Ахмет Мидхат

Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş


Скачать книгу

gördüğü azarla sürülmesi üzerinden birkaç gün kadar zaman geçmiş olması farz edilmemelidir. Osman Bey’in, Mesut Ağa yanından çıkıp gitmesi üzerinden üç saat geçmeksizin Selim dahi Üsküdar menzilhanesinden kiraladığı menzil beygiri ile Üsküdar’dan çıkıp gitti.

      Mesut Ağa’nın pek küçük bir kabahatten dolayı Selim’e bu kadar şiddet göstermesine şaşmak için daha başka bir cihet vardır. Şöyle ki:

      Ertesi sabah dünkü verilen emir üzerine Meddah İsmail ve esircinin varışını Mesut Ağa bin canla bekleyerek bunlar gelir gelmez aza çoğa bakmayıp hemen pazarlığı keserek meddahın dahi eline birkaç altın sıkıştırdıktan sonra esirci ile beraber Üsküdar’ın büyük iskelesine indi. Mesut Ağa’yı görür görmez Kayıkçı Kulaksız Mehmet kayığı yanaştırıp ikisini de bindirerek Mesut Ağa elini birkaç defa Tophane taraflarına doğru sallamakla o tarafa çekip denize açıldı.

      Burada Kulaksız Mehmet hakkında şu kadarcık izahat verelim ki Kulaksız Mehmet’in müşteri alarak bir tarafa götürdüğünü Üsküdar İskelesi’nde gören bile yoktu. Akşama kadar kayık içinde iskele başında bekleyip eğer Mesut Ağa gelirse onu alır, istediği yere götürür ve gelmezse saat birden sonra kayığını çekip yine kayıkhanede yatardı. Hele çok defa gece yarılarında dahi Mesut Ağa için kayık indirdiği vardır. Parasıyla değil mi? Elbette bu yolda hareket eder. Lakin şu tarifte görülen ehemmiyet küçük olsun büyük olsun Kulaksız Mehmet için midir? Yoksa Mesut için mi?

      Kayık denize açıldıktan sonra aradan bizim Kulaksız Mehmet’in hâlini tarif edecek kadar da zaman geçmeden artık Üsküdar İskelesi’nde bulunanların gözlerine deniz üzerinde bir mürekkep şişesi kadar görünmeye başlamıştı. Tophane’ye vardılar. Mesut Ağa’nın, Kulaksız Mehmet’e kendini orada beklemesi hakkında emir vermesine gerek var mı?

      Esirci ile beraber gittiler. Aradan yarım saat sonra Mesut Ağa yanında bir cariye ile geldi. Kayığa bindi. Bu defa dahi Marmara Denizi tarafını göstermiş idi. Gittiler gittiler… Kadıköyü’nü falanı geçtiler. Moda Burnu’nu dönüp Adalar üzerine saldırdılar. Hayırsız Adalardan birisine yanaştılar. Mesut Ağa cariyeyi çıkarıp kendisi dahi çıkarken “Bu kıymetli hınzır sağ kalırsa benim başımın kesildiği gündür, dünyadan vücudu kalkarsa benim de canıma kıydığım gündür!” sözünü yalnız Kulaksız Mehmet işitmişti. Kızın kolundan tutup adanın içerilerine doğru yürümeye sevk etti. Tophane İskelesi’nden hareketlerinden beri ağzından tek harf çıkmayan biçare kızcağız yalnız Mesut Ağa kolundan tuttuğu zaman “Aman ayaklarını öpeyim canıma kıyma!” sözü çıkıp Mesut Ağa dahi “Sana kıymak bana kıymak, sana kıymamak yine bana kıymak demektir yürü bakalım!” azarlayıcı hitabıyla kızı Kulaksız Mehmet’in gözünden kayboluncaya kadar götürdü. Yarım saat kadar zamandan sonra Arap yalnız gelip kayığına binerek Üsküdar’a döndü.

      Taş yürekli Arap! Acaba kızcağıza ne yaptı?

      İKİNCİ BÖLÜM

      Bu kız kimdir?

      Şüphemiz yoktur. Osman Bey’in almış olduğu haber doğrudur. Bunu biz daha Selim’in kovulmasından anladık. Bu kız Osman Bey’in aradığı firari Nergis’tir. Nasıl kaçtığına bakalım:

      Osman Bey, Veysel Efendi’nin dar-ı dünyada bir oğludur. Terbiyesine o kadar ihtimam edilmiştir ki çocuğa “melek” desek her hâlini tarif etmiş oluruz.

      Haremde Veysel Efendi’nin iki odalığından başka iki de cariye vardı. Bunların birisi henüz on üç yaşına varmış olan Nergis ve diğeri dahi on beşini geçmiş bulunan Çeşm-i Afet idi. Nergis sekiz yaşından beri Osman ile büyümüş olduğundan çocukların birbirini kardeş gibi sevdikleri hâlde genç oldukları zaman birbirlerini can ve canan gibi sevdiler.

