Güzide Sabri

Yaban Gülü


Скачать книгу

ilk defa hissettiği bir baba sevgisi ile o kadar mesut idi ki sanki dünyanın bütün sonsuz zevkleri bu küçük yavrunun vücudundan teşekkül etmiş sanıyordu.

      Bir aralık eğildi:

      “Leyla, kızım, uykun geldi mi?” dedi.

      Çocuk, neşeli bir yüz ile ona baktı ve sokulmak arzusunu göstererek başını koluna dayadı.

      Rahmi Bey, onu hemen dizleri üzerine aldı ve kıvırcık, parlak saçlarını öperek başını göğsü üzerine bastırdı.

      Bu iki kimsesiz hayatın birbirine sarılması pek hoş bir görünüş vücuda getirmişti.

      Leyla, hakikaten hiç umulmayan bir saadet içinde yaşıyordu. Köyün ıssız, unutulmuş muhitinden, Nefise ninenin zalim ve lakayıt bakışlarından uzaklaştıran talihi, onu şimdi şefkatli ellere bırakmıştı.

      Beyrut’a çıkan yolcular arasında Rahmi Bey’in ailesi de vardı. Leyla, süslü elbisesi, tüylü, dantelalı başlığı ile eşsiz bir çiçek gibi Rahmi Bey’in en eski cariyesi ve evinin en kıymettar bir müdiresi olan Mahinur Kalfa’nın kucağında gidiyordu. Kader, bu kızı bir köylüden dünyaya getirmiş fakat karanlık ve fakir bir hayata layık görmemişti.

      Rahmi Bey ve ailesi evvelce kendileri için hazırlanan konağa yerleştiler.

      Leyla’nın ilk terbiyesi, Rahmi Bey’in sevgili cariyesi Mahinur Kalfa’ya bırakıldı. Bu kadın, hakikaten çok insan ve yüksek ruhlu idi.

      Rahmi Bey ise cidden kibar, asil, kalbi temiz olup, çok sevdiği zevcesinin birdenbire ölümü ile sonsuz bir keder içinde yaşıyordu. Fakat Leyla, bu karanlık hayatın yeni bir ışığı olmuştu.

      Çocuk, büyük kalfaya nine; Rahmi Bey’e de baba diyordu. Minimini ruhunda bu kelimeyi söylemeye zorlayan gizli bir kuvvet vardı. O, mutlak anne veya anneciğim demek istiyordu. Mahinur Kalfa kendisine nine denmesinden hoşlanarak, Leyla’nın öksüzlüğü ile kendi yalnızlığında eski zamanlara ait bir benzeyiş buluyor, günden güne artan bir sevgi ile kalbinin dolduğunu anlıyordu.

      Rahmi Bey, bu güzel kıza daha güzel bir isim bulmak istemişse de hiçbirini münasip görmeyerek, kulağında pek hoş bir tesir bırakan “Leyla”yı tercih ederek, onu bu isimle çağırmaya karar vermişti.

      Güzel Leyla’nın evde şikâyet edilecek hiçbir hâli görülmüyordu. Bütün gün süslü bebekler ile meşgul olur; onları öper, sever, koynuna alır ve uyuturdu.

      Rahmi Bey’in bu sevgili evlatlığı günden güne büyüyor, fıtri zekâsı, bilgisi gittikçe genişliyordu.

      Beyrut’ta dört sene oturmuşlardı. Artık bu zamanlar ciddi bir tahsil ve terbiyenin başlangıcı olmuş, ilk terbiyesi bittiği için kalfa onu hocalarına bırakmaya mecbur kalmıştı.

      Leyla’da okuyup yazmak ve her şeyi öğrenmek hevesi o kadar çoktu ki… Hocaları, Rahmi Bey’e nihayetsiz takdirlerde bulunurdu. Musikide de aynı heves ve terakki ile çalışmak istidadı görülüyordu. Rahmi Bey onunla son derece iftihar ederek Beyrut’un en muktedir muallimlerini konağına toplamış, manevi evladını onların eline bırakmıştı.

      Zaman geçtikçe bu kızda harikulade bir güzelliğin ilk izleri görünmeye başlıyordu. Koyu yeşil ile siyahın karışmasından hasıl olan gölgeli ve şahane gözleri, bakışlarına baygın ve süzgün bir güzellik veren uzun kıvırcık kirpikleri vardı. Dişleri o kadar beyaz ve düzgün idi ki dudaklarının arasında parlak bir sıra inci gibi görünürdüler. Güneşin altın ışıklarını andıran saçları ise güzelliğine bir büyüklük ilave ederdi. Rahmi Bey bu saçları okşadıkça, ileride bu kızı itina ile saklamaya mecbur olacağını düşünüyordu.

      Bir akşam Beyrut’un en meşhur musikişinasları selamlıkta toplanmışlardı. Şarkılar birbirini takip ediyor, sanatkârların ellerindeki musiki aletleri kederli bir kalbin takatsiz iniltileri gibi titriyor, dinleyicilerini müteessir ediyordu.

