Ахмет Мидхат

Jön Türk - Millî, İçtimai ve Siyasi Roman


Скачать книгу

bakmaya gitmek! On sekiz mahalle aşırı yerlerden kadınlar sökün ederler. Davetli değiller. Fakat onlar davetlilik, davetsizlilik bilir mi? Bazı yeni düğünlerde geline bakmaya gelecek olanlara önceden birer kart ulaştırmakla onları bu suretle de davet etmiş olmak yolu bulunmuş. Ne güzel yol ama kadınlar o güzel yollara gelirler mi? Mahalle bekçisi kapıda! Bir de jandarma var. Bir de polis var. Heyhat! Önlerine gelenleri paralarcasına edilen hücumlara bunların hangisi güç yetirebilir!..

      Mutlaka girecekler. Hem çarşaflarını, ayakkabılarını çıkarmak da yok. Çıkarsalar nereye koyacaklar? Kim muhafaza edecek? Eğer hava biraz da yağışlı ise var ya, vay o düğün evinin hâline! İçine dört beş tulumba alınarak yangından kurtarılmış eve benzedi gitti!.. Şimdi düşünülsün. Ev içi bu hâlde bulunmakla beraber yüzlerce davetli misafirlere yemek çekilecek. Bizim Dilşinas Hanım’ın düğünü gibi orta hâlli bir düğünde en az kırk elli sofra yemek verilecek. Bunun için her takımı ile dışarıdan aşçı tutulmuş. Sofracı tutulmuş. Birkaç sofra birden verileceği cihetle yemek buharı evin etrafını istila etmiş. Yağ kokusu zerde kokusuna karışmış. Herkesin alelade kuşluk yemeği saati olan vakitten üç dört saat evvel yemek verilmeye başlanmış. Başka türlü sofraları yetiştirmeye imkân yok ki! Henüz karınları acıkmamış olanlar yemek yemeye davet ediliyorlar, yani sözün doğrusu zorlanıyorlar. Bu kadar erken başlandığı hâlde de sofraların sonları saat sekizlere, dokuzlara kadar devam ediyor. Bu sofralara oturtulacak olan biçareler açlıktan gebermeye yaklaştırılıyorlar.

      Sofracılıktan habersiz olan terbiyesiz hizmetçinin birisi bir veya birkaç hanımın üzerine kuru bamya sahanını giydirivermiş. Avuç dolusu paraya mal olmuş bulunan elbisesine hanımların ciğerleri yanıyor ama ne diyecek? Her taraftan “Uğurdur inşallah!” tesellilerine boyun eğmeyebilecek mi? Bir sofradan halk kalktıktan sonra evlerin tabii hâllerinde olduğu üzere sofralar ve malum levazımları sabunlu sular ile yıkanacağına bu kadar ihtimama vakit müsait olmamak hasebiyle sadece bir kuru bez ile silmek suretiyle yetiniliyor. Yağ yağ üstüne binmiş, kir kir üstüne!.. Havlu, peşkir namlarıyla misafirlere verilen bezler ele alınabilecek hâlden çıkmışlar, mide olsun da bunlardan iğrenmesin.

      Fakat çare yok! Görenek! Eğer bir sınıf misafirleri yemeğe davet etmeyecek olsalar gücenmek muhakkak. Bunların hemen hepsi bir düğün hediyesi de getirmişler. Kimisi soğan zarı kadar ince birer gümüş kupa. Kimisi yine bu yolda yapılmış eski biçim bir çift zarf ve fincan! Velev ki hediyeler biraz daha kıymetli olsunlar. Ne kadar kıymetli olmak lazım gelir ise davetlilerin şikâyetleri o kadar artacak. Zira bir aile yılda düğün ve loğusa gibi sekiz on cemiyete davet edilecek olur da her birine de az çok kıymetli hediyeler götürecek olursa aile bütçesi bozuldu gitti.

      Düğünlerimiz için şu fıkramızda tasvir ettiğimiz şeyler tasvire değer olan şeylerin binde birisi olamaz. Yalnız bazılarını hatırlatışımızdan kadın ve erkek okuyucularımız hepsini anlayabilirler. Hiç şüphe edemeyiz ki bu beyhude külfetleri, bu kuru kalabalıkları kendileri de beğenmezler. Hele zihinlerini biraz daha genişleterek ve gözlerini de biraz daha açarak “çeyiz” namıyla ne kadar lüzumsuz şeylere ne çok paralar sarf edildiğini düşünecek olurlarsa ev yapmak demek olan düğünlerin âdeta ev yıkmak ile hükümde eşit düşeceğini kendi kendilerine hükmederler. Orta hâlli bir adamın gelin edecek üç kızı oldu mu vay hâline! Meğerki bol ağırlık verecek taliplere rast gelsin. Ama zamanımızda ağırlık ile kız alabilecek babayiğitler şöyle dursun aldığı kızı beslemek gayretiyle alacak kahramanlar bile azalmışlardır. Çoğunluğun selameti, medeni ilerleme, nesillerin çoğalması, servetin korunması noktainazarlarından şu evlendirme ve evlenme meselesinin pek çok ıslaha muhtaç olduğunu inkâra mecal olmayıp inşallah yakın zamanda bu ıslahın nasip olduğunu görürüz diye duada kusur etmeyelim. Belki izzetli Rabb’in kabulgâhına ulaşır.

