Yasin Topaloğlu

Türkiye’yi Sarsacak 10 Gün


Скачать книгу

oldu.

      Tel Aviv’de havai fişek patlatıyorlardı.

      Demek haber duyulmuştu.

***

      Şimon Peres’in canı sıkkındı.

      ABD başkanlarının İsrail’i eleştirmelerinden bıkmıştı.

      Telefonda ABD dışişleri bakanına ağzına geleni söylüyordu.

      Başkan haddini aşıyordu.

      Bakana “Biz başkanları getirdiğimiz gibi götürmesini de biliriz!” dedi eski günleri hayal ederek.

      Tam o anda koşuşturma sesleri odanın içini doldurmaya başladı.

      Neler oluyordu?

      Hemen yan kapıdan sığınağa sıvışmayı düşündü.

      Cümlesini tamamlamadan telefonu kapatmıştı ki odasının kapısı açıldı.

      İçeriye özel kalem müdürü destursuz girdi.

      Tıknaz biriydi, zorlukla nefes alıyordu. Elinde bir kâğıt tutuyordu.

      “Müjde! Müjde!” dedi.

      Adam hem heyecandan hem sevinçten neredeyse boğulacak gibiydi.

      Kâğıda baktı… Gözlüğünü düzeltti… İnanılmazdı!

      Özel kalem müdürünün sevincine hak verdi.

      Kendisi de eğer yalnız olsaydı takla atabilirdi odanın içinde.

      Gözleri parıldamaya başladı.

      İsrail yeniden o görkemli, o haşmetli günlerine dönebilir miydi acaba? Dünyayı parmaklarında oynatabilirler miydi?

      Davos’u hatırladı.

      Dünyanın gözü önünde “Siz çocukları öldürmesini iyi bilirsiniz!” diye kükreyen adam geldi gözlerinin önüne.

      İyi ama o çocuklar yarının teröristi olacaklardı.

      Soba borusundan roket atar yapıp İsrailli çocukları öldüreceklerdi.

      Yoksa onlar çocuk öldürmezlerdi.

      Onlar Filistinli çocukları öldürüyorlardı.

      Bir nevi önleyici savaştı o zaman yaptıkları.

      “Deccal” ölmüştü.

      Devletleri ellerinden neredeyse alınmıştı, Tel Aviv merkezli kanton bir devlet olmuşlardı.

      Orduları terhis edilmiş, güvenlik güçlerinin mantar tabanca kullanması dahi yasaklanmıştı.

      Birden gözü ekrana takıldı.

      Kumandayı aldı, Türk kanallarını aramaya başladı.

***

      Gaziantep’te “Deccal”in daha önce ziyaret ettiği bir gecekondu bölgesinden yayın yapan mahallî bir kanala takıldı.

      Elif nine, başörtüsünün ucuyla gözyaşlarını sildi.

      Daha dün gibiydi.

      Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı ile birlikte mezbeleden farksız evine gelmişti.

      Hiç yüksünmeden kendilerinin oturduğu yere oturmuştu.

      Bir akşam uyurken iki çocuğunun da cardınlar1 tarafından yenen burunlarını anlattı.

      Yokluktan, değil evin eksiğini gediğini kapatmak, çoğu zaman kuru ekmeğe bile para yetiştiremiyordu.

      Cardınların bıraktığı kötü hatıra yüzünden artık okuldaki diğer çocukların yüzüne bakmaz olduğu oğluna bir mektup yazdırmıştı ona yollamak için.

      Mektubun ardından bir süre zaman geçmişti ki Perilikaya Mahallesi Muhtarı Ahmet Dalyan evin kapısına dayandı.

      Muhtar kerhen oturmuştu rengi atmış derme çatma koltuğa.

      O koltuğu da zaten çöpten almışlardı.

      Muhtarın telefonu davul zurna sesi tonunda çalmaya başladı.

      Telefonu açtı muhtar. “Derhâl efendim!” diye ayağa kalktı.

      Telefonu Elif nineye verdi.

      Kulaklarına inanamadı. Yarın Gaziantep’e gelecekti. Akşam yemeğine evine misafir olacaktı.

      Daha dün gibi olup bitmişti her şey.

      Elif nine, Olay TV’ye geçmişte yaşadıklarını anlatıp anlatıp gözyaşlarını siliyordu.

      “Ne çok seveni varmış!” dedi Peres.

***

      Kanal D’de Aydın Doğan’ın açıklamalarına dikkat kesildi.

      Türkiye’de ne olup bittiğini anlamak için Türkçe bilen ve İstanbul’da uzun yıllar görev yapan MOSSAD ajanı danışmanını çağırdı.

      Kumandayı uzattı.

      Bugün onlar için şenlik günüydü.

      Neredeyse 40 gün 40 gece düğün dernek yapılmasını ilan ettirecekti.

      Türk medyasının beyaz limuzinli, siyah fraklı şövalyesi, Fransa’nın Paris’inin, Paris’in Şanzelize’sinin ‘köylüğü’nde doğmuş gibi davranan “Hürriyet” gazetesinin yayın yönetmeni Sedat Ergin, patronu Aydın Doğan’a haber verdiğinde Doğan, Boğaz’ı seyreden terasta viskisini yudumluyordu.

      Evin kâhyası şarap almayı unutmuştu.

      Sadece Petrus marka şarap içerdi.

      Her ne kadar şişesi 10 bin dolar idiyse de bunu düşünecek değildi ya!

      Ertuğrul’u mu çağırsaydı…

      Onun arabasında her daim birkaç Petrus şarabı vardı.

      Aydın Doğan hep merak etmişti; şarap faturalarını Ertuğrul mu ödüyor yoksa temsil giderleri arasında gazeteye mi kakalıyordu?

      “Nihayet!” dedi. “Nihayet!”

      Müjdeyi şansölyeye verse miydi?

      “Nasıl olsa haber almıştır.” dedi.

      Kâbus bitmişti.

      Yeniden başlıyordu her şey.

      Eski günleri, o güzel günleri hatırladı.

      Tek eksiğinin erkek evlat olduğu o güzel günlerde her şey yolundaydı.

      Mesut Yılmaz’ı ropdöşambırla karşıladığı, uğurladığı zamanları hatırladı.

      “Ne günlerdi be!” diye hayıflandı.

      Sirkeci’de yedek parça dükkânı olduğu günlerden nerelere gelmişti.

      Bir gün az daha kirada oturduğu dükkânın sahibini gırtlaklayacaktı.

      Birkaç ay kirasını geciktirince konuya komşuya iyice rezil olmuştu.

      Sonra ne olmuşsa olmuş hem kirasını koçlar gibi ödemeye başlamıştı hem de işler bayağı bir düzelmişti.

      Ford bayiliği o günlerde gelmişti.

      Daha dün gibiydi.

      Koçlar kestirmişti sürüyle.

      Yine geçmişe daldı.

      Ya o şarabını içerken 28 Şubat’ın kudretli ve müstakbel genelkurmay başkanı Çevik Bir’in esas duruşta talimatlarını almasına ne demeliydi?

      “Ah ah!” dedi.

      Yıllardır Hilton’un bir imar planını halledememişti.

      Bir rafineri bile kuramamıştı.

      Milyarlarca avro bankalarda repoda bekliyordu.

      Şükür