Güzide Sabri

Yaban Gülü


Скачать книгу

hatırı için bunlara hürmet etmeye mecbur olduğunu hatırlayarak her şeyi hoş görmeye razı oluyordu.

      Bugün Emin Bey’in konağı önünde üç araba durmuştu. Nihayet on günden beri beklenen yolcular gelmişlerdi. Hanımefendi derhâl aşağıya koşmuş, hürmetle misafirlerini karşılamıştı. Salona çıkıldığı zaman tanışma merasimi yapılmış, hanımefendiyle Rahmi Bey ve Feridun, merhum Emin Bey’in hatırası ile bir hayli ağlamışlardı. Rahmi Bey, Feridun’la iftihar ederek ve gururla bakarak:

      “Aman ya Rabbi.” diyordu. “Ne kadar değişmiş, ne kadar güzelleşmiş!” Sonra eliyle omuzlarını okşayarak:

      “Aslan, Allah’a emanet aslan… Vapurda yolcuları karşılamaya gelenler arasında ben hâlâ bundan pek çok sene evvel bıraktığım küçük Feridun’u arıyordum. Birdenbire karşımda amca diye hitap eden bu koca adamı görünce öyle bir şaşırdım ki âdeta utandım…”

      Bu söze hep birden gülüştüler. Rahmi Bey Feridun’a dönerek:

      “Söyle bakayım; sen beni nasıl tanıdın, sevgili çocuk?”

      Feridun amcasının bu sualine gülerek:

      “Resminizden.” dedi. Sonra ilave etti: “Ruhun yakınlığı da yardım etti amcacığım.”

      Hanımefendi eltisini pek beğendi. Zira onun da karşısındakine yüksekten bakan mağrur ve hükmedici bakışları vardı. Yalnız Leyla kendisini beş-on dakika meşgul etmişti. Kayınbiraderinin senelerden beri büyütüp terbiye ettiği bu kızın cidden müstesna bir mahluk olduğunu teslim etmekle beraber onun bir evlatlık olması, adi ruhlu bir köylünün kızı bulunması derhâl bu istisnalığı silmiş, mahvetmiş olduğundan artık onunla meşgul olmaya hiç lüzum görmemişti.

      Feridun, pek şen ve pek memnun bir hâlde amcası ve genç yengesi ile meşgul gibi görünüyorsa da tuhaf bir cazibenin tesiri altında bulunuyordu. Niçin olduğunu bilmeden ruhu garip bir haz içinde uyuşuyor, gözleri önleyemediği bir kuvvetin sevkiyle bir noktaya saplanıp kalıyordu.

      Leyla salonun uzakça bir tarafına çekilmiş idi. Güzel yüzünde yolculuğun yorgunluğu, tavırlarında belirsiz bir yabancılık vardı.

      Feridun ise bu beklenilmeyen cazibeye karşı hüviyetinin sarsıldığını, kalbinin şimdiye kadar hissetmediği bir heyecanla çarptığını duyuyordu. Bir-iki defa ona bakmak istediği hâlde kalbinin sık sık atışı metanetini eziyordu. Bu ne idi? Nasıl bir kuvvetti?.. Şimdiye kadar hiç düşünmediği, hemen mevcudiyetinden bile haberdar olmadığı, hatta hiç ehemmiyet verip beklemediği bu kızın karşısında duyduğu bu zaaf, bu alaka neden ileri geliyordu?.. Henüz ona bir kelime bile söylemeye cesaret edememişti. Feridun son bir gayretle gözlerini bir defa daha ona doğru çevirdi. Bu, uzun ve derin bir bakış oldu. O zaman kendi kendine şimdiye kadar hiçbir vakit bu kadar sihirli gözlere, bu derece masum ve güzel çehreye tesadüf etmemiş olduğunu itiraf etti. Ondan korkmak lazım geleceğini düşündü.

      Müslüman kadınlarında misafirlere gösterilen hürmet öyle Avrupa kadınları gibi birtakım formalite altında bulunmadığından Pakize Hanım ile Leyla biraz yorgun göründükleri için kendi evlerindeymiş gibi bir müddet odalarına çekildiler.

      Leyla’nın yalnızlığa, sükûnete olan ihtiyacı bunu kendisine bir saadet olarak hissettirmişti.

      Odaya girer girmez hemen bir kanepe üzerine oturdu. Başını elleri arasına aldı. İki saatten beri ruhunu ezen tesirli bakışları düşünüyordu. Fakat onlar niçin ve ne maksatla kendisine o kadar derin, ta içine işlemek isteyen kuvvetle bakmışlardı? Bazı hayret, bazı takdir, bazı mağlup ifadeler ile ruhuna nasıl anlaşılmayan sırlar vermeye çalışmışlardı? Geniş ve karanlık bir çölden ibaret gördüğü hayatına ne ışıklı ümitler serpmek istemişlerdi?