      Bu tenkit gayreti bizi sadedimizden biraz uzaklaştırdı ise de şu ibret bakışlarına arz ettiğimiz noktalar dahi sadet beyanı dâhilindedir. İşte bugün Dilşinas Hanım’ın evinde gelinin giydirilmesi dakikasından başlayarak ev içi şu tasvir ettiğimiz manzarayı almıştı. Abdüllatif Efendi kuşak bağlamak merasimini ifa ederek çıkıp gittiği dakikada ev içi bir düğün evinin peyda etmesi mutat olan fevkaladeliği tamamıyla peyda etmişti. Bu dakikadan itibaren damadın gelmesi bekleniyordu.

***

      Damat Nurullah Bey’in koltuk merasimini icra etmek üzere düğün evine gelmesi için tam öğle vakti tayin olunmuştu. Bu delikanlının hususi hâllerini bilenler bu yolda tayin olunan vakitlerde asla sözünde durmazlık etmeyeceğinden emin idiler. Dolayısıyla bu emniyette olan birkaç hanım civardaki bir camide öğle ezanı okunduğunu işittikleri zaman damat beyin neredeyse geleceğine hükmederek ona göre hazırlık görülmesini Dilşinas Hanım’a hatırlattılar. Dilşinas Hanım “Biz hazır ve amadeyiz. Teşriflerinden başka bir şeyi beklemiyoruz.” demekle beraber sokak kapısından gelin tahtına kadar damat ve gelinin güzergâhı üzerinde düzenlemeye muhtaç bir şeyler varsa icaplarının icrası için şöyle hızlı bir dönüp dolandı, lakin düzeltecek hiçbir düzgünsüzlük bulamadı.

      Cemaat camiden çıkacak kadar zaman geçti. Nurullah Bey’den henüz eser yok. Zaten acele etmeye de ne lüzum var? Düğün evi pürneşe. Koltuk merasiminin geciktiği, gecikeceği kimsenin hatırına bile gelmiyor. Gerçi gelin henüz özel yerine oturtulmamış ve bu yüzden geline bakmaya gelenler için kınama zamanı alışıldığınca gelmemiş ise de kınayıcılar bir hayli zamandan beri kınamalara başlamışlar. Ne gelini beğeniyorlar ne tahtı ne döşemeyi. Hatta o büyük kordonlu hanımları da beğenmiyorlar. Beğenmeyenler ekseriyetle kimlerdendir bilir misiniz? Mahrumlardan!.. Kendi kudretlerinin fevkinde gördükleri refah ve saadet sebeplerine imrenmekle kalmıyorlar. Bunları düşmanlık bakışıyla görüyorlar.

      Öğleden bir saat geçti, damat Nurullah Bey Henüz gelemedi. Olabilir ya. Gelinin kolunu koltuğuna alacak bir damat olur olmaz süs ile yetinemez. Başkalarının tıraşı bir çeyrek sürer ise onun tıraşı bir saat sürer. Potinlerinden fesine kadar her şeyiyle yerli yerinde ve temiz, pak olması zamana muhtaçtır. Düğün halkından hiçbir kimse damadın varışında bir gecikme görmüyor. Herkes kendi temaşası, kendi kınaması ile meşgul oluyor. Yalnız Nurullah Bey’in o belirlenen vakte ne derecelerde riayetkâr olduğunu bilen birkaç hanım bu işte biraz gecikme görüyorlar ise de onlar dahi gecikmeye ehemmiyet vermiyorlar. Her zaman o belirlenen vakitlere riayetkâr olan bir adam şöyle bir düğün günü o riayete zarar verebilir mi? Beş on kere düğün münasebetiyle bile belirlenen vakte riayet etmiş olduğu tecrübe edilmiş değil ya.

      Öğleden iki saat geçti. Cemaat içinde “Yahu! İkindi oluyor. Koltuk ne zaman yapılacak?” sözleri söylenmeye başlandı. Gerçi henüz özel bir ehemmiyetle söylenen sözlerden değil ama bu sözleri işitenlerde birer tasdik ve tasvip tavrı görülüyor. Nurullah Bey’in belirlenen vakitlere ne kadar riayetkâr olduğunu bilen birkaç hanım bu işteki gecikmeye ehemmiyet vermeye başladılar. Mutlaka “Bir meşru özrü olmalıdır ki Nurullah Bey’i belirlenen saatten böyle iki saat sonraya kadar geciktirsin.” düşüncelerine kadar koyuldular. Bunlardan birisi gecikme sebebini Dilşinas Hanım’dan sordu. Dilşinas epeyce dalgın bir tavır ile “Vallahi hanım kızım ne diyeyim, bilmem! Öğle ezanında geleceğini haber vermişlerdi. İki buçuk saat kadar bir gecikme vukuya getirdi. Nerede ise şimdilerde gelir.” cevabını verince bu cevap Nurullah Bey’i tanıyan o birkaç hanımda tam bir güven hasıl edemedi.

      Kına gecesi şenliklerinden sonra yataklarına girmiş ve bir zamana kadar uyumamış bulunan hanımlardan birisinin hasbihâl yollu yatak komşusu bulunan diğer hanımlara başkalarının bildiklerinden ziyade kendisi bazı şeyler bildiğini söylemiş olduğu hatırlardadır ya! Öğle ezanından sonra üç saat geçip de ikindi vakti gelip çattığı hâlde damat Nurullah Bey’in henüz gözükmemesi üzerine bu bilgiç hanım diğer