korunma, korkulanın başa gelmesine daha çok yol açar. Bir subayın şerefli kişiliği ile ilgili en önemli mesele bu aşırı korunmadır. Çünkü subay, muharebede tek bir kişi değildir. Komuta ettiği insanların varlığına ve önemine eş değer bir kuvvettir. Hatta daha büyük bir kısma ve daha çok kişiye yararlı olabilmek amacıyla bunun bile üstündedir. Bunun için kendisinin etkisini kaybetmesi, yapabilme durumundan düşmesi, yalnız kendisi için değil, ordu için bundan çok daha büyük bir gedik açmış olur. Balkan Savaşı’nda ileri yürüyüşleri bin güçlük ve gecikmeyle yapan askerin, geri çekilme hareketlerinde harcanan zamanla oranlanamayacak derecede yol alması sebep ve etkisini, şimdiki subaylarımız ellerini alınlarına dayayarak önemle araştırmalı ve yorumlamalıdırlar.
Soyumuzun savaş alanlarında kazandıkları ün, bıraktıkları ad ve sağladıkları başarıları, ele geçirdikleri dünyanın türlü bölgelerini düşünelim ve gözümüzün önüne getirelim. İstanbul’dan kalkıp Balkanları, Tunaları birçok defa aşan, Hristiyan dünyasının mutaassıp ve birleşik Haçlı ordularını yenen ve bunları koruyan, zamanın en dayanıklı kalelerini gücüyle kendine bağlayan, Viyanaları kuşatan12, Macaristan ovalarını manej eğitim yerine13 çeviren, koca yiğitlerin ne şerefli, cesur, yardımsever, güvenilir insanlar olduklarını ve bu her millete nasip olmayan başarıların ancak bu çok yüksek duyguyla elde edilebileceğini anlamakta geç kalmayız.
Ne zaman ki ahlakımız bozularak fedakârlık ve mertlik damarlarımız gevşedi, fetih düşüncelerimiz söndü, devlet çıkarı yerine şahsi çıkar sağlama ve kendi rahatımızı düşünmeye başladık; yenilgiden yenilgiye, felaketten felakete düştük, türlü acı ve sıkıntılarla yokluklara uğradık.
Viyanaları kuşatan, ileri karakollarını14 Almanya içlerine kadar ilerleten Osmanlı sadrazam ve komutanlarının çadırları, değişik tür ve çaptaki Osmanlı silahları, birçok Osmanlı ve Müslüman sancak ve bayrakları bugün Viyana müzelerinin süsüdür. Viyana’nın Tophane Müzesi’nde sadrazam ve komutanlara ait iki Türk çadırı vardır. Bugün, bunların her biri binlerce lira değerindedir ve müzenin en seçkin yerlerini doldurmaktadır. Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın kafatası şehrin Belediye Müzesi’nde bulunmaktadır. Son Viyana yenilgisi üzerine, Viyana’nın Osmanlılar elinden kesin olarak kurtulmuş olduğunun anısı olmak üzere kentin ortasına yaptırılan ünlü ve kocaman Stefan Kilisesi’nin kapısından girilince sol tarafta göze bir heykel çarpar. Bu heykel, Viyana’yı kuşatan Türklerin, yenilgi ve bozgununa olağanüstü bir çaba ile çalışmış olan General Lothringen’i, at üstünde göstermektedir ki köpürmüş olan atının ayakları, yerlere serilmiş olan sarıklı bir yeniçerinin çıplak göğsüne basmaktadır. Ben bu koca tabloyu gördüğüm gün, kilisede tapınan Hristiyanların bu Lothringen’e dua etmekte olduklarını sandım.
Eski yüzyıllık kayıptan başka dün uğradığımız ve bugün Rumeli’deki dindaşlarımızın çekmekte oldukları, her gün belirtilerini gördüğümüz felaketler, hep bizim gevşekliğimizin, beceriksizliğimizin, muharebe ve erlik meydanlarında savaşın istediği düzeyde, yiğitlik ve gücü gösteremediğimizin tabii sonucudur. Düne kadar verdikleri vergilerle karnımızı doyurduğumuz, hayat ve namuslarını korumakla yükümlü ve sorumlu olduğumuz zavallı Makedonya Müslümanlarının türlü düşmanlar elinde bugün neler çekmekte olduklarını açıklamaya gerek var mı? Bugün Türkler yalnız soy ve tarih yönünden bu yiğit soyun çocukları ve torunları olmakla kalmamalıdırlar. Bunca övünülecek şeylerle dolu ve süslü olan şanlı geçmişimizin gerçek mirasçısı olduğumuzu ortaya koymalıyız ki bugünümüzü ve yarınımızı kurtarmış olalım.
Türk milleti, geçmiş zamandan çok bugünü gözetmeye ve korumaya muhtaçtır. Hayatının ve varlığının sürdürülmesini sağlamak önce bize, askerlere bırakılmıştır.
