Yasin Topaloğlu

Türkiye’yi Sarsacak 10 Gün


Скачать книгу

Hindistan’da.

      İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, İngiliz kumaşlarına pazar açmak için, kumaş dokumakta kararlı olan 40 bin Keşmirli Müslüman ve Hindu’nun başparmaklarını kestirmişti.

      İngiliz Doğu Hindistan Şirketinin yönetiminde yer alan William Bolts; Karl Marx ve fabrikatör Engels tarafından da çok olumlu bulunan başparmak kesme uygulamasına katliam diyerek şirketten ayrılmış ve “Considerations on India Affairs” isimli bir kitap yazmıştı.

      Kendisi Hindistan’a gelmeden önce, 1772 yılında yayımlanan ama British Library’deki nüshaları bile daha sonra imha edilen kitabı Kraliyet Kara Kuvvetlerinin kütüphanesinde buldurup okumuştu.

      Karl Marx ilerici bir devrim olarak nitelendirdiği bu katliamla ilgili 25 Haziran 1853 günkü “New York Daily Tribune”e bir de makale döktürmüştü.

      Hindistan’da çok uzun süre kalamayacaklarını biliyordu.

      Bu sebeple Gandi ile uzlaşılmasını, Hindistan’ın en az üç dört parçaya bölünmesini, Müslümanların Hindularla çatışmasını sağlayacak formüller üretilmesini öneriyordu Londra’ya.

      Osmanlı halifesinin Hindistan’a yardımına da mâni olunmasını istiyordu.

      Parlak fikirleri ile Londra’ya sürekli “akıl verince” kraliçenin onayı ile Cephane Bakanı Winston Leonard Spencer-Churchill talimatıyla merkezde yeni görevine başladı.

      İkinci Dünya Savaşı’nı az daha kaybediyorlardı.

      Eğer Hitler Rusya’ya savaş açmamış olsaydı, her şey çok farklı olabilirdi.

      Kraliçe ve Churchill’e yeni bir Batı ittifakı ve hatta haçlı ittifakı kurulmasını aylardır öneriyordu.

      Ölmeden önce bu ittifakı görmek ve mümkünse bu ittifakın ilk komutanı olmak istiyordu.

      Sonunda hem kraliçeden hem de yeni görevi başbakanlık olan Churchill’den onay gelmişti.

      Başta, Birleşik Krallık otoritelerine ve Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz ülkelerinin yöneticilerine “Rusya’yı dışarıda, Almanya’yı alaşağı edilmiş hâlde, Amerika’yı da içeride tutmak için NATO’yu kurmamız gerek!” diyordu.

      Büyük düşü gerçek olmuş ve 4 Nisan 1949’da Washington DC’de NATO’nun kuruluşunu gerçekleştirmişlerdi.

      Hatta ne olur ne olmaz Türkler rahat durmaz diyerekten bir hayli küçültüp kendine dönemez hâle getirdikleri Türkiye’yi de 1952’de ittifaka dâhil etmişlerdi.

      İlk genel sekreter, yani yeni haçlı orduları komutanı kendisi olmuştu.

      Beş yıla yakın görev yapmıştı haçlı ordularında.

      Türkiye artık bu haçlı ittifakının bir üyesiydi.

***

      Başbakan Adnan Menderes evinde çalışmaktan da çok hoşlanıyordu.

      Millî Şef İnönü’nün 12 yıllık uygulamaları milleti canından bezdirmişti.

      Lozan görüşmelerindeki tutumu anlaşılır gibi değildi.

      Mustafa Kemal’in Hatay için gösterdiği hassasiyeti o, 12 Adalar, Kıbrıs, Musul ve Kerkük’te göstermiyordu.

      Büyük toprakların başa bela olacağı vehmindeydi.

      Osmanlı’nın topraklarının yirmide birine, Misak-ı Millî’ye bile büyük gözüyle baktığını biliyordu Menderes.

      Toplumsal çatışmaların başlamak üzere olduğu bir zamanda millet onları göreve getirmişti.

