Hüseyin Rahmi Gürpınar

Şıpsevdi


Скачать книгу

şu denemede suyu bira, likör, şampanya, Bordeaux, Bourgogne niyetine içebiliriz. Bakınız Baron Staff, sofrada içmeyi nasıl tarif ediyor:

      ‘İçmek istenildiği zaman öyle beş parmağınızı açarak bardağı kavrayıvermemeli. Parmaklar, şöyle hafifçe, nezaketle ayağından tutmalı, bardağı sükûnetle ağır ağır kaldırmalı. New York’taki güzellik mektebinin tariflerine göre dudaklara, -leb-i şerab kenar-ı sagardan püse-çin oluyormuş gibi-72 hafifçe dokundurmalı…’ Anlayabildiniz mi?”

      Vesile Hanım: “Hayır, anlayamadık. Böyle bir ziyafette sağır postacının ne işi var?”

      Meftun üzüntüsünden iki eliyle yüzünü kapayarak:

      “Ah, varlıklarıyla gerçekten utanacak bir soyum varmış…”

      Vesile Hanım: (ağlayarak) “A evladım, seni utandıracak ne yaptık? Hamamdan bohça kaldırmadık, bedestenden takım çalarken tutulmadık…”

      Meftun: “Sağır postacıyı şimdi söze katmakta münasebet var mı?”

      Vesile Hanım: “Sen kendin söyledin a yavrum.”

      Meftun: “Ben öyle demedim. ‘Leb-i şerab kenar-ı sagardan püseçin oluyormuş gibi’, yani içilecek şeyi sanki bardağın kenarını öpüyormuşsunuz gibi zarafetle içmeli demek istedim.”

      Vesile Hanım: “Hah bize bunu böyle anlat! ‘Bardağın içindeki suyu içmeyiniz, kenarını öperek yine sofraya koyunuz.’ de. Büyükannen, küçükannen, ben hiç öyle ince lakırtıları anlayabilir miyiz? Karşıdakilere bir kere bak da ona göre lakırtı söyle… Ona göre ağız kullan… Postacıdan buse, sağırdan bardak çıktığını biz ne bilelim oğlum.”

      Meftun: “Yine lakırtıyı dallandırıp budaklandırmayınız. Söz söylemekte bana meydan veriniz. İnşallah öteki konuşmamızda size dinleme terbiyesini öğretirim.”

      Rebia anasının kulağına eğilerek:

      “Ne öğretirim dedi?”

      Vesile: (yavaşça) “Bilmem. Anlayamadım ki. Sorsam kızıyor. Ne öğretirse öğretecek işte! Şimdi biz sade dinleyelim.”

      Meftun: “Bardağın içindekileri bir hamlede sömürmek pek ayıptır. Bir iki yudum içmeli, bardağı yine aynı zarif yavaşlıkla yerine koymalı. Bardağın içindeki şey bitmemeli. Yalnız, hafif hafif azalmalı.”

      Vesile Hanım: “Affedersin oğlum. İnsanın ne kadar harareti olsa yine sofrada kana kana su içemeyecek mi?”

      Meftun: “Hayır, içemeyecek. Sofrada ‘savoir-vivre’ dışında bir şey olmayacak.”

      Vesile: “Biz evimizde, yemekte yanı başımıza su koruz. Çoluk çocuk maşrapayı doldurur doldurur kana kana içeriz. Karnımız lıngır lıngır kırbaya dönmedikçe doyduğumuzu anlayamayız ki…”

      Meftun: “Ben şimdi size evinizde ne yaptığınızı sormuyorum. Sizi, benim söylediklerimi öğrenmeye çağırıyorum. Hanımlar, affedersiniz, kadın huzurunda söylenmesi kadınlara karşı saygı duygusuna aykırı bir şeyden bahsedeceğim. Ama ne yapalım? Bu derste ondan bahsetmeye lüzum var… Mesela sofrada sümkürmek icap etti. Ne yaparsınız?”

      Vesile Hanım: “Vayyy… Rahat rahat su içmek ayıp olan bir sofrada insan burnunu nasıl siler? Şöyle bir hokkabazlığa getirip de entarimin yenine silebilirsem ne âlâ! Silemezsem bırakmalı, aksın… Başka çare var mı?”

      Meftun: “Teyze, bugün beni üzüntüden öldüreceksin. Hiç alafranga sofrada elbise yenine burun silinir mi? Bu terbiyesizlik ne alafranga ne ‘a la persan’73 ne ‘a la chnois’74 hiçbir sofrada olmaz.”

      Vesile: “Ne yapalım iki gözüm? Tarif et de öyle yapalım.”

