Мустафа Кемаль Ататюрк

Zabit ve Kumandan - Zabit ve Kumandan ile Hasbihâl


Скачать книгу

harcanmasını ve kullanılmasını gerektirir. Özellikle zafer ve üstünlük kazanmak, bütün subay ve erlerin, vatan ve millet uğrunda isteyerek ve seve seve canlarını feda etmelerine ve en küçüğüne kadar bütün rütbe sahiplerinin, kendiliklerinden düşünerek durumun gereğine göre yine kendiliklerinden tedbir almaya alışmış olmalarına ve erlerin de zafere ulaşmak için kesin karar ve isteğinde azimli olmalarına, üstlerinin yaralanmaları ve şehit olmaları hâlinde bile bu azmi bozmayacak nitelikte bulunmalarına bağlıdır.

      Piyade Talimnamesi – İkinci Muharebe Bölümü Madde 266: Subay emrindeki erler için en canlı örnektir. İleri atılmak suretiyle göstereceği örnek davranışla erlerini de kendisiyle birlikte ileri sürer. Subay, birliğini sıkı bir disiplin altında tutarak ağır sıkıntılar içinde ve birçok şehit ve yaralı verdikten sonra bile zafere ulaştırılabilir.

      Subay; erlerinin tasa, kıvanç ve her türlü yokluk ve sıkıntılarına katılan, güvenilir önderi olmalıdır. Erlerin tam güveni böyle kazanılır.

      Subay, savaşın kutsal görevi için, daha barış döneminde, kendini eğiterek yetiştirmeli ve hazırlamalıdır.

      Süvari Talimnamesi – Giriş – Madde 11: Süvari sınıfında amirin erler üzerinde doğrudan doğruya hüküm ve tesirinin pek büyük önemi vardır. Bundan ötürü kendi öz kişiliği olağanüstü bir önem taşır. Tecrübeli ve cesur bir süvari komutanını, asker tereddütsüz izler.

      Süvari Talimnamesi Üçüncü Muharebe Kısmı – Madde 417: Süvari muharebesinde topluca ve bütün şiddetiyle yapılan saldırı zaferle sonuçlanır. Sıra içinde bulunan her er, düşmanı korkusuzca çiğnemek ve vuruşmanın hızıyla çarpıp devirmek kesin azminde bulunmalıdır. Subaylar, başta erlerin önünde düşman hatlarına saldırmalıdır.

      Topçu Talimnamesi Birinci Kısım – Giriş – Madde 2: Savaşta, çok sıkı bir disiplinle, olanca kuvvetin kullanılması gerekir. Özellikle muharebe, düşünerek hareket eden ve kendiliğinden iş görür bir biçimde, yetiştirilmiş komutanlarla 10 erlere ihtiyaç gösterir. Bunlar düşman ateşinin etki alanında bile soğukkanlılıkla ve doğru düşünerek topbaşı görevini yapabilmeli ve aziz vatanımıza hayatını vererek bu manevi güç ve duygunun etkisiyle de düşmana üstün gelmek konusundaki kesin isteklerini, üstleri şehit olsa bile yine fiilen yapabilmelidirler.

      Bu maddeleri şöyle gelişigüzel bir okuyup geçivermeyelim. Kılıç kuşanan, forma taşıyan, subayım diye ortaya çıkan, hükûmetin birçok harcamalarla donattığı, anaların 20-30 yaşlarındaki en işe yarar evlatlarını arkasına alarak namus, din ve devleti korumak üzere savaşa giden bizler, subaylar, maddeleri her şeyden önce bu maddeleri, çok, pek çok kere okumalıyız. Okumalıyız ki savaşın bizden istediği görevin biçimi ve yapısını gerçek anlamıyla tanıyalım. Bu maddeler üzerinde biraz durulunca anlaşılır ki subaylık demek, canını ve öz varlığını vermeyi kesinlikle göze almış olmak demektir. Askerlik bizim geçimimizi sağlayan bir sanattır. Biz bu sanattaki görevlerimizi öteki sanat sahipleri gibi yalnız aklımızla değil, aklımızdan başka can ve başımızla da yapıyoruz. Gerekirse kanımızı da akıtıyoruz. Subaylık, başarı kazanmak için korkusuz ve canını hiçe sayarak çekinmeksizin savaşabilmektir. Bizim vazifemiz arasında ölüm de vardır.

