Скачать книгу

böyle bir nazar ve hâl ile yatsıdan sonra halkın yatmasına kadar sabredip sonra ihtiyaten yanına yalnız bir süslü hançer alarak lalasının evine can attı. İşte Üsküdar için Osman Bey’in kaybolduğu saat o saat oldu.

      Ertesi sabah Osman beybabasının konağında görülmediği gibi lalasının evinde de bulunmayınca anasının babasının telaşları kâfi idi. Akşam olup da çocuk konağa yine gelmeyince ve ertesi gün dahi izi belli olmayınca telaş ve heyecan arttıkça artıp her tarafta tellallar bağırtılarak yine bir ipucu alınmadıktan ve özellikle Mesut Ağa tarafından yapılan inceden inceye araştırmalar üzerine Osman Bey, falan sabah erkenden iskele kahvesi önlerinde görülmüş ve o gün akşamüzeri Kız Kulesi akıntılarında bir insan leşi balıkçılar tarafından görülmüş olduğu anlaşılıp çocuğun kendisini denize attığına hüküm verildikten sonra artık konak içinde bir vaveyladır koptu. Annesi ile babasının feryadı ve figanları ayyuka çıktı. Konak içinde karalar giyilip haftalarca yas, matem tutuldu. Lakin ne fayda? Her yerde böyle yaslar, matemler tutulur ama biraz vakit sonra meyuslar teselli bulmaya, yavaş yavaş gönül ızdırabı dahi geçmeye başlar, derken yine eğlence demleri gelir. Müteveffayı yalnız geceleri -o da hatırlarına gelirse- anmaya başlarlar.

      Osman Bey’in kayboluşu üzerine uzun kulaktan iki malumat aldık ki bir dereceye kadar dikkate değerdir. Birisi şu ki:

      Osman Bey baba evinden kaybolduktan beş gün sonra bir sabah erkenden Üsküdar Mezarlığı yanında bir ihtiyar Arap karısı ile yanında bir genç kız görülmüş. Oradan geçen iki yeniçeri, genç kıza sataşmak istemişler. Arap kendilerine ilişilmemesini bunlardan ne kadar rica etmiş ise de fayda vermemiş. Kız dahi bir hayli ricada bulunmuş. Yine fayda vermeyince Arap, “Sizi gidi çapkınlar! Ben bir babalı Arap’ım. Size ettiğim rica makbule geçmez ise ikinizin de kanını içebilirim!” diye belinden uzun bir kama çıkarıp yeniçeriler üzerine saldırmış ve yeniçeriler hamamcı olup hamama gitmek üzere bulundukları ve üzerlerinde silah bulunmadığı cihetle kaçmaya mecbur olmuş. Tuhafı şurası ki Arap kamayı çektiği zaman genç kız dahi feracesi altından bir hançer çıkarıp cenge hazırlanmış. Ne ise yeniçerilerin ellerinden kurtularak Selimiye’ye doğru gitmişler.

      Yeniçeriler bu vakayı Toptaşı Hamamı’nda anlatmışlar imiş. Vakanın diğeri ise pek gizli olup onu biz nasılsa keşif yollu öğrenebildik. Şöyle ki:

      Kuzguncuk tarafında bulunan bir bağ içinde bahçıvanlık eder bir Tüysüz Mehmet vardı. Pek de layıkıyla malum değil ama bu bağ, Mesut Ağa’nın malıdır. Tüysüz Mehmet ne olduğu belirsiz bir adamdır, ancak bir rivayete göre Tüysüz Mehmet, Mısır’da kölemen beylerinden birisinin ak ağası iken meğer iktidarsız olmayıp yalnız tüysüz olduğu sonradan bir cariye ile geçen maceradan anlaşılmış olmasıyla Tüysüz güç bela ile başını kurtarıp İstanbul’a can atabildi.

      İşte sözü edilen bağda bir cuma günü Mesut Ağa ile Tüysüz Mehmet arasında şöyle bir konuşma gerçekleşmiştir:

      Mesut: “Nasılsa Osman Bey’i de ahirete gönderdik.”

      Mehmet: “A! İşte buna acıdım.”

      “Ne yapalım. Başka çare bulamadık. Kendisi istedi.”

      “Ben ise gerçekten denize atılmış olduğuna inanmıştım, ama yine acıdım.”

      “Ah domuz köse! Sen vaktiyle Nergis’e dahi acımıştın ya!”

      “Vallahi efendim, onda benim kusurum yoktur. Ben yalnız o sırrı kimseye söylememesini ve söyler ise öldüğü gün olacağını açığa vurdum. O da korkmuş, kaçmış.”

      “Ben senin ne zayıf yürekli olduğunu bilmez miyim? Senin de canın benim elimdedir ama bakalım ne zaman.”

      “Hayır efendim! Benim en büyük saadetim sizin ellerinizdedir ama bakalım Allah dünyanın fırıldağını bizim tarafa ne zaman çevirecek.”