Bugünkü askerler eski savaşçılardan daha azimli, fedakâr, can ve tenini düşünmekten arınmış olmalıdır ki yüzyıllardır sürüp gelen şu devamlı felaketler ve kötülükler artık olduğu yerde kalsın.
Stefan Kilisesi’ndeki düşman generalinin hırslı atının ayağı altında inlemekte olan çaresiz yeniçeriyi kurtaramazsak da bugün Rumeli’de zorla yurtlarından atılanların yardımına yetişelim ve bu azim ve kesin karardan ayrılmayalım ki aynı felaketleri hiç olmazsa Meriç Nehri’nden bu yana getirmiş olmayalım.
Geçen Rus Muharebesi anısı olarak Küçükçekmece’de Florya gezisi15 yöresinde yapılan ve dikilen Rus Zafer Anıtı’na bir kere bakmakla yetinmeyelim, bunun yapılış ve dikiliş sebepleri ile anlamını araştıralım ve değerlendirelim. Bu eser bizim için bir düşünce kaynağı olmalıdır. Bunu derin derin düşünürken Pomaklarla Makedonyalıların çektikleri yoklukları, sıkıntıları ve ayrıntılarını işitir ve okurken bundan sonra böyle bir durumun tekrarında bugün vatanın sınırları içinde kalan bizlerin de yarın nasıl yaşamak zorunda olacağımızı ve artık bu ülkede yaşamaya ne kadar önem vermemiz gerektiğini kesinlikle belirlemeliyiz.
Subay izzetinefsi, bu kadar acı yenilgilere katlanmamalıdır. Savaşta yenilmek ordunun kabul edemeyeceği bir leke olmalıdır. Öç alma düşüncesi, hareketimize yol gösterici olmalıdır. Daima bu düşünceyi besleyecek ve uygulamaya koyabilecek biçimde çalışmalı ve çalıştırmalıyız. Muharebeyi kaybetmemiz bizim cesaretsizliğimize, ölmeden geri dönmemize bir kere daha sebep olmamalıdır.
Dayanma, direnme ve fedakârlığın muharebeyi kazanmaya ne büyük etken olduğunu fiilen anlamak üzere Plevne savunmasının ünlü komutanı Gazi Osman Paşa’nın fedakârlıkları bütün komutanlarımıza ve komutan olacak bütün subaylarımıza bir ders ve kaçınılmaz canlı bir örnek olmalıdır.
Ünlü Gazi’nin, bir gün kasabanın kenarındaki karargâhında otururken bir düşman top mermi parçasının, önündeki kahve takımını alıp götürmesine karşı, gayet umursamazlıkla bakması, onun maddi hayata ne kadar az önem verdiğinin kesin delilidir. Asker hayatının, görev tehlikesi karşısında bundan çok önemi olmamalıdır.
1866 Almanya-Avusturya Savaşı’nda, ikinci Prusya ordusu içerisinde 1. Kolordu’ya bağlı 2. Piyade Tümeni’nin, o yılın 27 Haziran günü yaptığı taarruzda Neu Rognitz’e taarruz eden 4. Tugay’da tugay komutanıyla her iki alay komutanı ve birçok binbaşılar görevleri uğrunda yenik düşmemiş bir komutan olarak can vermişler ve hayatta kalanlardan 7. Alay’ın 3. Tabur komutanına tugay komutanlığı görevi verilerek ortadan ebediyen kaybolan üstlerin ölmesiyle emir ve komuta zinciri koparılmaksızın taarruz harekâtı sürdürüldü ve muharebe de kazanıldı.
Asıl ilgi çekici olan nokta, tugay komutanlığı vekilliğinin en kıdemli subay bulunan bir binbaşıya verilmesinin orada bizzat tümen komutanı tarafından yapılmış olmasıdır. “Orada” dediğimiz yeri biraz tanımlayalım; kendilerinden yüksek bir sırttaki düşmana saldıran 7. Prusya Alayı’nın birinci ve ikinci taburları, hücum anında düşman süvarisinin karşı saldırılarına uğradıklarından ve bundan cesaret alan düşman da taarruzunu tekrarladığından hücum başarılı olmamış ve avcı hatlarında subayların hemen hepsi vurulmuş olduğundan erler kendi başlarına dağınık bir biçimde geriye dönmeye başlamışlardı. Muharebenin sol kanatta iyi gitmediğini gören veya anlayan tümen komutanı, bütün muharebe hattının gerisinden atını dörtnal sürerek düşman tüfeklerinin nişan hatlarına ve mermi çıkışlarına dik bir çizgi üzerinden yıldırım gibi gelmiş ve durumu görerek hemen geri dönmekte olan erler üzerine baskı yaparak bunları durdurmuş ve kısmen de üzerlerine bir süvari bölüğü göndererek geri kaçmalarını önlemişti. O anda bozulan