      Meftun: (hiddetle) “Bunu ben söyleyecek değilim. Avrupa ‘savoir-vivre’ yazarlarının bu sümkürmek faslındaki fikirlerini size açıklayacağım. Şimdi biraz manasız ve bönce sayılan eski Fransız medeniyeti, sofrada havluya sümkürmeyi meneder. Fakat burundan akan malum suyun akıntısını kesmek için de bir çare göstermezdi. Lakin şimdiki nezaket ve zariflik, sofrada havluya değilse de mendile sümkürmenin yollarını gösterecektir. Bu yoldaki tavsiyeleri size açıklayayım. Evvela sofrada sümkürmeye yol açmamalı. Mesela nezle zamanınızda çağrıldığınız davetlere gitmemeli. Sofraya oturmazdan önce güzelce temizlenmeli. Böyle temizleniş de güçtür. Çünkü tuvaletiniz bozulur. Kısacası, hanımlar, ne lazımsa yapmalı. Bütün bu ihtiyat tedbirlerinize rağmen yine sofrada buna lüzum görülürse çaresiz kaldığınız bir anda Baron Staff mendilinizi kullanmaya müsaade veriyor. Ama nasıl? El çabukluğu bir marifetle mendilinizi yavaşça çıkarıp yanınızdakileri iğrendirmeye sebep olacak gürültülerden kaçınarak silivermeli. O esnada kimsenin dikkatini çekmemek için başınızı sofradan arka tarafa çevirmemelisiniz. Sofradan başlarını çevirip de burunlarını silenler görgü bilgisine yabancı olanlardır. Lüzumundan fazla ihtiyatlar insanların o âlemlere alışık olmadığını gösterir. Böyle gülünç hareketleri terbiye sananlar kabalıklarını göstermiş olurlar. Yine horultular geliyor. Uyuyanlar kimdir?”

      Rebia: “Kadınnineyle Zarafet.”

      Meftun: “Uyandırmayınız, uyusunlar. Bu bahisten kendileri bir şey anlamadıktan başka anlayanlara da engel oluyorlar, değil mi Raci Bey?”

      Raci, göz kapaklarını açmaya uğraşarak:

      “Evet efendim.”

      Meftun: “Hepinizin yüzünde can sıkıntısı eserleri görülüyor. Ben de bir iki söz söyleyerek bugünlük bahse son veriyorum. La Baronne der ki: ‘Yemek sonunda el, ağız yıkaması yok… Sofrada ağız yıkamak, bu ne iğrenç, ne tiksindirici şey? Parmakları yıkamak da manasız. Çünkü yemek sırasında ekmekten başka bir şeye dokunulmadı ki… Ekmek ise eli kirletmez…’ ”

      Vesile Hanım: “A, işte bu tuhaf. Sofrada o kadar nizam, o kadar gırgırlıktan sonra yemekten el kirli, ağız bulaşık kalkmak. Doğrusu bunu beğenmedim.”

      Meftun: “El bir şey tutup kirlenmedi ki…”

      Vesile Hanım: “Canım, ne kadar çatal bıçakla yense yemektir bu, iki gözüm, insanın eline yine kokusu siner vesselam…”

      Meftun: “Acele etmeyiniz efendim. La Baronne, yemekten sonra sofra başında el ağız silmenin aleyhinde bulunuyor. Ama başka kitaplar (önündeki defterin yapraklarını çevirerek), evet, onlar da sofra başında ağız silme âdetinin bırakılmış olmasına teşekkür ediyorlar. Fakat sofrada el temizleme âdeti henüz kalkmamıştır. Yemek sonunda önünüze güzel, kristal bir kap gelir. Bunun içinde güzel kokulu, ılık su vardır. İçine yuvarlak kesilmiş bir dilim de limon atılmıştır. Sakın ha bunu içecek bir şey zannedip de ağza götürerek dikivermemelidir. İşte insanın rezil olduğu saat o saattir.”

      Vesile Hanım: “Bu güzel kokulu su içilmeyecek de ne olacak? Burna mı çekilecek?”

      Meftun: “Hayır efendim, parmakların ucu bu suya batırılıp da yıkanacak, sonra havluya silinecek.”

      Vesile Hanım: “Hepsi iyi ama Frenklerin böyle birkaç konuda yıkanmamak âdetleri doğrusu hoşuma gitmiyor…”

      VI

      Ders esnasında büyükannenin horultularına, Rebia ve Hasene’nin arsızlıklarına, ötekilerin dikkatsizliklerine rağmen Meftun bu pratik hayat bilgisi bahsini aile fertlerine anlatmaktan çekinmedi. Bu işten bıkmadı, usanmadı, her güçlüğe katlanmayı kendince bir nevi hoşlanacak şey sayıyordu. Ötekilerin alafrangadan nefreti, beyin bu ısrarı arada öyle tuhaflıklar doğmasına