      Fakat görev yaparken ölüm asla ve hiç düşünülmeyecektir. Hiçbir sanat ve görev sahibi, bizim kadar tehlike ve şiddet karşısında değildir. Barıştaki çalışma ve hazırlıklarımız kapalı ve sıcak yerlerden çok, dışarıda ağır hava ve arazi şartları altında geçtiği gibi bunların doğrudan uygulanması demek olan savaşta, görevimiz ağır şartların etkisi altında ve düşman ateşi karşısında geçecektir. Yirmi iki yaşındaki genç teğmenin görevi uğrunda akıtacağı taze ve sıcak kanın, askerliğin ücreti olan yedi yüz kuruşluk aylığın karşılığı olduğunu kabul edecek hiçbir akıl ve hizmet sahibi bulunamaz. Bu kan, parayla (maddiyatla) ölçülmek durumundan çok yüksek bir duygunun, vatan ve milletin kollanması gibi kutsal duyguların yönlendirilmesi ve yardımıyla akıtılabilir. İşte bu, fedakârlıktır. Fedakârlıkla eş anlamlı olan askerlik mesleği; kutsal dinimizi, bağımsızlığımızı, devletimizi korumak gibi şerefli görevleri üstlendiği için devlet bizleri, sırmalı ve şeritli üniformalar giydirerek diğer millet bireylerinden özel ve belirli bir giyim kuşamla ayırmıştır. Bu üniformayı giyenlerin milletin gözünde seçkin bir yeri vardır. Bu da herkese nasip olmaz.

      Ancak fedakârlık duygusu olan nadir kişiler buna ulaşabilirler. Şu hâlde subaylık gibi yüksek ve özel bir durumda olan herkes görevlerinin önem ve yüksekliği ile orantılı bir kişilikte olmalıdırlar. Bu önemli ve büyük görevin en birinci belirtisi ve gerekçesi yukarıdaki maddelerde gizli olduğu gibi fedakâr ve korkusuz olmak, canını ve nefsini hiçe saymaktır. Bir subay, sanatı adına canına ve varlığına hiç önem vermeyecektir. Gerek kendisinin gerekse emri altındakilerin hayat ve hatta rahatını korumaya ancak bunları sanat ve görevi gerektirdiği anlarda kullanmaya çalışacaktır. Bu gibi anlarda bunları hiç düşünmeyecektir. Hayat ve rahatın hiç düşünülmemesi gerekince ileriye körü körüne atılacaktır. Namusun gereği budur. Görev bunu istiyor. Din ve millet bunu emrediyor. Vatan ve millete olan borcumuzu ancak böyle ödemiş olabiliriz. Subaylık şerefine tam hak kazanmak bu yolla olur. Kuzey Afrika Savaşlarında İtalyan subaylarının taarruzlarda daima erlerin ilerisinde; geri çekilmelerde, gerilerinde hareket ettikleri ve erlere sürekli ve canlı örnek oldukları, değişik rütbedeki komutanların da yine komutanlıklarının gerektirdiği yerlerde bulundukları görüldü.

      Savaşta atılan her mermi ve sallanan her süngü insana isabet etmez. Eğer böyle olsaydı, muharebeden hiç kimse sağlam dönmezdi. Barış döneminde uygun şartlar altında yapılan atışların sonucu bilinmektedir. Bunun bir de muharebede ölüm kaygısı içinde yapıldığını düşünecek olursak isabet oranının ne kadar düşeceği kolayca anlaşılır. Hele tüfek kurşunları gibi bir kişiye nişan alınarak atılmayan top mermilerini düşünürseniz, onların parça tesiri ihtimali çok küçüktür. Top mesailerinin zararı, şaşkın parçacıklarının değmesinden fazla, gürültülü patlamalarının maneviyatı sarstığı akıldan çıkarılmamalıdır. Trablus ve Bingazi Savaşlarında İtalyanlar, hemen bütün topçu depolarındaki mermileri boşaltacak kadar top mermisi kullandıkları hâlde bizden topla yaralanan veya şehit olan çok az olmuştur. Bulgarların Çatalca savunma hattımıza yaptıkları saldırılarda Karadeniz’de, hattın sağ kanadında bulunmakta olan Turgut Reis adlı savaş gemimizin oldukça usta topçularının Bulgarların tepelerinde gülle patlatmak suretiyle sürekli dövülen avcı hattından hiç hayır kalmadığı sanılırken patlayan top mermilerinin dumanları geçince aynı Bulgar hattından yine aynı güçte ateş edildiği görülmüştür.

      İtalyanların bir yıl süreyle kara savaşlarında denizden ateş ettikleri hâlde gemi topçuları, gürültüden başka hiçbir şey yapamamıştır. 8 Şubat 1913 Bolayır Muharebesi’nde, arazi durumu gereği, avcı hattımızın pek yakınında hareket etmekte olan ihtiyat taburu erlerinin, düşmanın attığı top mermilerinden daha çok, pek yakınımızdaki bataryalarımızın top seslerinden ürkerek sakındıklarını, iki kat olduklarını (siper aldıklarını) gördüm.

      Bu askerler, Piyade Talimnamesi, Muharebe Kısmı, Madde 446: “Piyade kendi üzerinden topçunun ateş etmesine alışmalıdır…” gereğine rağmen alışmamış olabilirler. İşte manevi gücün sarsılmaya ve çökmeye başladığı böyle bir anda ortaya çıkacak olan subaylardır. Subay o sırada başı yukarıda ve göğsü ileride durarak bütün sertliğiyle erkeklik damarları gevşemeye başlamış olan erlerini derhâl uyaracak, yönlendirecek ve uyandıracaktır. Patlayan bir-iki düşman mermisinden sonra, kendi toplarının seslerinden üzerine