      İşte biz art aradan3 Osman Bey hakkında şu iki malumatı alabildik ki birincisi sırlardan haberdar olmayanlar için hiçbir şeye yaramaz ve ikincisi dahi bir bağ içinde iki adam arasında cereyan eden sohbetçikten ibaret olmakla ona dahi kimse vâkıf olamazdı.

      Bizim nemize lazım? Artık Osman Bey’i anası babası dahi unuttuğu hâlde biz mi arkasını arayıp duracağız! Biz kendi eğlencemize bakalım; hazır şu gün Mehmet’in hâlinden bahis açmıştım. O konuda söylenegelen bazı şeyleri dinleyerek kendimizi eğlendirelim:

      Tüysüz Mehmet’in bahçıvanlık ettiği bağ halk içinde adı geçtikçe tuhaf bir tebessüme yol açan garip bir yer idi. Aralıkta bir ihtiyar karı, koltuğu altında bohçalar ile oraya gelir, Köse Mehmet’e eşyasını saklatırdı. Bir de Arap karısı vardı ki Köse Mehmet ile gizli bir aşüfteliği olduğu hâlinden alenen görülürdü. Bahçeye girdikçe “Oğlan Köse” hitabıyla söze başlar ve pek sevdiği zamanlar manda pençesi gibi pençeleriyle Mehmet’in ensesine tokat vururdu. Bu Arap’ın, Köse Mehmet’e ettiği eza ve cefa o kadar fazla ve Köse Mehmet’in dahi Arap’a muhabbeti, hürmeti, itaati o kadar fevkalade idi ki şu hâl Kuzguncuk ahalisi arasında darbımesel hükmüne girip birisi diğerinin şakasına sebepsiz tahammül edecek olsa şaka eden “O! Sen de artık beni Köse Mehmet, kendini Arap karısı mı zannettin?” derlerdi.

      Köse Mehmet bahçenin mahsullerinden pek az bir miktarını ucuz bir bedel ile Üsküdar cuma pazarında satıp mahsulün çoğunu Ahmediye’de bir konağa götürüp gerek veresiye ve gerek peşin para ile satardı. Hatta bu dahi halk içinde darbımesel yerine geçip malını satmak kaydında olmayanlara “Herifin Köse Mehmet’in müşterilerinden daha yağlı müşterisi varken malını satmakta kaygı mı duyar?” derlerdi.

      Bahsi geçen Arap karısının Tüysüz Mehmet’e aralıkta gelip giden kocakarı ile dahi muamelesi pek laubalice idi. Köse’ye nasıl nazlı nazlı eşek şakaları eder idiyse ihtiyar kadına dahi aynı muameleyi ederdi. Hatta bazı kere bağ içine kocakarı ile girdiği görüldüğü gibi aralıkta bir ikisi birlikte çıktıkları olurdu.

      Bazı vakitler olurdu ki bu Arap karısı ile kocakarı bahçede şaka ederlerken konudan komşudan adamlar dahi toplanıp bunların seyrine bakar ve edilen nazlardan ve eşek şakalarından dolayı gülmekten kırılırlardı. Fakat bu Arap karısı ile kocakarı şu Tüysüz Mehmet’ten ne umarlardı? Bazı bazı Mehmet’in kulübesinde yattıkları dahi olurdu.

      Bakılsa mahalle halkının velev Arap olsun velev ihtiyar olsun bir bekâr herifin bağ kulübesinde kadın misafir yatmasına rıza göstermemesi lazım gelir idiyse de bunlar öyle hatırı sayılır güruhtan olmayıp âdeta pek açık ayaktakımından bulundukları cihetle o kadar da kendilerine ehemmiyet vermezlerdi. Hem mahalle halkı niçin bunlara itiraz etsin ki; mahallelerinin en büyük eğlencesi bunlardı.

      Hatta bazı bazı Tüysüz Mehmet bağdan kaybolduğu ve kendisi bağda olmadığı zamanlar ne Arap karısı ne de kocakarı geldikleri cihetle bağ pek ıssız kaldığından mahalle ahalisi âdeta eğlencesini kaybetmiş mahzun çocuklar gibi kalırdı.

      İşte bizim Mehmet böyle bir adamdı. Fakat bu tariflerden kendisini o kadar aşağı bir ayaktakımı zannetmeyiniz. Çünkü aralıkta bir Ahmediyeli Mütevelli Veysel Efendi’nin hadımağası Mesut Ağa dahi Mehmet’in bağına gelip kendisiyle şakalaşırdı.

      Bir rivayete göre Tüysüz Mehmet’in bağına gelip giden kocakarı Karagümrük semtinde yaşlı Arapların mayanga tabir olunur toplantı yerine gelir gider bir babalı Arap karısının yoldaşı ve kılavuzu imiş ki bu karı mayangada bulunan Arapların haber verdiklerine göre bir paşa konağından gelir ve nereye ve hangi konağa giderse bu kocakarı ile gidermiş. Bakınız bizim Tüysüz Mehmet’in nerelere kadar eli varıyor? Tuhaf bir adam değil miymiş?