Hüseyin Rahmi Gürpınar

Gönül Ticareti


Скачать книгу

Nüzhet’in sarı saçlarından başka tutunacak bir delil hüccetim yok.

      Düşünüyorum: Dünyada hiçbir sır ebediyete kadar gizli kalmaz, mutlaka bir patlak verir. Bunun vakit ve saatini beklemeli. Gerçek iyice meydana çıkarsa ne yapacağımı da bilmiyorum. Silaha davranmak neye yarar? Kadını öldürsem çocuk yine aileye kalacak. O masuma kıymak da büsbütün cinayet olur. Beni çileden çıkaran bir hâl daha var. Karım benden olan iki oğluna karşı âdeta bir üvey ana kayıtsızlığındadır. Fakat Nüzhet’in üzerine bütün şefkatiyle titrer. Gösterdiği bu üstün tutma hepimizi kıskandırır. Ailemize karışarak ana yüreğinden öz çocuklar için olan sevgi payını zorla alan bu yabancının bizden büsbütün ayrı bir yaratık olduğuna bu da bir delil değil mi?

      Ara sıra kendimi tutamam, dalaşırım:

      ‘Hanım, Nüzhet öz çocuğun da ötekiler üvey mi?’

      Duygularını bir gülümsemeyle örtmeye çalışarak:

      ‘Üçü de evladım ama Nüzhet nazik yapılıdır. Her şeyden çabuk müteessir olur. Ayrıca bakım ister.’

      ‘O bize benzemez!’

      ‘Benzemez. O, Rabb’imin gökten indirdiği bir melektir!’

      ‘Onu âdeta Meryem Ana kutsallığıyla doğurdun. Çiçek koklayarak!’

      Karım hiç üstüne alınmadığı dokunaklı sözümün şeklini değiştirerek tekdire geçer:

      ‘Aman öyle söyleme! Nüzhet’in Mesih’e benzemesini istemem. Çocuğunun üzerine neler yoruyorsun öyle?’

      Dikkat ediyorsunuz ya? Çocuğunun üzerine! Karımın piçi bana mal etmeye uğraşan bu cesur iftirası önünde gönlüm bulanır, yüreğim daralır. Hemen haykırmak isterim:

      ‘O çiçekten değil, bir erkekten doğdu, o da ben değilim!’

      Fakat yarayı neşterleyip de cerahatleri ortaya saçmanın daha sırası gelmediğini düşünerek yüreğimin taşan zehirlerini tekrar içime sindirir, susarım.

      Sonunda karımın cinayeti üzerine şafak attı. Birdenbire doğan güneş gizliyi aydınlatıverdi. Mallarının çokluğu, parasının bolluğu dillere destan olan, padişahın yakınlarından Vahip Paşa öldü. Bütün malını mülkünü kanuna uygun, kanuna aykırı çocukları arasında bölüştürürken bizim Nüzhet’e de ayda dört yüz lira getirir koca bir apartman düşmüştü. Etrafımı saran rezaletin ağırlığı altında ezildim. Bir kuyu kazarken üzerine toprak çöken kuyucu gibi bunaldım. Bu ağır namus yükünü silkinip de üzerimden nasıl atabilecektim?

      Böyle felaket anlarında intikam heyecanının ilk şiddetine kapılanlar işi kama veya kurşunla temizlerler. Ben bu kadar basit olmak istemiyordum. Tuhaf şey, bilmezlikten gelme maskelerini atarak karımla ilk yüzleşmemizde, sandığım kadar hiddet, şiddet görülmedi.

      Bahire çok tabii bir jestle ‘Nihat…’ dedi. ‘Çektiğin şüphe acılarını her gün gözlerinden okuyordum. Fakat ne bende gerçeği söylemeye ne de sende onu açıkça sormaya cesaret bulundu. Bugün sır, bir volkan fışkırışıyla kendini ortaya attı.’

      Karımın bu kadar soğukkanlı, heyecansız ve korkusuz sözleri karşısında ben büsbütün alıklaştım. O, söyleyip duruyordu:

      ‘Eski ahlaktan yeni ahlaka geçiyoruz. Böyle olan şeylerde, herkes kendi ruh terbiyesi, asillik veya vahşiliğini gösterir. Bu önemli sosyal dönüm alışıksızlığının elbette çok kurbanları olacak, insanlar arasında vahşilikle medenilik düellosu daha çok zaman sürecektir. İstersen hamal Memo gibi bıçağını çek, kanımı dök. Üzerine fışkıracak kızıl kanla kocalık namusunun temizlendiğine inan.’

