Ахмет Мидхат

Jön Türk - Millî, İçtimai ve Siyasi Roman


Скачать книгу

buna da haylice üzüldü. Hâlbuki taze kızlar yalnız o kantoları belki de o aktrislerden daha güzel okumak suretiyle değil bazı kantolara mahsus olan dansları icra suretiyle dahi maharetlerini sergilemeye gayret ediyorlar. Bu maharetler pek beğenildi. Alkışlandılar. Gece yarısından sonraya kadar müsamere devam etti. O kadar eğlenildi ki ertesi gün yüz yazısı olmasa idi eğlencede sabaha kadar devam olunacaktı da kimse şikâyet etmeyecekti. Bulunsa bulunsa bu eğlencelerden yalnız bir şikâyetçi bulunabilirdi ki o da Dilşinas Hanım olurdu. Sıradan bir müziği bile havsalasına sığdıramayan bu kadıncağız ne alaturka ne alafranga dansları hiç zihnine sığdıramıyor. Hele o tiyatro kızlarını takliden o kantoları bütün bütün edep dairesinin dışında buluyor. Kimseye meram anlatamayacağını bildiği cihetle sükût ediyor ise de içinde ateş dereleri çağlıyor.

      Acaba Dilşinas Hanım bu nefretinden dolayı haklı görülebilir mi?

      Kimsenin fikrine itiraz olunamaz. Fikrinden dolayı kimse ayıplanamaz. İşte başkalarına mâni olmuyor ya? Bununla yetinmeli. Şu kadar ki böyle şeylerde Dilşinas Hanım görgülü bir kadın olsa idi de başka emsali ile bu kına gecesini mukayese etse idi bunu en ehven, hakikaten kibarca bir cemiyet olmak üzere telakki ederdi. Bu mukayese için iki makisun aleyh4 bulurdu. Birisi eski zaman kına geceleri, diğeri de yeni zaman.

      Eski zaman kına gecelerinde “çengi” denilen rezil topluluğun “oyun çıkarmak” tabiriyle komedya yollu yaptıkları şeyler, seyretmesinden hakikaten hayâ edilecek rezaletlerdi. Çocuk olduğumuz hâlde hatırlarımızdan bir türlü çıkamaz. Çenginin birisi erkek kıyafetine girer, dudakları üzerine bir de bıyık resmeder. Yine kendilerinden kızlar, kadınlar ile o kadar rezaletler yapar idi ki o zamanın perdelerinde Karagöz’ün rezaletlerini de geçerdi.

      Yeni zamanın bazı kına gecelerini hiç sormayınız. Hele birtakım erkek çalgısı da olursa var ya! Hele kına gecesi esasen kadınlara mahsus olmak üzere tertip olunmuş bulunduğu hâlde hısımdan, akrabadan, konudan komşudan bazı delikanlılar dahi ancak uzaktan(!) dinlemek için selamlık tarafında bulunurlar ise var ya! Bunların bazıları hakkında kulaklarımıza o kadar sesler gelmiştir ki ne bilelim ama yalnız Müslüman değil gayrimüslim düğünlerinde dahi hâllerin o türlüleri yakıştırılmaz. “Yeni fikirli” ve “yeni terbiyeli” hani ya şu “alafranga” kızlar! Daha evvelce bu kızlardan oldukları hâlde bilahare kadın olmuş bulunan alafranga hanımlar! Bunların özgürce serbestliklerin hakkıyla tasviri işinde Hüseyin Rahmi’nin o kuvvetli kalemi bile aciz kalır.

      İşte bu eski ve yeni kına gecelerine kıyasen bu akşamki kına gecesi hakikaten Osmanlıca ve edeplice bir kına gecesi olmuş ve herkes pek güzel eğlenmiş olduğundan ne serbestliğin ifratından ne de taassubun tefritinden dolayı gerçekten ayıplanacak hiçbir şey görülmemiştir. İşte bunun için dedik ki ertesi gün yüz yazısı olmasa idi eğlence sabahlara kadar devam edecekti de kimse şikâyet etmeyecekti. Nasıl şikâyet olunabilir ki, gece yarısına doğru çocuklar uyumuşlardı. Bu gibi kadın cemiyetlerini haşarılıklarıyla bıktıran o minimini yaramazlar birer tarafa büzülüp gürültüleri, patırtıları ortadan kalkmıştı. Lakin yarının yüz yazısı olması gece yarısından biraz sonraca eğlenceye son verdi. Gece yatısına davetli olmayan yakın komşular çekildiler. Konak yavrusu ev geniş olduğu için gece yatısına kalacak olan hanımlar bazı kına gecelerinde olduğu gibi enine serilmiş olan yataklara üçü dördü bir yerde yatırılmak mecburiyeti bu kına gecesinde görülmedi. Kiracı hanımlarla Dilşinas Hanım’ın yatak takımları zaten lüzumundan fazla oldukları gibi eşten dosttan dahi yardımla misafirler pek çok rahat yatırıldılar…

***

      İnsan alıştığı yataktan başka yerde yatarsa yerini yadırgar. Hele her zamanki uyku zamanı geçerse yerini yadırgamaktan ziyade uykusu gecikir. Bunu herkes böylece tecrübe etmiştir. Değil mi? Bu gece şu hâl uzacık yerlerden davet edilmiş ve çağrılmış bulunan bu misafir hanımlar nezdinde de vaki oldu. Bazı odalara serpilmiş olan üçer dörder yatak içindeki hanımlar epeyce yuvarlanıp çabaladıkları ve uykuyu almak için gereği gibi çalıştıkları hâlde o tatlı uykuyu bir türlü çekemiyorlardı. Bazıları karanlıkta uyumaya alışkın olduklarından yanmakta bulunan gece kandilinden rahatsız olurlar idiyse de kendi evlerindeki hükümleri burada geçmez ki o rahatsızlığı gideriversinler.