      Bu sırada Rahmi Bey’in dikkatli bakışları Leyla’ya dönmüştü. Musikinin bu masum ruhta hasıl edeceği tesiri anlamak istiyordu. Çocuk o kadar derin bir zevk içinde dinliyordu ki babasının kendi üzerine çevrilen bakışlarından bile haberi olmuyordu. Selamlıktaki misafirler bu kadar küçük bir kalpte mevcut olan duyguyu hayretle karşılamakta idiler.

      Rahmi Bey bir aralık eğilip eliyle Leyla’nın saçlarını okşamıştı. Bu temas ile tatlı bir uykudan uyanır gibi başını kaldırmış olan Leyla, en masum bakışlarıyla Rahmi Bey’e bakmış, sonra başını onun göğsüne dayayarak derin derin içini çekmişti. Gece herkes odalarına çekildikten sonra Leyla yatağına girmiş lakin uyuyamamıştı. Dinlediği udun yanık sesleri, o mavalların, o içli ahların inleyen akisleri ruhunda derin bir iz bırakmıştı.

      Sabahleyin büyük kalfa gelip beyefendinin kendisini istemekte olduğunu söylediği zaman Leyla, derhâl babasının odasına koştu. Rahmi Bey ayakta duruyor, elinde minimini sedefli bir ut tutuyor ve:

      “Kızım.” diyordu. “Bu udu sana aldım, memnun oldun mu?”

      O zaman çocuk koştu. Kollarını babasının boynuna doladı ve:

      “Ah!..” dedi. “Rüyamda sabaha kadar hep bunu gördüm. Kucağımda böyle süslü minimini bir ut varmış, ne güzel çalıyordum.”

      Rahmi Bey gülerek:

      “Piyano derslerinin hariç bir zamanında biraz da Arapça, ut öğrenirsin diye düşündüm, herhâlde pek fena bir saz değildir.” diye cevap veriyordu.

      Leyla sevincinden ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Mütemadiyen Rahmi Bey’in ellerini öpüyordu. O da onun pembe yanaklarını okşuyordu. Kalfa ise karşıdan, öksüz bir kızla evlat muhabbetinden mahrum bir kalbin ruhi ve tabii ihtiyaçlarını seyrederken pek müteessir oluyordu.

      Seneler geçtikçe Leyla parlak güzelliği ile görenleri hayran ediyordu. Gözlerindeki sihirli bakışlar, tavırlarındaki sadelik daha ziyade artmış; genişlemeye başlayan omuzları üzerinden yükselen başı daha vakur, daha muhteşem bir eda, endamına ayrı bir ahenk veriyordu.

      Artık Leyla eskisi gibi selamlığa çıkamıyordu. Zira erkekten kaçma zamanı gelmiş, halkın gözünden muhafazası lazım gelecek bir çağa vasıl olmuş idi.

      İstanbul’dan gelen mektupları babasına genellikle Leyla okur, icabında ise cevabını kendi yazardı. En sık gelen mektuplar Rahmi Bey’in biraderinden idi. Bir gün gelen mektubun içinden genç, güzel bir fotoğraf çıkmıştı. Leyla, bunu bir nevi merak ve hayretle incelemeye başlamış; düşünceli bakışların, vakur, sevimli bir simanın sahibi olan bu resim, onun ruhunda derin bir iz bırakmıştı. Bu genç, güzel amcazadenin hayali günlerce fikrini meşgul etmişti.

      Akşamüzeri Rahmi Bey resme sevgi ile baktıktan sonra dudaklarında tatlı ve manidar bir tebessümle: “Ne güzel bir çift…” diye söylenmişti.

      Bugünlerde konağın içinde garip bir hazırlık görülüyordu. Suriye’nin, Hama’nın en zarif ve en nefis kumaşları ile salonların döşemeleri yenileniyor. Rahmi Bey’in şahsi işlerinde bir faaliyet görünüyordu. Leyla ise bu hâllerin sebebini tahkike cesaret edemeyen, sıkıntılı bir his ile acı çekiyordu. Şimdiye kadar sakin geçen hayatlarına arız olmak üzere olan değişikliğin ne olabileceğini düşünüyordu. Bir gün büyük kalfanın yanına gitti. Hiç girizgâha filan hacet görmeden:

      “Ne oluyor nineciğim? Konaktaki bu hazırlık nedir?..” diye sordu.

      Mahinur Kalfa kaşlarını çatarak başını sallaya sallaya: “Ne olacak, ne olacak?.. Beyefendi bu yaştan sonra evleniyor, genç hanım alıyor, bütün hazırlık onun için.” cevabını verdi.

      Leyla, gayriihtiyari hayretle haykırmıştı. Evleniyor, bu ne demekti! Düşüncesi birdenbire bu