Güzide Sabri

Yaban Gülü


Скачать книгу

Ölmeden bunu görmek ve minimini torunlarını sevmek istiyordu. İstediği kızı da bulmuştu. Asil ve pek zengin bir ailenin bir tek kızı idi. Bunu kendi asaletine ve mevkisinin şerefine pek yaraştırıyor, ona gelinim demekle iftihar edebileceğini düşünüyordu.

      Feridun annesinin bu fikrinden haberi olmadığı için tamamen Leyla ile meşgul görünüyor, dünyayı unutmuş gibi coşkun bir hâlde bulunuyordu. Genç kız piyanonun önünden kalktığı zaman hanımefendi nezaketen bir teşekkür etmek lütfunu esirgememişti.

      Zavallı Leyla bu yarı iltifattan dolayı utanırken, karşıdan olanca hırs ve nefreti ile üzerine yıldırımlar saçan Pakize Hanım’ın o müthiş bakışlarını görememişti.

      İki saat sonra herkes odasına çekilmiş, konağın içerisi derin bir sessizlik içindeydi. Leyla, yorgun olduğu hâlde bu gece hiç uyumak istemiyordu. Pencerenin önüne oturmuş, başını eline dayamış; gözleri karanlığın ve sessizliğin derinliklerine dalıp gitmişti. Birtakım karışık hislerin tesiri altında ne düşündüğünü bilemiyordu. Yalnız karanlığın kuytularına gizlenen bir şimşek, iki müthiş göz kendisine bakıyormuş gibi geliyordu. Bu gözlerde bütün hayatını tehdit eden, bütün emellerini söndürmek isteyen bir canavar vahşeti vardı. Bunların ezici bakışları altında titreyen genç kız, birdenbire fırlayarak bu korkunç düşüncelerden kurtulmak için eliyle gözlerini ovuşturdu. Orayı burayı dolaştıktan sonra nihayet aynanın karşısında durdu. Odanın içini ufak bir kandilin sönük, titrek ışığı aydınlatıyordu. Bu yarı aydınlık içinde hayal gibi görünen vücuduna, endamına baktı. Bu hâlde pek güzel olduğunu gördüğü için dudaklarında hafif bir tebessüm belirmişti. Şimdi hayalinde munis, sevimli bir yüz vardı. Şefkat ve merhametten ziyade aşk ifade eden bir bakış kendisine: “Korkma, korkma!” demek istiyordu.

      Bütün ruhu ılık bir hava içinde ısındı. Aşkın beyaz kanatları omuzlarını okşuyordu.

      Genç kız yatağına doğru yürüdü. Ta topuklarına kadar inen altın saçları bütün vücudunu sarmıştı. Şimdi her taraf derin ve esrarlı bir sükût içinde uyuyordu.

      Bu gece, Feridun da uyuyamamıştı. Şimdiye kadar gecelerin bu kadar hülyalı, bu kadar ruhu okşayan esrar ile dolu olduğunu hiç bilmiyor, gecelerin bu derece munis, bu kadar ketum bir sırdaş olacağını hiç tahayyül etmiyordu.

      Oh!.. Şimdi bu sükûnet, bu yalnızlık kendisine ne kadar hoş gelmişti. Pek lezzetsiz bulduğu hayatında birdenbire husule gelen bu değişiklik onu şimdiye kadar hiç görmediği aşk ve saadet güneşinin doğduğu sıcak bir iklime doğru götürüyor, buranın sıcak ve kendinden geçiren havası ile hayatının bütün kudretlerinin genişlediğini görüyordu.

      Süreyya Hanım’ın konağındaki misafirlikleri esnasında Rahmi Bey, (…)’deki yalısının tamir ve döşenmesi ile meşgul oldu. Beyrut’tan döneli bir ay olmuştu. Feridun ile Leyla bir aydan beri hemen her gün beraber bulunuyorlar, bu kıymetli ve mukaddes aşklarını henüz kalplerinde saklıyorlardı. Bazen piyano çalarlar, bazen kitap okurlar, bazen de bahçede gezerler. Mesut kuşlar gibi aşklarının kanatları ile uçmak isterlerdi. Feridun, sevdiğine sahip olamamak azabından azade olarak yaşıyordu. Leyla’nın da kendisini çılgın bir aşkla sevdiğine, annesinin ise mesut olmaları için her türlü kolaylığı göstereceğinden emindi. Lakin aceleci olmaktan korkuyor, aşkının bu sakin şiirselliğini bozmaya cesaret edemiyor; bu temiz aşkı gönlünün en saklı köşesinde gizliyor ve gizlemekle pek yüksek ve sonsuz bir zevk duyuyordu.

      Hanımefendi, Feridun’un Leyla ile bu kadar meşgul oluşunu hiç hoş görmemekle beraber, oğlu gibi ciddi fikirli bir gencin Leyla gibi adi bir ahiretliği hiçbir vakit sevmeyeceğine emin bulunuyordu.

      Bir akşam Rahmi Bey gelmiş, yalının her şeyinin tamamlandığını ve ertesi gün gidileceğini söylemişti.

