zaman babanızdan, annenizden, eşinizden, çocuklarınızdan, sevdiklerinizden, dostlarınızdan, herkesten -üstelik kendinizden-kaçmak istersiniz. İşte öyle zamanlarda ben ona, o yegâne dostuma başvururum. Aramızda tek bir konuşma bile geçmez. O beni kendisine sürükleyen bütün sebepleri ayrıntılarıyla bilmektedir. Bir saniye içinde buluşup görüşme fasılalarının hepsini birbirine bağlayan bir yaklaşmayla buluşmuş oluruz. Beni hemen felsefesinin kanadına alır, bir aşamada bugünden oluşmuş bulunan çevrenin ve zamanın üstüne çıkarır ve bana bugünü oradan, uzaktan, gerçek bir deyimle eskimiş bir tarihin ötesinden gösterir.
Kimi zaman yan yana, sessizliğin içtenlikli bir öpüşmesinde, ruhlarımızı dinleyerek dururuz kimi zaman gezintiler yaparız ve onun konuşkanlığına ortam hazırlayan cümleciklerle kendisini uzun uzun konuşmaya hazırlarım. Bir kez onu başlattıktan sonra bir yağmurun altında ıslanmaktan hoşlanan bir çöl yolcusu zevkiyle mutlu olurum.
Bu gezintilerde bütün görünenler ve duygulanmalar alanı, bütün varlıkların arsası ve bütün geçmiş ve gelecek ufukları hayalimizin görkemli köşküdür. Birbirimize her noktada ve her tarihte bir buluşup görüşme yeri belirleyebiliriz. Ve hemen orada, ben yürek çarpıntısıyla dolu, taze etkilenmelerin sıcaklığını; o, aynı olgu hakkında üzerinden zaman geçmiş bir değerlendirme tarzının ılımlı sessizliğini getirerek bir araya gelmiş oluruz…
İşte kaç yıldır hayatı açıkça bir ortaklıkla yaşıyoruz. O önce benliğimin altında açık seçik ama çizilmemiş bir biçimle uyurken ben kendisini bütün belirsizlik sislerinden sıyırarak meydana çıkardıktan sonra, kimi zaman hayat dedikleri ağır yükü sürekli birlikte asılıp çekerek kimi zaman yalnız yokuşlara ve engebelere rastladıkça ben onun yardımına başvurarak iki dost, bir katmerli varlıkla yürüyoruz.
Oh! Kaç kereler yokuşlara, engebelere rastladım. Kaç kereler yolumun üstünde dönülecek köşeleri, çarpılacak taşları geçmeden önce irkildim. Bu dakikalarda güç verecek bir ele, umutsuzluğumu silkecek bir sese, cesaretimi uyandıracak bir bakışa ihtiyaç duyarım. Bu dakikalar öyle fütur ve bitkinlik dakikaları, bütün ululaştırılmış ve saygın olarak tapılan putların ansızın yıkılacak bir yığın kesilmiş, çentilmiş kamışlarla boyanıp yaldızlanmış mukavvadan ibaret kaldığı görülerek artık hiçbir şeye güvenilmeyen, inkâr dakikaları vardır ki insan yanını yöresini büyük ve acı bir boşlukla kuşatılmış görür…
Bu boşluğu dolduracak sevecenliği hiç kimse, en sevgililere kadar hiç kimse veremez; o dakikalarda anlaşılmak, duyulmak mümkün değildir. Yüreğin sızlayan yarasıyla ötekilerin sağlığı arasında geçilmeyecek bir uçurumun boşluğu soğuk bir soluklanmayla haber verir ki en yakın olan bile bu dakikalarda yabancıdır. O vakit insan, kendisinin haraplığı içine gömülerek gözlerini kapayıp artık bitmiş olmak ister…
İşte öyle dakikalarda dostuma, yegâne dostuma düşüncelerimi sürüklerim ve onu hemen yanımda bulurum. Yavaşça, göklerden inen bir bulutla hemen oraya süzülüyormuş gibi, bir hayal akıcılığıyla bana sokulur, ipek bir okşayışla parmakları gözlerimi kurutur. Beşiğinde bir hasta çocuğu çeviriyormuşçasına başımı çekerek, bana acıyan gözlerinin, “Çocuksun, küçüğüm!” diyen gülümseyişli bakışıyla ruhumun acısını ve umutsuzluğunu siler ve uzak bir çeşmeden gecelerin sessizliğini delerek gelen bir tatlı su şırıltısını andıran sesiyle söyler, söyler, söyler…
Birden sezinlerim ki artık yeniden yokuşlara tırmanmak, engebeleri aşmak, köşeleri dönmek ve taşları tekmelemek için yeterli güce erişmişimdir; o zaman kalkar ve yeniden yürürüm.
