Мемдух Шевкет Эсендал

Bir Kucak Çiçek


Скачать книгу

değil mi?” dedim. “Sayın bayan ben mi yanılıyorum?” dedim. “Yanıklar’ın daha Türkçesi olur mu?”

      “Canım.” dedi. Sayın bayan, “Alkaner gibi mi, Bayarkun gibi mi, Özersoy gibi mi, Pakelli gibi mi, Özatakan gibi mi, Durukal gibi mi, Demirsel gibi mi…”

      Sözünü kestim:

      “Değil, sayın bayan.” dedim. “Bunların hiçbiri gibi değil. Eğer öztürkçe dedikleriniz bunlar oluyorsa Yanıklar soyadı, bunlardan değil.”

      “Ya! Gördünüz mü?” dedi. “İşte Özten’i biz bunun için aldık.

      Hem.” dedi. “Siz niçin öztürkçe ad takınmak istemiyorsunuz?

      Şimdi moda herkes öztürkçe ad alıyor.”

      “Yok.” dedim. “Sayın bayan, yanlış anlaşılmasın. Benim öztürkçe, özgetürkçe ayırdığım yok. Ben…” dedim. “Özüme ad yakıştıramıyorum. Birini yakıştırsam, özüne özgesine bakacak değilim. Siz…” dedim. “Kaynımı, sıska Behçet’i tanırsınız. Adını Demirkıran koydu. Her gönülde bir aslan yatar derler, doğrudur. O da kendini demir kıran görmek istermiş. Şimdi yeni adının altında rahat rahat oturuyor. Hüseyin Remzi’yi de tanırsınız, size de komşudur. Aldığı soyadı nedir biliyor musunuz? Ayıtan. Bu adı işittim, ne demek olduğunu anlamadığım için kendisinden sordum. Bu ayı ile tanın ne demek olduklarını bana anlatır mısın? Ayrı ayrı anlıyorum da aralarında ne yakınlık var, çıkaramadım, dedim.

      ‘Bu.’ dedi. ‘Ayıtmak mastarından bir tek söz, hatip demektir.’ ‘Güzel ama senin soyunda hiç imam, hatip yoktur. Bu nereden çıktı böyle?’ diye sordum. ‘Siz.’ dedi. ‘Toprak Bayramı’nda nutuk söylerken beni hiç dinlemediniz mi?’

      Doğru, dinlememiştim. Ama bizim Remzi’nin de kendisini hatip sanacağını hiç ummazdım. Bu soyadı çıkmasaydı, bu hatiplik onun gönlünde kalacakmış.

      Ben, gene ‘Güzel ama.’ dedim. ‘Bu Ayıtan’ın hatip olduğunu kimse anlamaz. Anlaşılır bir söz bulsaydın!’

      ‘Az mı aradım?’ dedi. ‘İşte bunu bulabildim.’

      Ne olurdu sayın bayan, ben de kendimi bir şey sanaydım da iş yalnız öztürkçesini aramaya kalsaydı! Görüyorsunuz ki bu soyadı konusunda benim ağırdan alışım, bir tembellik değil, güç beğenirliktir.”

      Bayan Özten;

      “Ben…” dedi. “Sizin hesabınıza üzüldüm. Kendinize bir ad bulamazsanız ne yapacaksınız. Ben sizin yerinizde olsam, soyadı, içimi kurt gibi yer.” dedi. “Ya aradığınız gibi bir soyadı bulamazsanız ne olacak!”

      “Sayın bayan!” dedim. “Ne yapacağımı ben de bilmiyorum. Aklıma geliyor ki, eski Türklerin yaptıkları gibi ben de büyüklerden birinden bir ad isteyeyim. Bir bitik yazıp, ona adsız olduğumu bildireyim. Bir yararlıkta bulunun, bana bir ad bağışlayın diyeyim.” dedim. “Son yapacağım da bu olsa gerektir.”

      Sayın bayan sordu:

      “Ya size, hoşunuza gitmeyen bir ad takarsa?” dedi.

      “Saygıdeğer bayan” dedim, “büyükler soyadının ne olduğunu bizden daha iyi bilirler, bana iyi gelmezse de, koyacakları ad hoştur. Buna inanmış kimseyim.”

      Bayan Ali Şevki bu düşüncemi beğendi.

      “Soyadı almasaydık da biz de böyle yapsaydık, ne kadar iyi olurdu.” dedi.

      Konuşmamız da böylece bitti.

