Мемдух Шевкет Эсендал

Bir Kucak Çiçek


Скачать книгу

ettik de bıraktık.” diyor. “Ama tövbe sözü bir kere ağzımdan çıkmış bulundu.”

      İçki arada bile olsa, konuşmak belki biraz daha hoş olur, bayanın kocası, başından geçenleri biraz daha etraflıca anlatırdı.

      Yemekten sonra lokantalı vagondan birer de kahve getirttiler. Az sonra da bayanın kocası arkasına yaslandı, horlamaya başladı. Korkusuz, düşüncesiz rahat bir uyku!

Ulus, 24 Mart 1949

      DOKTOR SAVDUR

      Memleket Hastanesi’ne yeni gelen Başhekim Nizamettin Sav-dur, sinir hastalıkları uzmanıymış. Orta boylu, cılız, patlakça gök gözlü bir adam. Yükseğe konulmuş kaşları, yolunmuş sanılacak kadar ince. Kemerli burnunun üstünde, derisi sanki gerilmiş. Konuşurken dudağı, burnunun ucunu aşağı çekiyor, susunca burnu üst dudağını açık bırakıyor. Dişleri inci gibi ak, yuvarlak, yalnız dizisi bozuk olduğu için, söz söylerken dökülüp dağılacakmış sanılıyor.

      Karısı Bayan Nezahet, otuz yaşlarında kadar, akça pakça bir ev kadını. Güler yüzlü, dili de hafifçe peltek.

      Karı koca giyinmiş, kuşanmış, Vali’nin bayanının her salı günü saat on yedide yaptığı çay toplantısında bulunmaya gelmişler.

      Salon şimdilik boş gibi. Vali ile eşi, başhekimle eşini salon kapısında karşıladılar. Ayakta biraz hoşbeşten sonra Nezahet Hanım, mektupçunun, Vali’nin bayanlarıyla sağ köşede bir kanepeye oturmuş bulundular; Nizamettin Savdur’la bay vali de iki koltuğa karşı karşıya yerleştiler.

      Vali, elli beş yaşlarında kadar, kuru avurtları çökmüş, saçları kırlaşmış, yalnız gözleri uyanık, genç kalmış, ufak tefek bir adam… Gözlerini doktorun yüzüne dikti, onu dinlemeye başladı.

      Bay Savdur yeni gelmiş; kendisini sevdirecek, beğendirecek, valiye kendini tutturacak, onun adamı olacak. Yoksa hastane başhekimliğinden bir şey çıkmaz! Geldiği gün de gidip valiyi görmüştü; şimdi de ne adam olduğunu anlatacak. Hazır salonda kimse yokken…

      Söze kendi hekimliğinden, başarılarından, burayı kendisi istemediğinden, zorla yolladıklarından, “Orayı senden başkası yapamaz, bir vatan hizmeti olarak gideceksin!” dediklerinden, o da eh ne yaparsın, büyüklerin yüzlerine duramadığından… başlaması beklenirdi; öyle olmadı. İşi büyük tuttu; yurdumuzun geriliğinden başladı, işi acıklandırmak için de örneklerini Bulgaristan’dan, Sırbistan’dan almaya başladı. Sonra yükselip Avrupalıların bizim için neler yazıp neler söylediklerini anlatmaya koyuldu. Birçok kitap adları, gazete adları sayıyor. Şahitleri de bunlar! Doktor Savdur’u dinleyenler, bu adamın, bu saydığı gazeteleri, kitapları her gün okuduğuna, bunları yazan hocalar, devlet adamlarıyla tanıştığına, diz dize oturup konuştuğuna inanacaklar! Vali’nin gözü de bir başhekim görsün…

      Sonra söz, Batı medeniyetine ulaşmak için neler yapılması gerektiğine çevrildi. Bay Savdur milletimizi, yurdumuzu düzeltmeye başladı. Söylüyor, söylüyor da sonunda işi kısa bir reçeteye bağlıyor. Reçetesi de şudur: “Fazilet, hamiyyet, ziraat, tababet.” Bitti. Yalnız, bunun bir de açıklaması var:

      “Eğer hastalık varsa, ilacı da vardır.”

      Hastalık gelince, ilacını bulur verirsin, hastalık geçer. İşte kurtuldun. Artık oturup bunu uzun uzadıya düşünmek istemez. Doktor söyleyip söyleyip arada bir de, “Değil mi efendim?” diye soruyor. Vali, “Ya ilacı verirsin de hastalık geçmezse?” diye sorabilirdi. Sormadı. Bay Savdur’u dinledi. Yalnız doktor bu dersi verir, “yurdumuzu kurtarır” dururken, söz arasında bir de, “Cemal Paşa amcamız!” demişti. Vali, buradan yakaladı:

      “Hangi Cemal Paşa, efendim?” diye sordu.