YENİ BİR MARAZ 1
Bugün dostumun evinde dört kişiydik. Eylülün ıslakça havasından kaçarak kitaplık odasına sığınmıştık. Rastlantı olarak hep, ömürleri gençliğin kültürüne, ilerlemesine hizmet etmiş; ülke için güvenli bir geleceğin ancak gençlikte meydana getirilebilecek sağlam yetenek ile mümkün olacağına inanarak yeni kuşakları tehlikelerden uzak tutmak isteyen, kaygılı bakışlarla izlemiş dört adamlardık.2
İçimizde Mekteb-i Hukuk’un önemli bir kürsüsüne yıllarca parlak bir emek vermiş bir eski öğretim üyesi ile ahlak ve sosyolojiye ilişkin yazılarıyla ve kitaplarıyla karanlığa ve cahilliğe açtığı uzun savaşı ile ünlü bir yazar da vardı.
Konuşmalar bezginlik ve umutsuzluk ortamlarında dolaşa dolaşa düşüncelerimiz yorulmuştu. Şimdi, tüneyebilecek bir dinlenme dakikası içinde, teselli veren bir soluk alacak gölgeli bir dal bulmak ihtiyacı, konuyu gelecek kuşaklara yöneltmişti.
Artık bu tutunacak nokta bulunduktan sonra, umutlara fazlaca geniş gezinti özgürlüğü veriliyordu. Öteki konuların verdiği umutsuzluktan bunalan ciğerlere aşırıya kaçan bir hayalin bolluklarıyla daha çok bir ferahlama soluğu doldurulmak isteniliyordu. Hep geleceğin ufuklarına altından nakışlarla bir tablo çiziyorduk.
Canlı ve dinç, kemikleri sağlam, kasları biçimli, göğsüne ve omuzlarına bakılınca hayattaki bütün zorlukların yükünü kaldırıp taşıyabileceği yargısına varılan; düşüncesinde bir güneş hamurundan yoğrulmuş, doğru ve açık görmek yeteneğiyle şaşmaz bir hedef belirleme, ruhunda çelikten dökülmüş kırılmaz çatlamaz bir sertlik ve sağlamlık, karşılıklı dövüşmek için hazırlanmış ve bu dövüşmede kesinlikle başarı inancıyla silahlanmış; hayatta sefil ve alçakça, topraklara sürüne sürüne, dizleriyle çamurları devşire devşire değil de cesaretle, kendisine alın yazısı olarak yazılmış bir görkemli köşkü elde etmek için engelleri yıka yıka, engelleri kopara kopara giren bir gençliğin hayalini yeniden canlandırıyorduk.
Böyle bir hayalin ve umudun esintisiyle canlanan bu kuşağın elinde ülkeyi, bütün hastalıklarından silkinmiş, damarlarındaki kanın dolaşmasına durgunluk veren tıkanıklıkları atmış, hayat çabalarını durduran tozları eritip süpürmüş görüyorduk…
Bir aralık en büyük umutla titreyen bir cümlesinin ortasında ihtiyar dostumun, alnında bir kaygı çizgisiyle duraladığına dikkat ettik; cümlesini bitirmeye gerek görmeden “Evet ama…” dedi, “her sahinin yanında bir asılsızlık, her canlılığın yanında bir hastalık, her umudun yanında bir tehlike vardır ve birbirinin zıddı ve değerinden düşürücüsü sanılan bu şeylerin arasında açık seçik ve belirgin, durağan ve karara bağlanmış ayırıcı bir çizgi yoktur. Bunlar birbiriyle sınırdaştır ve göreceli ağırlıkları birbirine eşit olmayan sıvıların birbirine yakınlığı çeşidinden, birbirine değme hâlinde tabakalar gibidirler. Biri nerede bitiyor, öteki nerede başlıyor, bilinmez. Aralarını birbirinden ayıran aralıklar karışık ve belirsiz çizgilerden oluşmuştur…
Meziyet olarak vermek istenilen nitelikler birer olumsuzluk olmaya o kadar yakındır ki bunlar neredeyse hayat veren kimi zehirlere benzerler: Bir damla fazla alınırsa tehlikelidir. Sizin tarafınızdan küçük bir telkin hatası ya da öteki tarafın ufak bir değerlendirme yanlışı, amacın tamamıyla tersini meydana getirmeye yeterlidir…
Kuşakları eğitmek… Bu, üzerinde yürünen bir iptir. Küçük bir denge eksikliği büyük bir felaket doğurabilir. Hayatı olanca maddiyatıyla kabul ve telakki edecek bir gençlik yapmak için dikkat etmek gereklidir ki o, maneviyata bir ulusun asıl yaratılış mayasını oluşturan maneviyetinin mukaddes ve muazzez neleri varsa hepsine sadakatini muhafaza etsin.
Bir, asır adamı yapacaksınız. Ama yarının adamı olmak düne ilişkin tarihi unutturacaksa toplumun eline geçen faydalı değil, zararlı bir ögedir. Kendi benliğine güvenen bir birey ortaya koyabilmek için eğer eski kuşaklara kin ve öfke taşıyan, kendi kişiliğinin