      KÜP KIRIĞI PABUÇ ESKİSİ

      Hastane kapısı vuruluyor. Gece bekçisi Selim üst katta uyanıp alt kata sesleniyor. Ebe hanım da uyanmış, o da bağırıyor. Nöbetçi hekim uyandı: “Gene bir şey oluyor.” diye düşündüyse de kendini açamadı. Biraz sonra hasta bakıcı Selime’nin sesi:

      “Canı çıkası herif, yatağa girdi mi öldü sanırsın. Herkes uyur ama böylesini hiç görmedim! Başında tencere dövsen, yüzünü oynatmaz! Mustafaaa!”

      Hastane yapılmış bu dört katlı apartmanda uyanmadık tek kimse kalmaz.

      Biraz sonra aşağıda bir kapı açıldığı, sonra da ağırca bir şeyin devrildiği duyuldu. Devrilen, büyükçe bir şey olmalı ki gürültüsü odalarda bütün apartmanda perde perde uğuldadı!

      Selime’nin sesi:

      “Hay kör olası, dağların şenliği, bak şimdi başhemşire hanımın saksısını devirdi. Yarın sen görürsün…”

      Bu arada aşağıdan kapıcının sesi, gece nöbetçisine çıkışıyor:

      “Ulan, kulağına zift mi döktüler… Kapıyı duymuyor musun?”

      Homurtular! Kapı açıldı. Anlaşılmaz sesler. Merdiven başından ebe, aşağıya seslendi:

      “Ne olmuş?”

      Aşağıdan bir şeyler dedilerse de, uykusu açılmış olan nöbetçi hekim anlayamadı. Ebe hanım da anlayamamış olmalıdır ki, terliklerini şakırdatarak indi.

      Hekim, ebenin kendi odasına geleceğini sandıysa da doğru çıkmadı. Ebe kapıya iniyor. Arkasından hademelerden biri de indi. Biraz sessizlik. Sonra konuşmalar. Daha sonra gürültü. Gecenin sessizliğini bozan bu gürültülü konuşmaların uğultusu yukarı katlara genişleyerek, sağırlaşarak çıkmaya başladı.

      “Sağdan oğlum, tut, bırakma!”

      “Dönme, dur. Düşüreceksin!”

      “İtme ayol! Sıkıştım, görmüyor musun? Barsaklarım dökülecek.”

      “Sen çekil, ilişme!”

      “Hadi, kaldır.”

      Doktor dayanamadı. Yataktan fırlayıp koridora çıktı.

      Hasta gelmiş. Sedyeyle apartmanın dar, dolambaçlı merdivenlerinden çıkarmaya çalışıyorlar. Üç hademe, ebe, hasta bakıcı merdivenin orta sahanlığında sıkışmışlar, sedyeyi çevirmeye çalışıyorlar.

      Köşeye sıkışmış olan ebe hanım, hekimi görünce;

      “Böylesine hiçbir yerde rastlamadım doğrusu.” dedi. “Burası hastane değil, minare merdiveni! Her işin üstüne hademelik de bize kaldı! Kaçacağım, tövbeler olsun, bir fırsatını bulayım!” diye ağız yaptı.

      Hekimden de bir karşılık bekledi.

      Doktor, gürültüyü artırmamak için sesini çıkarmadı. Biraz sonra sedye yukarı çıkarılıp koridora konuldu.

      Hademeler, saçları dağınık, göğüsleri açık, uzun uçkurlu donlarıyla sersemce durmuş bakışıyorlardı.

      Ebe hanım, iğrenmiş gibi yüzünü buruşturdu. Selim, yılışık yılışık sırıttı. Yüzünde, zor bir işi başarmış adamın sevinci vardı. Merdiven başındaki koğuşun açık duran kapısından hastalar başlarını uzatıp koridordakilere, yerde duran sedyeye bakıyorlar. Hekim, hademeleri aşağıya yolladı, sonra ebeden sordu:

      “Neymiş?”

      “Bilmiyorum, daha sormadım.”

      Koridorun kapısında duran yabancı bir adam, elinde tuttuğu şapkayı birkaç kere çevirdikten sonra;

      “Sancılandı, doktor bey.” dedi. “Sonra da kan boşandı.”

      Hekim, hastanın üstündeki örtüyü açtı. Genç denecek yaşlarda bir kadın. Solmuş. Çukura batmış, yarı açık duran gözleriyle doktorun yüzüne baktı. Çamaşırı ile yarı açık duran bacakları