Hüseyin Rahmi Gürpınar

Şıpsevdi


Скачать книгу

diline dolayarak Franklin, asperji, tabak içinde ucunu bıçakla keserek çatalla temizce yiyecek yerde, vahşi bir şekilde, ısırarak yiyordu, demiştir.

      Markiz cenaplarının Franklin gibi memleketine şeref vermiş, insanlığa büyük hizmette bulunmuş bir kimseyi, sırf düşeslerin kucağında terbiye görmüşlere mahsus bir zarafetle a la Fransez69 asperj yemeği bilemediği için vahşilikle suçlamasını uygun göremem. Bu alay, paratoneri icat edenin büyüklüğüne, dehasına leke getiremez. Şu olayı, ebediyen unutulmuş kalması lazım gelen sayfadan bulup çıkarışım sırf, bugün asperj yemekte İngilizlere mal edilen zarifliğin onların malı olmadığını ispat içindir.

      Bugün deha sahiplerinden yahut alelade bir adamın asperji parmaklarıyla ağzına götürüp çatır çutur ısırarak yediğini görsem şaşmam. Ama o kimse benden bir nasihat isterse şöyle derim: Bu sebzeyi hususi kaidelerine göre yemeyi öğrenirseniz bundan dolayı insanlık meziyetinize noksanlık gelmez. Bunu kaidesine göre yiyiş, şıklık hükmüne bağlıdır. O hâlde bu meselede Fransız âdetine uymak akla, izana daha uygundur.’ ”

      Meftun, derin bir gülümsemeyle başını iki tarafına doğru sallayarak:

      “Valide, teyze, Staff’ın şu son sözlerine dikkat ettiniz mi? ‘Bu meselede Fransız âdetine uymak akla ve izana uygundur.’ diyerek asperji çatal ve bıçakla yemeyi İngiliz âdeti olmaktan çıkarıp Fransızlara mal ediyor. Baron’un bu sözleri tarih vesikalarından mıdır? Bilemem. Çünkü Franklin’i kabalıkla, vahşilikle itham eden markizin ismini haber vermiyor. Hele bu fıkrayı hangi yazarın hangi eserinden aldığını da söylemiyor. Buraları karanlık… On sekizinci asır Fransız zariflerinden bir markiz böyle demiş… Bu markizden o kadar belirsiz bir şekilde bahsolunuyor ki, günahı üstünde kalsın ama insan bunun, Baron Staff’ın hayalinden başka yerde var olduğuna inanamıyor. Staff, Fransız zarafetini müdafaa için, eğer aslı yoksa, koskoca bir tarihî olay icada cesaret ettiği hâlde muaşeret usulünden, görgüden bahseden öbür güvenilir kitaplar asperjin yenmesindeki incelikte İngilizlerden önce gelmek için boşuna kulp aramıyorlar. Doğrudan doğruya söylüyorlar. Bunlar ‘İngilizler lüzumsuz bir aşırılığa kapılıp boş yere bir zariflik yoluna giderek asperji evvela bıçakla keserler, sonra çatalla yiyorlarsa da bu meseledeki eski Fransız usulü, yani asperji elle yemek usulü yemek kaidelerine daha uygun sayılmaya layıktır.’ diyorlar. Böyle diyen kitapları yazanlar zariflikte İngilizlerden önce gelmek için eski kütüphaneleri karıştırmaya lüzum görmeyerek Fransızların kuşkonmazı eskiden beri elle yediklerini açıkça, erkekçe itiraf ediyorlar. Ama öyle bir itiraf ki, çatalsız yemeyi tercih etmek iddiası elden bırakılmıyor. İngilizlerin zarifliği takdir edilmiyor. ‘Evet, Fransızlar bunu eskiden beri elle yerlerdi ve en akla yakın yol da budur.’ deniyor. Şimdi Baron Staff iddiasında yalnız kalıyor. Sade yalnız kalmıyor, zevk ve tercih hususunda öbür Fransızlardan da ayrılıyor. İşte size incelemeye değer bir mühim mesele! Şimdi İngilizler mi, Baron Staff mı yoksa eski Fransız usulü taraflıları mı haklı?”

      Meftun, bu sualine cevap almak için etrafı dinlerken gene bir horultu işitir. Kızgınlıkla sorar:

      “Horultu var! Gene büyükanne mi uyudu?”

      Büyükanne Şekure Hanım telaşla:

      “Hayır evladım. Bu sefer uyuyan ben değilim. Kıza tembih ettim. Dalarsam hafifçe çimdikleyiver dedim. Ara sıra uyur gibi oluyorum. Yanımdan çimdiği basınca gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Ne kadar inatçı uyku bilmem ki, biraz sonra gene bastırıyor. Bereket kız çimdiği hemen yetiştiriyor. Sağ kalçam çürük içinde kaldı.”

