Yasin Topaloğlu

Türkiye’yi Sarsacak 10 Gün


Скачать книгу

olmuştu.

      ABD ve MOSSAD onun halife olma isteğini kullanmışlar, kendisi de ‘keleğe’ gelmişti.

      Bu “keleğe gelmek” hangi memleketin deyişiydi acaba?

      Memleketi özleyip hasret kaldığını herkese söylüyordu ama zerre umurunda değildi.

      Fırsat bulsa da New York gecelerine bir aksaydı.

      Dünya buradan idare ediliyordu, kendisi de küçük dünyasını buradan idare ediyordu.

      Halifeliği kaçırmıştı.

      TBMM bir gece apansız toplanıp Deccal’i halife seçmişti.

      Bari Diyanet İşleri başkanlığını kimseye kaptırmasaydı!

      Artık mümkünü yoktu.

      Mehmet Görmez hemen iptal etmişti yeşil pasaportunu.

      Hâlbuki gözü tutmuştu onu.

      Velfecir okuyan gözlerinde bir şafak görmüştü Görmez’in…

      Osman Şimşek’in “Yeni Diyanet İşleri başkanı Alevi olacakmış.” demesiyle bir tespihten olmuştu.

      Ekrem Dumanlı’ya “Bu işe engel olun!” diye talimat verdirdi telefonla.

***

      Adnan Hoca A9 televizyonunda kameramana çıkıştı:

      “Niye yakından çekmiyorsun?” dedi. “Yoksa kıskanıyor musun?”

      Kameraman ne yapacağını şaşırdı.

      Süper mini etek giymiş “kedicik”lerden birinin göğüs çatalına kamerayı odakladı.

      Adnan Hoca’nın “dalgasını” anlamış değildi.

      Bütün kediciklerin yanakları, dudakları, göğüsleri silikonluydu.

      Kimi “anadan üryan” mini etek giyiyor kimi başörtüsü takıyor kimi kara çarşafla programa çıkıyordu.

      Önceleri üç kedicikle ekrana çıkıyordu Adnan Hoca; o zaman iş daha kolaydı.

      Üç kameranın birini hocaya, öbürünü kediciklere, diğerini de panoramik olarak ayarlayınca iş tamamdı.

      Zaten 777 inşallah, 3250 maşallahla program bitiyordu.

      Kedicikler hocalarına ne kadar yakışıklı olduğunu söylüyor, hoca da kediciklere binbir iltifat ediyor ve programı kapatıyorlardı.

      Adnan Hoca, Ajda Pekkan yanaklı kediciğine iltifat ederken gözü televizyonunda geçen bir alt yazıya takıldı.

      “Alevi Diyanet İşleri başkanı mı?”

      Bir anda kedicikler gitmiş, yerine Diyanet İşleri başkanlığına atanacak ismin Alevi olacağı düşüncesi yerleşmişti aklına.

      Mehmet Görmez’in, uluslararası bir toplantıda, kendini ziyaret etmek için gelmek isteyen yabancı delegasyona “Gitmeyin o şarlatanın yanına!” dediğini duymuştu.

      O günden beri Görmez’in kanına ekmek doğruyordu.

      Aslında Görmez haksız da sayılmazdı.

      Bu dekolte işini biraz fazla abartmıştı.

      Olabilirdi bir Alevi’den Diyanet İşleri başkanı.

      Desteklemeliydi bu işi…

***

      Türkiye son zamanlarda Alevilerle inanılmaz uyumlu bir noktada toplumsal mutabakata erişmişti.

      Devlet başkanı ve Halife Recep Tayyip Erdoğan önündeki başkanlık fermanını imzaladı.

      “Ardahan Müftüsü ve Alevi Dedesi Ali Haydar Demir’in Diyanet İşleri başkanlığına atanması tarafımdan uygun görülmüştür.”

