Yasin Topaloğlu

Türkiye’yi Sarsacak 10 Gün


Скачать книгу

üzerine koydu.

      Biraz meraklı, biraz endişeli, biraz şaşkın bakışlarla çantayı açtı.

      Üstte bir papyon vardı.

      Papyonu bir kenara koydu. Elbiseye baktı.

      Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

      Ellerinde tuttuğu frakı bir müddet bırakamadı.

      Valinin görev elbisesi dediği bir papyon ve bir fraktı.

      Çaresizliğine bir defa daha esef etti.

      Çalışma odasından çıkıp yatak odasına geçti.

      Uyuyup uyansa bu kâbus geçer miydi acaba?

      Yatakta binlerce defa bir o yana bir bu yana döndü durdu.

      Şafak vaktine doğru yorgunluktan sızdı.

      Saat ona doğru uyandı.

      Kâbus yeniden yakasına yapıştı.

      Günlerden cumaydı.

      Hutbe sırası kendisindeydi.

      Hemen hazırlandı.

      Sultanahmet Camisi’nin avlusuna girdiğinde cemaat yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.

      Tanıştığı birkaç insanla selamlaştı.

      Bazı tanıdıklarını görmezden geldi.

      Her zaman herkese selam vermekten memnun olan kendisi bugün kimseyle karşılaşmak ve kimseyle göz göze gelmek istemiyordu.

      İmam odasına geçti.

      Diğer imam arkadaşlarının bir kısmı odadaydı.

      Meslektaşları da şaşırmıştı kendisinin bu durumuna.

      Elinde getirdiği çantayı bir kenara bıraktı.

      Ezan birazdan okunacaktı.

      Sultanahmet Camisi yavaş yavaş secde için kendisine koşan Müslümanlara ev sahipliği yapmanın şenliğini yaşıyordu.

      Cami dolmak üzereydi.

      Valinin sert ve otoriter talimatını hatırladı.

      Bir daha titredi.

      Cami avlusunda bir koşturmaca ve telaş başlamıştı.

      Odanın penceresinden baktı.

      Vali ve avanesi gelmişti.

      Şaşkınlığı bir kat daha arttı.

      Elleri titreye titreye cübbesini çıkardı, sarığını cübbenin üzerine koydu.

      “Bu nasıl bir iş, nasıl bir zulüm!” diye haykırmak istiyordu.

      Frakın içine beyaz gömleği giydi ve papyonu taktı.

      Sirk cambazlarına dönmüştü.

      İkinci ezan da okunmaya başlamıştı.

      Odadan çıktı.

      Camiye girdiğinde insanlar şaşkınlık, korku ve endişe içinde baktılar.

      Minbere doğru ilerledi.

      Camideki bütün cemaat ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

      Vali badem bıyıklarının altında bir yandan tebessüm ediyor, öte yandan zafer kazanmış komutan edasıyla etrafına, tepkilere bakıyordu.

      Sadettin Kaynak minberin her bir merdiveninde üzerindeki ağırlığın arttığını düşünüyordu.

      Başı açık, frak ve papyonla hutbe veren ilk imam olacaktı.

      Sultanahmet, Sultanahmet olalı böyle bir eziyete düçar olmamıştı.

      Nihayet mikrofona yakın merdivene çıktı.

      Beti benzi atmıştı.

      Nutku tutulmuştu.

      Her zaman ki davudi sesi, Sultanahmet’in kubbesini çınlatan sesi çıkmıyordu.

      Binbir zorlukla hutbeyi tamamladı.

      Yuvarlanırcasına minberden indi.

      Cemaat korku ile yer veriyordu.

      Cuma namazı bittiğinde kan ter içinde kalmıştı.

      Hava soğuktu oysa, İstanbul sert bir şubat ayı geçiriyordu, o kan revan içerisindeymiş gibi terlemişti.

      Kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak imam odasına geçti.

      Papyon ve frakı hışımla çıkardı.

      Sarığını takıp cübbesini giymişti ki odanın kapısı açıldı.

      Odaya bir anda CHP İstanbul il başkanı, vali ve belediye reisi maiyetiyle daldı.

      “Hoca hoca!” diye seslendi müstehzi bir ses tonuyla vali. “Daha vazife bitmedi.”

      Kâbus bitmemiş, korkuları hitama ermemişti.

      Vali “İlk Türkçe ezanı da sen okuyacaksın!” dedi.

      “Aman ya Rabbi!” dedi.

      Bayılacak gibi olmuştu.

      Valinin huzurunda olmasına rağmen sedire oturdu.

      Niye ben? diye sordu kendi kendine.

      Tamam Cumhuriyet’e diyeceği bir şey yoktu, bir kısım uygulamalara da taraftardı.

      Ama bu kadarını beklemiyordu.

      Yapacak bir şey yoktu.

      Vali, yeni ezan metnini bırakıp çıkmıştı odadan.

      Sultanahmet’in diğer imamları ne yapacaklarını bilemez hâlde odaya doluşmuşlardı.

      Vali çıkarken “İkindi vaktinde okuyacaksın ilk Türkçe ezanı.” demişti.

      Sadettin Kaynak küçük kıyametin koptuğunu düşünerek Sultanahmet Camisi’nin 6 minaresinden ikindi ezanını okudu.

      “Tanrı uludur, Tanrı uludur

      Şüphesiz bilirim, bildiririm

      Tanrı’dan başka yoktur tapacak.

      Şüphesiz bilirim, bildiririm

      Tanrı’nın elçisidir Muhammed.

      Haydin namaza, haydin namaza

      Haydin felaha, haydin felaha

      Tanrı uludur, Tanrı uludur

      Tanrı’dan başka yoktur tapacak.”

***

      Kilis halkının ileri gelenleri kendi aralarında toplanarak Evkaf Genel Müdürlüğünün satışa çıkardığı camilerle ilgili ne yapacaklarını tartışıyorlardı gizliden gizliye.

      1927 yılından bu yana Evkaf Genel Müdürlüğü, Türkiye’nin her yerinde binlerce cami ve mescidi fazla olduğu iddiasıyla satışa çıkarmış ve bunlardan 2 bin 815 tanesi satılmıştı.

      Önceleri cami ve mescitlerin satış ihalelerine kimse girmeyince bu defa Evkaf Genel Müdürü Fahri Bey formülü bulmuştu.

      Bir kısım cami ve mescitler yıkılacak; enkazı ayrı, arsası ayrı satılacaktı.

      Kilis eşrafı bunun üstüne satışa çıkartılan camilerin ihalelerine girmeye karar vermişti.

      1947 yılıydı.

      Özellikle Hacı Derviş Camisi yıkılmadan, enkaz ayrı, arsa ayrı satışa çıkmadan almaya karar verdi Kilis eşrafı.

      Hacı Derviş Camisi’nin medresesinde Mehmet Vakıf Efendi ve Muallim Rıfat Bilge gibi önemli âlimler yetişmişti.

      Eşraf kendi arasında topladığı paralarla ihaleye Durmuş Karadeniz’in girmesine karar verdi.

      İhale günü gelip çatmıştı.

      Durmuş Karadeniz ihaleye