      Şimdi aradan beş on dakika sükût ile geçtikten sonra iki yataktaki hanımın yataklarının kenarına kadar gelerek güya diğerlerini rahatsız etmeksizin konuşabilmek ihtiyaçları baş gösterdi. Hatta “diğerleri” dediğimiz zevat dahi yavaş yavaş bu yolda sohbetler teşkil etmeye koyuldular. İşte bu suretle beş altı odanın beş altısında da hususi konuşmalar gelişti.

      Bu beş altı odadaki sohbeti aynen kaydetmeye ve zapt etmeye imkân olsa da lüzum yoktur. Bunlardan bazı mühimce olanlarını aktarmakla yetineceğiz:

      Bir odanın iki yatağı arasında cereyan eden sözler şöyle eğlenildiği, böyle hoşlanıldığı vadilerini geçtikten sonra iki hanımdan birisinin “Hepsi güzel ama rivayete göre damat Nurullah Bey pek mükemmel tahsil görmüş imiş. Müziği ile resmi ile bir tahsil ki âdeta Avrupalı. Zavallı Ahdiye pek iyi bir kız ise de tahsil ve terbiye cihetinden Nurullah Bey’e denk sayılmıyor. Birisi pek alafranga, öteki pek alaturka. Dilşinas Hanım’ı bilmez miyiz! Onun kızı!..” tarzındaki düşüncesine diğer hanım “Gerçi orası öyle. Şu kadar ki Ahdiye boylu boslu, kaşlı gözlü gayet güzel bir kızdır. Beğenmemek mümkün müdür?” yollu karşılık vermiştir.

      Diğer bir odada iki yatak arasında:

      “Bence şu kız şu oğlan birbirine pek layık iseler de Dilşinas Hanım’ın damadı Nurullah Bey’den hoşlanacağını pek de ümit edemem. Zira Dilşinas Hanım alafranganın gayet düşmanı olup damadın ise tamamıyla alafranga bir adam olduğunu söylüyorlar. Her söylenene inanılmaz ise de!..”

      “Ah! Arkadaşım! İş tamamıyla bunun aksinedir. Nurullah gerçi pek mükemmel talim ve terbiye görmüş delikanlı ise de kadınlar hakkındaki tecrübesi gereğince öyle pek alafranga ailelerden hoşlanmıyormuş.”

      yollu bir konuşma cereyan ederek Nurullah Bey’in Ahdiye’yi beğenmesi alafranga namıyla alaturkayı bütün bütün unutmuş, âdeta Frenkleşmiş olan ailelerden hoşlanmadığından kaynaklandığı anlaşılıyordu.

      Keza bir diğer odada da üç hanım arasında cereyan eden sohbette, birisinin “Dilşinas Hanım’ın hâl ve vakti yolunda, hem de gereği gibi yolunda ise de Nurullah Bey henüz bir baltaya sap olmamıştır.” yollu düşüncesine ikincisi “Fakat babası hiç de züğürt değildir. Kazancıyla pek güzel geçinir. Kirli çıkı bir adamdır.” diye karşılık vermiş ise de bu karşılık hüküm götüremeyip üçüncüsünün “Zenginlik başka, zengin olmaya namzet olmak yine başkadır. Bir genç adamın zenginliğine hiç itibar etmemeli. Servetini sefahat yolunda mahvedebilir. Asıl talim ve terbiyesine bakmalı ki züğürt dahi olsa muhtaç olduğu serveti kendisi kazanabilir. İşittiğime göre Nurullah Bey hukuk mektebinden ikincilik ile çıkmıştır. Böyle bir delikanlı adli mahkemelerde en büyük memuriyetlere namzet olup hiç memuriyete geçmeyerek yalnız vekâlet edecek olsa bile yine büyük büyük paralar kazanabilir.” yollu verdiği izahat diğer ikisini de ikna edebilecek hakikatlerden sayıldı. İnsanların iyimserlik fıtratından ziyade kötümserlik fıtratıyla yaratılmış olduklarına nazaran şu konuşmaları yapan hanımların en terbiyeli, en iyi niyetli zevattan olduklarına şüphe kalmaz. Zira konuşmalardan çıkan neticeler gelin ve damadın aleyhlerine olmaktan ziyade lehlerine olmak üzere kabul olunabilir. Yalnız bir odadaki konuşma bu kabulün dışına çıkacak bir surette vukuya gelmiştir. Konuşmanın başlangıcı yine Nurullah ile Ahdiye’nin birbirine liyakatleri ve liyakatsizlikleri hakkında baş gösterip sonlarında gayet zeki, meraklı, âlemin hâllerinden haberdar olmak iddiasında bulunan bir hanım “Kardeşler!