      Moral parametreleri yok olmuş bir millet vardı.

      Yoksulluk, yoksunluk, mahrumluk muhtaçlık her bir tarafta kol geziyordu.

      Kibrit bile üretilmemişti Millî Şef döneminde.

      Atatürk’ün millî sanayi hamlesi unutulmuştu.

      Uçak fabrikasını bile kapattırmıştı İnönü.

      Menderes Sovyetler tehdidini hep hissetmişti.

      Her bir kış gelişinde komünistlerin de geleceği korkusu vardı.

      İngiltere ve ABD, sürekli Josef Stalin konusunda uyarıyordu.

      Batı’ya sığınsa bir türlü, sığınmasa başka türlüydü.

      Sonunda Celal Bayar’la konuşup NATO’ya girmek için başvuru yapmaya karar verdi.

      ABD bu başvuruya hemen olumlu cevap vermedi.

      Türkiye artık avuçlarındaydı.

      5000 askerden oluşan bir tugay Kore’de savaşacaktı.

      Bine yakın şehit ve kayıp vardı.

      3000 civarında Mehmetçik yaralanmıştı.

      Batılılar kanımızı dökerek Türkiye’yi NATO’ya almıştı.

      Türkiye artık kendi medeniyet iddiasından vazgeçmiş, vazgeçmekle kalmamış bir de bunu Batı nezdinde tescil ettirmişti.

***

      Jean Monnet, Milletler Cemiyeti genel sekreter yardımcısı olduğunda çok ümitlenmişti.

      Batılı ülkeler -ki kendi ülkesi Fransa dâhil- birleşmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nu tarih sahnesinden kazımışlardı.

      Kendisinin zaten en büyük düşü bir Anglo-Fransız birliği oluşturmaktı.

      Bu birliğin fiziki inşası için Manş Tüneli’ni çok önemsiyordu.

      Eğer denizin altından iki ülkeyi, Fransa ve İngiltere’yi, birbirine demir yolu ile bağlayabilirse büyük bir adım atılabilir, 100 yıllık bir düş gerçek olabilirdi.

      Monnet, genel sekreter yardımcılığında hayal ettiği projeleri gerçekleştiremeyeceğini görmüştü.

      Onun bir düşü vardı.

      O, haçlı ordularını yeniden kurmak istiyordu.

      1923 yılında, Türk devletinin kurulduğu yılda Milletler Cemiyeti genel sekreter yardımcılığı görevinden istifa etti.

      Dünya hükûmeti kuramıyorduysa Avrupa hükûmeti kurabilirdi.

      Eğer Fransa ve İngiltere birlik olursa Avrupa bir araya gelebilirdi.

      Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesi, tehlikenin tastamam geçtiğine delalet etmezdi.

      İspanyol Müslümanları az daha Paris’e gireceklerdi.

      Osmanlı, Vatikan’ı topraklarına katmak üzereyken Sultan Fatih, papanın organize ettiği bir komplo ile zehirlenmişti.

      Herkes uyur Türkler ve Müslümanlar uyumazdı.

      Bugün yenilmiş gibi görünürler, yarın hortlak gibi ortaya çıkarlardı.

      İngilizlerle birleşmek için yollar ararken bir taraftan da Almanları bu birliğe ortak etmeye çalışıyordu.

      Kendisinin fikir babası olduğu Avrupa Birliği’nin temelini oluşturacak olan Maden Birliği Sözleşmesi’ni (Montanunion) imzalamak amacıyla federal şansölye olarak Paris’e gelen Konrad Hermann Josef Adenauer’la ilk Paris ziyaretinde tanışmışlar ve kimyaları tutmuştu.

      Charles de Gaulle ve Winston Leonard Spencer-Churchill de birliğin yararına inanıyordu.

      Müslümanlar ve Doğu ancak kendileri birlik olursa geriletilebilirlerdi.

      Birlik çabaları sonuç vermişti.

      1951 yılında Paris Antlaşması ile Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’u bir araya getirmeyi başarmıştı.

      Önce