      Nergis için bir şiddetli muhabbet dahi Hadım Veysel Ağa’nın yüreğinde vardı. Veysel Ağa için bu muhabbeti çok garip görmemelisiniz. Çünkü kendisini hadım ettikleri zaman göğsünün sol tarafını yarıp da yüreğini çıkarmamışlardı. Bu muhabbet gereğince Nergis’in Osman Bey’e gösterdiği aşk ve muhabbet eserlerine vâkıf olduğu zaman muzdarip olmadı denilemez. Oldu. Fakat Osman Bey dahi kendi elinde evladı gibi büyütmüş olduğu ve Nergis’i ne kadar sevmiş olsa bir çeşit ümit beslemeyeceğinden bu iki gencin hakkıyla sevişmesine müsait bulunmak yoluna giderek Mesut Ağa için takdir edemeyeceğimiz bir zevk alışa yol açmaya başlamıştı. Hele aradan biraz vakit geçtikten sonra Mesut Ağa velinimetzadesinin Nergis’e gösterdiği özel muameleler üzerine Nergis hakkındaki eski muhabbetini bütün bütün başka bir şekilde bulmuştu; Osman Bey’e hem evlat hem velinimet nazarıyla baktığı cihetle Nergis’e dahi şefkatli bir babanın pek sevdiği gelin veyahut sadık bir kölenin pek ziyade hürmet ettiği hanımı hakkında hissettiği muhabbeti kırk elli kat büyütür isek ne miktara erişirse işte o nispette bir muhabbetle bakardı.

      Güzel ama her kalp kendi hissiyatında mutlak hürdür. Osman Bey ise hissi en az olan kalbin bile meylini çekecek güzellerdendi. Dolayısıyla Çeşm-i Afet dahi Osman Bey’i çeşm-i afetine1 kestirdi. Nergis’ten ziyade aşk ateşiyle yanıp tutuşmaya başladı. Osman Bey’in, Nergis’e olan muhabbetinin derecesini tabii olarak keşfetmiş olduğu cihetle kendi hâlini arz etmeye bir müddet muvaffak olamadı.

      Güzel ama âşık için öylece sessiz durmak mümkün müdür? Heyhat!..

      Bir gün Çeşm-i Afet ne olursa olsun göze aldırıp tenhada rast getirdiği Osman Bey’e içini döktü. Çocukluktan beri Nergis’e bağlanmış olan bir kalbi çözmek mümkün olur mu? Zaruri ret cevabı aldı. Bu hâlde Çeşm-i Afet gibi bir âşığın teşebbüs edeceği şey nedir? Elbette intikam! Biz burada yaşananları gayet kısaca geçtik. Zira bu yaşananların tafsilatına kimse vâkıf değildi. Hatta Veysel Efendi ile karısı Şehime Hanım’ın hiçbir şeyden azıcık olsun haberleri yoktu. Şimdi bir sabah Çeşm-i Afet, Veysel Efendi’nin kahvesini verip fincanını almak için beklediği zaman ezilerek, büzülerek, yutkunarak, tıkanarak Veysel Efendi’ye şöyle bir sır açtı:

      Ç: “Efendim size bir şey söyleyeceğim ama korkuyorum.”

      V: “Ne söyleyeceksin? Bir şey söylemek için korkmak nedir?”

      “Söyleyeceğim ama benden işitmiş olmayınız, çünkü iş büyüktür.”

      “Kız ne olmuş bakalım? Bir bildiğin, gördüğün mü var?”

      “Evet efendim! Bizim Nergis’in işini haber vereceğim.”

      “Nasıl iş?”

      “Küçük beyefendiye fena kastı var.”

      (gözlerini fırlatarak) “Ne dedin?”

      “Evet efendim! Ya zehirlerim ya başına bir satır vurup…”

      (heyecanla) “Ha?”

      “Öyle efendim. Sebebi kıskançlık.”

      “O nasıl söz?”

      “Çünkü Osman Bey’i seviyor. Beye birkaç defa hâlini açmış. Bey ‘Sen benim kardeşimsin öyle şey olmaz!’ demiş. O da bey, beni seviyor zannetmiş. Şimdi ya beye ya bana kastedecekmiş. Hatta ne bileyim ama Mesut Ağa dahi…”

      “Mesut’a ne olmuş?”

      “O da Nergis’i sever mi imiş? Ne imiş? Hasılı efendim pek iyi anlayamadım. Fakat Nergis’in niyetinin pek fena olduğunu bilirim.”

      Veysel Efendi Çeşm-i Afet’ten şu sözleri işittiği zaman ciğerparesi, dar-ı dünyada bir evladı için nasıl ehemmiyetli davranmış olduğunu ayrıntılarıyla anlatmak beyhudedir. Konaktan kovulmasına derhâl karar verdi.