      Karımın, beni yeni morale aşılamak, idmanlandırmak isteyen bu sözleri karşısında taş kesildim. O anda ben ne olmalıydım? Hamal Memo mu yoksa havsaladan kurtulmuş geniş düşünen medeni bir mösyö mü? Başım dönerek bu dönüm yerinde durdum. Düşünüyordum. Nereden nereye gidiyorduk? Nikâh, kanuna uygun karılık kocalık, eski aile hayatı vakitlerini yaşamış birer tarih oyununun perdeleri gibi gözlerimin önünde açılıp kapanıyordu.

      Benim çenem kilitlendi, karım söylüyordu:

      ‘İnsan kumru tabiatında bir monogam değildir. Erkek ve kadın çiftlerin hercailiğe esirlikleri yaratılıştan beri vardı. Bazı evliler arasında dumanı gizli tütüyordu. Şimdi açığa vurdu. İkiyüzlülük kalkıyor. Bu, daha doğru, belki de daha ahlaklı bir şey değil mi? İnsanların yasası doğa yasalarına üstün gelebilir mi?’

      Heyecan azabıyla tutulan dilimi açmaya uğraşarak tıkana tıkana ‘Bahire…’ dedim. ‘Özrün kabahatinden büyük! Hamal Memo olmayacağım fakat senin istediğin gibi havsalasız bir mösyö de olmayacağım. Şurada iyi bir aile kurmuştuk, iki oğlumuz da bu bağı kuvvetlendirmişti. Bu mutluluğu ne gibi bir zevkin sürüklemesine feda ettiğini anlayamıyorum.’ Karım gittikçe ataklığı artan bir anlatışla:

      ‘Dur anlatayım. Bu işte zevk, lezzet, neşe yok. İşlediğim suçta zerre kadar bir cinsel zevk ve sevdaya kapılmış değilim. Çünkü senden yaşlı olan o adamın hiç de gönül çekecek bir sevimliliği yoktu.’

      Memolaşıp hemen yumruğumu kaldırarak haykırdım:

      ‘Ya bu cinayeti hangi duyguya kapılarak işledin?’

      Karım bir trajedi mahzunluğu alarak:

      ‘Nihat, senin doksan lira maaşınla geçinemiyorduk.’

      ‘İffetini satarak mı geçinmek istedin?’

      ‘İşte gördün ya, pahalıya sattım. Bugünkü ekonomik cinayetlerin arasında bu benimki çok zararsız bir gönül ticareti sayılır. Ben bunu vicdanımdan fetva alarak yaptım. Pişman değilim. O adam öldü, bu işten vücudumda bir eksiklik yok. Ben yine senin karınım. Nihat, zamana göre yenilenmelisin. Eski havsalaya bugünün anlayışı sığmaz.’

      ‘Artık kısa keselim, dayanabileceğimin sonuna geldim! Al piçini, defol! Burada bırakacağın oğulların için de ölmüş bir anasın!’

      Hâlime acır bir bakışla karımın son sözü şu oldu:

      ‘Yalnız kendimizle ilgili olan her olayı ne kadar can sıkıcı olursa olsun öfkeyle değil, bundaki çıkarlarımızın milimetreleriyle ölçerek ona göre davranmaya kalkışmalıyız. Nihat, sıkıntın arttığı günlerde beni hatırla.’ ”

      Birkaç saniye dinlendikten sonra, karşımdaki, sözünün alt tarafım tıkanır gibi bir sıkıntı içinde şöyle yürüttü:

      “Çok sıkıntılı günlerim oldu. Onu hatırladım ama başvurmadım. Elimi bir uzatsaydım avcum parayla dolacaktı. Kirli bir yerden gelen paranın yasal olmaması önündeki irkilti bize nereden geliyor? Duyulursa âlem ne der çekintisinden. Bu çekinme olmasa, yani dışarıya bir sızıntı çıkmayacağı sağlamca bilinse namusu okşayarak bu hediyeyi kabule razı etmek olabilecek sanırım. Eski ve yeni adamın da gizli psikolojisi budur, değil mi? Karımın bu lütufkârlık şeklindeki hakaretine karşı da el kaldırmadım. Şimdi o karıştığı monden hayatın şıklığı içinde, parasına, güzelliğine ah çekenlerin rekabetleri arasında daha genç, şen, ferah içinde, kaygısız yaşıyor. Refahı kuran maddelerin hangi zehirli ticaret kaynaklarından geldiği hiç de önemli bir şey değil. Zenginlik, sahibini yaşattığı anlarda eski ve yeni günahların bütün kirlerini de yıkıyor. Karım, ailemizin yarı sefil hayatına ortak olmaktan ayrılmamış olsaydı yokluk çekecekti. Düşmenin getirdiği maddi rahatı kadın değerinin sözden ibaret manevi mükâfatına feda etmiş olacaktı. Geleneklerden doğan moral prensipleri, hayat yollarının zikzakları içinde ara sıra böyle bir kızak hızıyla bayır