      “Tanırsınız. İzmir’de. Emekli general…”

      Vali, kaşlarını kaldırdı:

      “Yaaa, demek siz Cemal Paşa’nın yeğeni oluyorsunuz!.. Sad-rettin Bey’in oğlu…”

      Yemek odasından gelip kadın misafirlerinin yanlarına giden karısına seslenerek;

      “Baksanıza! Başhekim beyle bildik çıkıyoruz.” dedi. “Doktor, Sadrettin Beyin oğluymuş.”

      Vali’nin bayanı, “Hangi Sadrettin Bey, hangi oğlu?” diye düşünürken Bay Savdur, işin sarpa saracağından korkarak;

      “Yok.” dedi. “Bendeniz değil, bizim bayan dolayısıyla…”

      “Sizin bayan, Sadrettin Bey’in kızı mı? Biz, onlarla tanışırız.

      Benim bildiğim, Sadrettin Bey’in iki kızı vardır. Biri şimdi Reşit

      Bey’in hanımıdır. Küçüğü de bir doçente varmıştı.”

      “Yok, arz edemedim. Bizim bayanın babası, Paşa Hazretleri’nin süt biraderleri olur da… Biz aile arasında ‘Paşa amcamız’ deriz.”

      “Hımmm!”

      “Süt kardeş ama ne kardeş! Asıl kardeş kaç para eder! Paşa Hazretleri kaynatamın pek hatırını sayar. Biz evlendiğimiz gün Paşa, Nezahet’e kuşak kuşatmışlardı. Bana, bak oğlum, buyurdular, kayınpederiniz benim kardeşimdir. Sen kendilerini öyle tanımalısın! Bu söz benim kulağıma küpe olmuştur. Paşa’nın zatıâlinize karşı da pek büyük teveccühleri vardır. Biz buraya gelirken haber almışlar. Biz ellerini öpmeye gittiğimiz gün, pek sevindim, buyurdular, gideceğiniz yerde bir zat-ı muhterem vardır, size baba olacaktır. Benim selamımı da kendilerine ulaştır, buyurdular.”

      Savdur dönüp karşı köşede valinin, mektupçunun bayanlarıyla görüşen karısına;

      “Nezahet, öyle değil mi?” dedi. “Söylesene! Paşa, beyefendi sizin pederiniz olacaktır, buyurmadılar mı?”

      Karısı, kocasının ne demek istediğini anlamamıştı; yapmacıktan sırıttı.

      “Evet.” dedi.

      Vali de başını çevirip Bayan Nezahet’e baktı. Kadının hiçbir şey anlamayarak, “Evet.” dediğini gördü.

      Savdur, “Cemal Paşa” sözünü burada kesebilirdi. Kesmedi, yeniden başladı:

      “Cemal Paşa Hazretleri zatıâlilerini her sırası düştükçe bize söylerler. Örnek gösterirler. Buraya gelmeden de biz zatıâlinizi tanıyorduk. Size, gıyabi olarak pek büyük hürmetleri vardır.” dedi.

      Bu sözleri ikinci kez dinleyen vali sırıttı:

      “Yanılıyorsunuz doktor.” dedi. “Cemal Paşa’nın benim için iyi sözler söylemeyeceğini çok iyi bilirim. Benim de, onun iyiliğini söylemeye dilim varmaz. Eğer bir yanlışlık yoksa, bu sözleri siz, beni taltif için söylüyorsunuz.”

      Doktor Savdur bozuldu:

      “Aman efendim.” dedi. “Nasıl olur. Bir kere değil, iki kere değil…” Karısına döndü:

      “Nezahet söylesene! Canım, Paşa, beyefendi için neler söylüyordu!”

      Karısı uzaktan;

      “Cemal Paşa değil mi?” diye sordu. “Ben de hanımefendilere onu anlatıyordum.”

      Doktor Savdur Vali’ye dönerek;

      “Vallahi beyefendimiz.” dedi. “Bendeniz işittiklerimi söylüyorum. İşte Nezahet burada ondan sorunuz. Zatıâlileri için yalnız Cemal Paşa değil, kim olsa söylüyor. Hep şey ediyorlar. Buraya geleceğimizi haber alanlar, yaşadın, dediler. Ben de biliyordum. Birçokları burasını parası için istediler. Ben insanlığa hizmet için istedim. Ben para kazanmak için hekimlik etmeyi bir alçaklık bilirim. İzmir’de, adı lazım değil,