat getirip sudan dışarı çıktılar. Polat pantolonunu birkaç sefer sıkıp suyunu akıttı. Beni de söğüdün dibinde koydukları yerden alıp yola koyuldular. Bağın dış duvarının üstünden atlayıp diğer tarafa geçtiler. Köyün evleri, ağanın bağından uzak bir yerdeydi.

      Polat:

      “Evet, çekirdek için bir planın olduğunu söylemiştin.”

      Sahip Ali:

      “Biraz gölge insin