      Bu söz Leyla ile Feridun’a bir yıldırım gibi tesir etmiş, ikisini de üzgün ve ümitsiz bırakmıştı.

      Ertesi gün Feridun, onları vapura kadar uğurlamış, Leyla’nın güzel ve beyaz elini sıkarken karşılıklı hislerle birbirine veda eden gözler; sonsuz manalar, yüksek maksatlar ile hislerini anlatmaya çalışmışlardı…

      Genç kız vapurun kamarasına çekildiği vakit, tatlı hülyaları arasında kendisine ebedî bir aşk vadeden o gözlerin artık bütün hayatına hâkim ve mutlak olduğunu görüyordu.

      Feridun konağa döndüğü zaman pek mahzundu. Bir aydan beri Leyla’nın yattığı, oturduğu odaya koştu. Bu odanın havası bir genç kız ruhunu taşıyor ve onun saçlarından, elbiselerinden ve bütün mevcudiyetinden çıkan temiz bir kokuyu taşıyordu. Fakat her köşede yokluğunu gösteren bir hüzün, ayrılığın bütün acılığını hissettiren bir boşluk vardı.

      Genç adam bu bulutsuz aşkının ilk ayrılık saatlerini burada geçirdi. Üzüntülü bir hasretin başladığını bildiren bu odada onun hayali ile yaşadı.

      Aradan bir hafta geçtiği hâlde Feridun tahammülsüz bir hisle yalıya gitmek istiyordu. Artık ondan uzak kaldığı günden beri ruhunda bir kasvet, gönlünde bir hüzün vardı. Nereye gitse, nereye baksa her şey kendisini sıkıyor, hiçbir şeyle meşgul olamamak azabı ile pek üzülüyordu. Nihayet meseleyi annesine açmaya ve onu amcasından istemeye karar vermişti. Leylasız yaşamanın artık mümkün olamayacak bir dereceye gelmiş olduğuna katiyen hükmetmiş, aşkın bütün şiddeti ile manevi mevcudiyetini eline aldığını, mağlup ve esir olarak boyun eğmekten başka çare kalmamış olduğunu anlamıştı.

      Haftanın son gününü pek heyecanlı olarak geçirdi. Saadetine bir engel tasavvur etmediği hâlde, gizli bir hissin ruhunu sıkıntıya sokmakta olduğunu anlıyordu. Lakayıt bulunmaya çalıştı. Bu kadar mesut bulunduğu bu zamanlarda böyle birtakım sebepsiz endişelerle fikrini yorduğu için canı sıkılıyordu. Lakin bu gece her şey hatta yatak bile onu sıkıyordu. Uyuyamayacağını anladığı için kalktı, pencereyi açtı. Şafak, tatlı bir ümit gibi pembe gülüşü ile kâinata neşe saçıyordu. Semanın bu ışıklı rengini Leyla’nın pembe yüzüne benzeten Feridun, onun da böyle zengin ve hiç doyulmayan bir güzelliği olduğunu düşünüyordu. Şimdi hayatının bir aylık evresi birer birer gözünün önünden geçmeye başlamıştı. Onu ilk gördüğü günü hatırlıyordu. Hiç beklemediği, hiç ümit etmediği hâlde talih kendisine birdenbire gülüvermişti. Evvelce amcasının manevi bir evladı olduğunu bildiği hâlde bir kere olsun onunla meşgul olmaya lüzum görmedikten başka mevcudiyetine bile ehemmiyet vermemişti. Vapurda onunla ilk defa karşı karşıya geldiği günü hiç unutamıyordu. Gözleri bir anda öyle bir perişanlığa uğramıştı ki nereye bakacağından şaşkın, birkaç saniye sersem ve âdeta aptal gibi olmuştu. Karşısında masum bir ağırbaşlılıkla, derin ve nafiz bakışlarıyla, narin endamıyla duran bu fevkalade güzelliğin önünde söyleyeceği sözü bile unutmuştu. Amcası, “Kızım Leyla.” derken o az kalsın:

      “Ne söylüyorsunuz, bu sizin kızınız?.. Fakat bu eşsiz varlığı nereden buldunuz? Onu buraya niçin getirdiniz?” diye haykıracaktı. Derin bir baş dönmesi ile sendeleyip bütün kuvvet ve iktidarının eridiğini ve ilk defa bir kadın karşısında zayıf ve bitap kaldığını görmüştü.

      Artık güneş doğuyor, kuşlar bir neşeyle ötüyor. Sanki bütün mevcudat bu kıymettar aşkının saadetini tebrik etmek istiyordu. Kalbi ümitlerle dolu olduğu hâlde geceki vehimlerin bir kâbus olduğunu düşünüyor, hayat olanca neşesi ile kendisine gülüyordu.

      İtinalı bir dikkatle giyindi. Aynada uzun uzun kendini seyretti. Dudaklarında muzaffer bir tebessüm vardı. Koyu lacivert kostümleri hakikaten kendisine pek yaraşmış, uykusuzluğun yorgunluğu bakışlarına baygın ve hazin bir güzellik vermişti. Sofada annesine rast geldi, hanımefendi biraz hayretle