Güzide Sabri

Yaban Gülü


Скачать книгу

ve yüksek zevke uygun bir tarzda düzeltilmişti.

      Kalbinin çarpması, genç adamın sözlerini kesecek kadar şiddetli idi. Hem yengesi ile yalnız bulunmak ona bir nevi ağırlık veriyordu. Söz söylerken gözlerini süzmesi, sonra garip edalar ile gülüşleri onu fevkalade sıkıyordu. Henüz Leyla’yı görmemişti. Sormaya da cesaret edemeyerek, bekleyişin azabını bu an kadar duyduğunu hiç hatırlamıyordu. O sırada Pakize Hanım pencerenin panjurunu açmakla meşguldü. Feridun’u yanına çağırdı ve:

      “Bakınız.” dedi.

      Feridun gözlerini bahçeye çevirdi. Rahmi Bey büyük bir fıstık ağacının altına serilen bir halı üzerine uzanmıştı. Yanında da kanepeye yaslanmış bir genç vardı. Feridun yengesine doğru döndü.

      “Amcam yalnız değil.” dedi. Kadın şuh bir eda ile güldü ve:

      “Biraderim…” diye cevap verdi. Sonra ahenkli bir sesle dışarı doğru uzanarak:

      “Cemal!” diye seslendi. Genç adam döndü. “Beye söyle de bize baksın. Yanımda bir misafir var.”

      Rahmi Bey başını kaldırdı. Yeğenini pencerede görünce sevinçle bağırdı.

      “Vay! Sen misin Feridun? Ne kadar memnun olduğumu bilemezsin, buraya gel de bir bahçe sefası yapalım.” diyordu.

      Feridun, amcasının bu daveti üzerine bahçeye doğru yürürken birdenbire durdu. Zira Leyla çiçeklerin arasındaki ince bir yoldan kendisine doğru geliyordu. Kollarının arasında sarı ve pembe güllerden oluşan büyük bir buket vardı, yanakları kızarmış, tül örtüsü altında saçları dağılmış olduğu hâlde güleç ve mesut bir yüz ile yaklaşıyordu. O, hafif bir titreyiş ile elini uzattı. Feridun bu eli sıkarken artık takatinin bittiğini hissederek hayatının bütün emellerini bu güzel ellerin altında görüyordu.

      Leyla, çiçekleri göğsüne bastırmış, rüzgârla dalgalanan başörtüsünü düzeltmeye çabalıyor, yüzüne dökülen perişan saçlarını toplamaya uğraşıyordu. Feridun onu bu hâlde, doymayan bir bakışla seyrederken, o:

      “Bütün hafta sizi bekledik.” diyordu. Hanımefendi ile teşrifinizi ümit ettik. Burası baharda pek güzel oluyor, her gün ninemle bahçede oturuyoruz. Fakat vaktimi daha çok piyanoya hasrettim. Bu hafta daha iyi çalmak için çalıştım. Bugün isterseniz biraz da alaturka çalabilirim.”

      Feridun bu masumane sözler karşısında ne söyleyeceğini şaşırmış, bahtiyarlığın nihayetine varmıştı.

      “Bilmem bu lütfunuza ne suretle teşekkür edeyim?” diyordu. “Bilseniz ruhum bunu ne kadar özlemişti. Bütün hafta bugünün ümidi saadetiyle yaşadım.”

      Her ikisi de ağır ağır yürümeye başladılar. Bu anda Rahmi Bey’in sesi işitiliyordu:

      “Canım Feridun, neredesin, hâlâ gelmedin, seni bekliyorum.”

      Leyla o tarafa gitmek istemediğini anlatan bir tavırla:

      “Ben içeriye gireyim de siz buyurunuz. Sizi bekliyorlar.” dedi. Feridun hiç de istemeyen bir nazarla genç kızın yüzüne bakıp: “Ben bilhassa senin için geldim, şimdi ne yapayım?” demek istedi.

      Ayrıldılar, Feridun ileriye doğru yürüdü. Cemal Bey kendisini karşılamak için ayağa kalkmıştı. Feridun hiç tanımadığı bu genç adama selam verirken dudaklarını ısırmıştı. Zira pek tuhaf bir vaziyet karşısında kalmıştı. Dar pantolon, kısa bir ceket, gayet sıkı uzunca bir iskarpin, dik bir yakalık, al bir kravat, siyaha bakan koyu ve küçük bir fes, tek gözlükle şıklığa özenen bu züppe beyin önünde ne söyleyeceğini şaşırdı. Bereket versin ki amcasının suallerine cevap vermekle meşgul oluyordu. Cemal Bey, yeğenim Feridun diye takdim ederken onun öyle garip bir eğilişi vardı ki gülmemek kabil değildi. Cemal Bey bir nezaket eseri olarak bahçede dolaşmak bahanesi ile çekildi de Feridun geniş bir nefes aldı.