      Meftun: “İstoper…”

      Kadınnine: “İstorper nedir?”

      Meftun: “Yani artık sus demek istedim.”

      Kadınnine: “Soruyorsun da cevap veriyorum. Deminden beri lakırtı söylediğimiz var mı? Hep seni dinliyoruz. İşte onun için uykum geliyor ya. Lakırtılarını da pek iyi seçemiyorum. Bir tarihte kütüphanenin birine kuş konmuş. Yok İngiliz böyle demiş, Fransız şöyle söylemiş… Bilmem hangisi ne halt etmiş… Neme lazım benim!”

      Meftun: “Kadınnine, rica ederim artık sus!”

      Kadınnine: “Susarım ama sen de dinlenecek iyi bir masal söyle…”

      Meftun: (etrafa sorarak) “Kimdi o horlayan?”

      Rebia: (gülerek) “Orada, pencerenin kenarında Zarafet Abla uyuyakalmış da…

      Meftun: (gözlerini açarak) “Zarafet!”

      Zarafet: “Afandim?”

      Meftun: “Uyuyor musun?”

      Zarafet: “Bir parçacık içim geçti de…”

      Meftun: “İçin nereye geçti?”

      Zarafet: “A, nereye geçece? Gene kendimin içine geçti! Buyuk hanimin uykusu geldiği vakit içim geçiyo demeyo mu? Benim de geldi, öyle dedi. Ama nereye geçti, ne bileyim ben? (eliyle göğsünü yoklayarak) İşte içim gene kendi içimde duruyor!”

      Meftun: “Deminden beri söylediklerimi dinlemiyor musun?”

      Zarafet: “Dinliyorum küçük bey, kulakları sende.”

      Meftun ellerini ovuşturup gene anlatmaya başlayarak:

      “Bu mühim meseleyi halletmek için asperj yemeye mahsus bir maşacık icat ettiler. Kuşkonmaz yenirken sofradakilere şimdi birer tabak içinde bu maşadan takdim ediliyor. İnsan sofrada her lokmayı hususi kaidesine göre yemek isterse bazı ufak tefek güçlüklerle karşılaşır. Ama bilmediğimiz şeyi öğrenmek ayıp değildir. Himmetleri var olsun, ‘Savoir-vivre’ yazarları, yani görgücüler bu sofra meselesinde her noktayı lüzumlu incelikleriyle izah etmişlerdir. Bunları öğrenmek için bize kalan zahmet o kitapları açıp aradığımız bahisleri sayfalarında bulmaktan ibarettir. Balık yahut et yerken ağzınızda bir kemik veya kılçık parçası kalsa ne yaparsınız?”

      Herkeste ince bir fısıltı… Kimsede cevap verecek bilgi yok. Meftun, soran bakışlarını bir baştan bir başa dinleyiciler üzerinde gezdirdikten sonra: “Böyle basit meselelerde neye apışıp kalıyorsunuz? Hani ya cevap? Lebibe, sen söyle bakayım. Ağzında kalan kemiği yahut kılçığı ne yaparsın?

      Lebibe, bir iki defa yutkunup gözlerini süzerek:

      “Ne yapacağım? Ağzımdan çıkarır, sofraya bırakırım.”

      Meftun, azarlar bir sesle:

      “Aferin matmazel!.. Bu hareketini görenler senin terbiyen hakkında ne fikre kapılırlar? ‘Voilà une demoiselle mal éduquée!’70 demezler mi? Bu kadar sade bir şeyi Zarafet’e sorsam o bile senden iyi cevap verir… Zarafet sen söyle bakalım, kemikleri ne yaparsın?”

      Gene hemen içi geçmek üzere bulunan Zarafet, yarı anlayabilmiş olduğu bu suale cevap verebilmek için gözlerini ovuşturarak: “Kamikleri mi soruyorsun? Ne yapacağım, kaynatır, suyunu alırım!”

      Meftun: (hiddetle) “Abla! Galiba senin gene için geçmiş…”

      Zarafet, uyumadığını ispat için gözlerini lüzumundan fazla açarak:

      “Yoo, ban uyumuyo… Kamikleri sordun… Kaynatir suyunu alırim dedim. Ziyankârlık günah değil mi ayo? Kamiklerini sokağa atacak değil a… Elbette kaynatirim…”

      Meftun, ahmak bir çocuktan aldığı münasebetsiz bir cevaba canı sıkılmış bir mektep hocası kızgınlığıyla yüzünü buruşturup Zarafet’ten Raci’ye dönerek:

      “Birader, sen söyle bakalım. Kemikleri, kılçıkları ne yaparsın?”

      Raci, verdiği cevabın maksada