      CHP’NİN TEK BAŞINA İKTİDAR OLDUĞU GÜN

      Sultan Selim Camii Şerifi Başimamı ve Sultanahmet Camii Şerifi ikinci imamı ve hatibi, meşhur bestekâr Hacı Hafız Sadettin Kaynak, İstanbul valiliği, belediye reisliği ve CHP il başkanlığı görevlerini birlikte yürüten Muhittin Üstündağ’ın, Osmanlı sadrazamlarının sadaret makamı olarak kullandığı vilayet binasındaki odasında kendisine söyledikleri karşısında dehşete düşmüştü.

      “Aman vali hazretleri!” diyecek oldu.

      Valinin polis şefi olmaktan mütevellit yüz hatları daha da sertleşti, ceberut bir ifade ile Sadettin Kaynak’a doğru birkaç adım attı ve öfkeden ağzından tükürük saçarak “Emir bizzat Gazi Hazretleri’nin!” dedi.

      Sadettin Kaynak on yaşında hafız olmuştu.

      Hafız Melek Efendi’den, Kasımpaşa Küçük Piyale Camii İmamı Hafız Cemal Efendi’den, Neyzen Emin Dede’den ve Muallim Kâzım Uz’dan dinî bilgiler ve musiki öğrenmişti.

      Valiye bir defa daha işin olmazlığını anlatmaya çalıştı.

      Vali oralı değildi.

      Yapması gerekenleri bir ültimatom edasında söyledi.

      Sadettin Kaynak’a “Yarın büyük gün!” dedi.

      “Ben de geleceğim camiye cuma namazı kılmaya.” diye de ekledi.

      Görüşmenin bittiğini izhar edercesine ceketinin içine giydiği yeleğinin saat cebinden köstekli saatini çıkararak saate baktı ve kafasını salladı.

      Sadettin Kaynak çarnaçar başıyla reverans yaparak kapıya doğru yürümeye başladı.

      Valinin kükreyen sesiyle irkilerek yeniden döndü.

      Vali kapıya yakın küçük bir çantayı göstererek “Bu çanta sizin. İçerisinde yarınki görev elbiseleriniz var.” dedi.

      Sadettin Kaynak meraklı gözlerle bir valiye, bir çantaya baktı.

      İlerledi. Çantayı aldı.

      Çok ağır değildi.

      Ne günah işledim de Rabb’im beni böylesine ağır imtihana tabi tutuyor! diye düşündü.

      Vilayet binasından çıkarken dalgınlığından birkaç insana çarptı.

      Arnavut kaldırımı yoldan Sirkeci’ye doğru inmeye başladı.

      Öğle vakti yakın olduğu hâlde camiye gitmek istemedi.

      Eve gidip Gülfiye’yle de kavga etmek hesabına gelmedi, asık suratı yüzünden.

      Kimseyle karşılaşmamayı umarak Mısır Çarşısı’na doğru yürüyordu.

      Yeni Cami’nin önünde durdu.

      Yeni Cami’nin ona ihanet etmişçesine baktığını düşündü.

      Ürperdi.

      Yüreğinde bir bukağı hissetti ve her dakika biraz daha bukağının yüreğini sıktığı vehmine kapıldı.

      Sol elini kalbinin üstüne koydu; hızlı hızlı atıyordu.

      Kendisini bir mücrim gibi hissetti. Daha fazla dayanamayacktı.

      Gülfiye’yle kavga etme pahasına eve gitmeye karar verdi.

      Bir taksi çevirdi.

      Evinin adresini verdi.

      Kapıyı her zamanki gibi Gülfiye açtı.

      Evinin anahtarı yoktu kendisinde.

      Gülfiye her zaman evdeydi.

      Odasına girdi. Kapıyı kapattı.

      Gülfiye bir şeyler sezmişti.

      Ama üzerine gitmek istemedi Sadettin’in.

      Biraz ney çalsa açılır mıydı acaba?

      Odasında bir ileri bir geri yürüyerek saatlerce