      Rahmi gülerek:

      “Nasıl bizim kayınbirader, şık değil mi?” diye soruyordu.

      “Fevkalade efendim…”

      Rahmi gülmesinde devam ederek:

      “Moda meraklısı.” diyordu. “Yalnız güzel giyinmek, şık görünmek sureti ile salonları süslemekten başka meziyetleri olmayanlardan.” Feridun kahkahaları arasında cevap veriyordu:

      “Ne çare ki bazı yerlerde bizden daha fazla aranıyor.”

      Rahmi Bey omuzlarını silkerek:

      “Adam sen de…” diye söyleniyordu.

      Feridun, bugün saadetine engel olan, bu süslü beye kızmaya başlamıştı. Onun varlığı bugünkü hususiyetlerini bozacaktı. Bir haftadan beri beklediği bugünün böyle ziyan oluşuna canı pek sıkılıyordu. İçeri girdikleri zaman Leyla, kendisine vadettiği piyanoyu Cemal’in yanında çalmak istemediği gibi salonda bile pek az oturmuştu; genç kız onun soğuk, bayağı tavırlarından, manasız cümlelerindan, yılışık bakışlarından uzaklaşmak lüzumunu duyuyordu.

      Feridun akşam konağa döndüğü zaman annesini biraz düşünceli buldu. Kadın şikâyet eder gibi:

      “Ne kadar geç kaldın. Bütün gün yalıda mı oturdun?” dedi.

      Sonra anneliğin en şefkatli bakışları ile derin derin süzdü. Feridun’un yüzü belli olacak kadar zayıflamış, rengi solgun, yorgun ve cansız bakışları ise ızdırap çekmiş olduğunu anlatıyordu. Hanımefendi endişeli bir tavırla sordu:

      “Feridun, seni biraz rahatsız görüyorum. Nen var?”

      Genç adam annesinin ellerini öperek güldü ve:

      “Hiçbir şeyim yok anneciğim, yalnız uykusuzluk ve yorgunluk…” dedi.

      “Uykusuzluk mu, niçin uyumadın?”

      “Niçin uyumadığımı ben de bilmiyorum.”

      “Tuhaf şey, bir kederin mi var?”

      “Hayır, keder de değil. Mamafih sevinç de değil, endişe, hem tatlı hem biraz üzüntülü.”

      “Sözlerinde belirsizlik var, bir şey anlayamıyorum.”

      Feridun önüne bakıyordu. Bu gece her şeyi annesine söylemeye karar vermişti. Hanımefendi ise garip bir korku ile oğlunun hislerini derinleştirmeye cesaret edemiyordu. Her ikisi de bir sessizliğin ağırlığı altında kalmış gibi sustular. Bir aralık Feridun başını kaldırdı ve annesine baktı:

      “Bu gece sizde tuhaf bir hâl var.” dedi. “Benimle hiç görüşmek istemiyorsunuz, hâlbuki benim sizin o şefkatli sözlerinize o kadar ihtiyacım var ki…”

      Hanımefendi dudaklarında beliren tatlı bir tebessümle:

      “Bilakis seninle çok konuşmak istiyorum da vakit bulamadığım için susmaya mecbur oluyorum. Her vakit yanınızda değil miyim anneciğim?”

      “Allah eksik etmesin. Her vakit yanımdasın fakat sana söylemek istediğim sözler biraz mühim. Daha doğrusu hayatın en ciddi meselelerine ait olduğu için müsait ve münasip bir zaman bekliyordum.”

      Feridun, heyecan ve hayretle annesine baktı:

      “Ne demek istediğinizi anlayamadığım için af buyurunuz.”

      Hanımefendi koltuğuna yaslanarak oğluna hükmeden bir nazarla bakıyordu. Vakur ve ağır bir ses ile:

      “Feridun…” dedi. “Sen artık yirmi altı yaşını bitirmek üzere olduğunu biliyor musun? Annelerin birtakım düşünceleri ve vazifeleri vardır ki evlatlarının mesut olmalarını, rahat etmelerini düşünmekle beraber bundan aynı zamanda kendilerine de bir pay çıkarmak isterler. Artık bu yalnızlık içinde geçen hayattan