      Ümit… Lakin bu ne tatlı, bu ne kadar okşayıcı bir kelime idi! Bütün hüviyetini ılık ve kendinden geçiren bir şiir ile okşuyordu! İnsanları aldatan, hayatın yoluna boyun eğdiren ümit ona şimdi en candan tebessümler ile gülüyordu.

      Akşam yemeğinden sonra bahçe üstündeki salonda toplandılar. İki saatlik istirahat, yolcuların yorgunluğunu biraz almıştı. Hanımefendi pek iltifatkâr bir tavırla, misafirleri ile meşgul görünüyor, kalbi zevcinin hatırasıyla dolu olduğu hâlde mütemadiyen kayınbiraderini ağırlamaya çalışıyordu.

      Leyla, zarif ve sade tuvaleti ile piyanonun yanına çekilmiş, Feridun ise onun biraz yakınında oturmuştu. Genç kız gözlerini salonun boş bir köşesine çevirmiş olduğu hâlde biraz dalgın görünüyordu. Feridun artık ne amcası ne de yengesiyle meşguldü. Leyla’nın en ufak bir hareketi bile ruhuna sevda serpiyordu. Yavaş yavaş onunla beraber konuşmaya başladı.

      “Bu gece kadar mesut olduğumu hiç hatırlamıyorum.” dedi. “Meğer hayatın böyle sevimli anları da oluyormuş.”

      Leyla’nın yüzü tatlı kızıllık içinde kaldı. Uzun kirpiklerini önüne doğru çevirdi. Sesinde ruhundan akseden bir titreyiş vardı:

      “Evet.” dedi. “Uzun bir ayrılıktan sonraki kavuşmanın verdiği saadet elbet pek şerefli olur, efendim.”

      Bakışlarını Rahmi Bey’e doğru kaldırarak:

      “Zannedersem kendileri de aynı hisle mütehassistirler.” diye ilave etti.

      Feridun, Leyla’nın bu gafletine tatlı ve manidar bir tebessümle karşılık vermişti. Bu aralık Rahmi Bey salonun bir tarafına çekilmiş olan bu iki vücuda doğru bakarak:

      “Leyla.” dedi. “Bize biraz piyano çalmaz mısın?”

      Hanımefendi onlara doğru dönmüştü. Feridun yalvaran bir tavırla ayağa kalktı:

      “Yorgun olduğunuz hâlde lütfunuzu temenniye müsaade buyurursunuz zannederim.”

      Leyla yavaşça:

      “Estağfurullah!” diye cevap vererek endamının bütün incelikleriyle piyanoya doğru yürüdü. Taburenin üzerine oturduktan sonra Feridun’a hitaben:

      “Kusurumu itiraf edeyim.” dedi. “Alafrangada maharetim biraz noksandır. Herhâlde af buyurulacağıma eminim…”

      Leyla’nın beyaz ve ince parmakları fil dişi klavyeler üzerinde dolaşmaya başladı.

      Kendi kendine söylenir gibi:

      “Ne çalayım acaba?” diyordu.

      Feridun notaları karıştırırken:

      “Faust.” dedi. Sonra ilave etti:

      “Toska bilmem, hangisi arzu buyurulur?”

      “Zannedersem Toska ruha daha yüksek hisler verir.”

      “O hâlde lütfediniz…”

      Leyla, hassas kalbinin bütün rikkati ile çalmaya başladı. Feridun heyecandan sarhoş gibiydi. Hanımefendi bu dakikada pek ciddi görünüyordu. Başını çevirmiş, sakin ve dalgın bir nazarla bakıyordu. Rahmi Bey’de iftihar eden bir baba tavrı vardı. Pakize Hanım ise lakayıt ve asabi görünüyordu. Leyla’nın her yerde kendisine üstün geldiğinden dolayı garip bir ruh hâli içinde acı duyuyordu. Rahmi Bey tatlı ve manidar bir tebessüm ve yavaş bir sesle hanımefendiye:

      “Leyla’yı nasıl buldunuz?” diye sordu. Süreyya Hanım döndü, dudaklarında pek gizli bir istihza görünüyordu.

      “Çok güzel. İnkâr edilemez.”

      Rahmi Bey tekrar etti:

      “Yalnız o kadar mı?”

      Hanımefendi bu sefer aşikâr denecek bir istihza ile güldü:

      “Daha ne bekliyordunuz, efendim?” dedi.

      Pakize Hanım söze atıldı:

      “Beyefendi