saatlerce dururdu.
Hacer, bunu pek anlayamıyordu ama aslında ilk aşk anlaşılır mı? Yalnız babası, “İçeride oturmak gerekiyor!” dediği vakit Hacer onu düşünmüş, odasına gidip ağlamaya gerek görmüş, o mavi kaplı defteri açıp hayatının ilk hikâyesine başlamıştı. Bu hikâyenin başlığı “O” olmak gerekli, her genç kızın ilk hikâyesi bu başlıkla başlar; ama ne yazık! Pek çoğu başka biçimde biter. Hacer, bu defterin ilk sayfasını yazarken son sayfasına ne yazacağını düşünmemişti.
Bir gün sabahleyin bir düşten uyandığı vakit Hacer kalbinde garip, tatlıya veya acıya benzer bir şey duymuştu.
Genç kız, yatağının içinde epey düşünerek, kalbinde böyle hem acıya hem tatlıya benzer garip bir duyguyu doğuran şeyin ne olabileceğini anlamak istemişti. Sonra aklına geldi… Bu, bir düştü! Hacer, o düşün bütün ayrıntılarını kaybetmemek istiyormuş gibi yatağının içinde kımıldamaya cesaret edemeyerek, gözlerini açarsa -güneşe bakıldıktan sonra gözler yumulduğu vakit uçuşan hafif pırıltılar örneği- belli belirsiz geçen düş anılarını tutamayacakmış gibi kirpiklerini süzerek durmuştu.
Peki iyi bilemiyor ama bulundukları yer, bildiği yerlerin hiçbirine benzemiyordu… Deniz gibi bir yerdeydiler. Üzerine parıltılar serpilmiş bir dalganın üstünde yuvarlanıyorlarmış gibiydiler. Uzun, kumral saçlı, yeşil gözlü bir yüz, Hacer’in yüzüne yaklaşıyor, yanaklarına değiyordu. Ama bu dokunuş o kadar hafifti ki, genç kız, yüzüne, yalnız bir ışık saçılıyormuş sanıyordu… Üzerlerinde parlak bir bulut, altlarında çırpıntılı bir dalga varmış gibi Hacer, İsmail Tayfur’un kolları arasında, yüzleri birbirine dokunarak bir boşluk içinde yuvarlanıyordu. Sonra ansızın karanlık olmuş, ikisi de karanlıklar denizi içinde kalmışlardı. O zaman Hacer, yavaş yavaş kendisinden kaçan o vücuda sarılmak için ellerini, sanki o yüze asılmak istiyormuş gibi dudaklarını uzatmıştı. Fakat ne yazık! Ayağının altında bir uçurum açılmış, birdenbire oraya düşmeye başlamıştı.
Hacer, düşün bütün bu ayrıntılarını düşünmüş, kalbinde ne olduğunu anlayamadığı çok acı bir şey sezmişti. Bu düşü birine arılatmak, biraz ağlamak istedi! Zavallı kız! Kime anlatabilir? O zaman, mavi defteri aklına geldi, yatağından atladı, giyinmeye gerek görmeden, çekmecesine koştu, hiç kimseye anlatamayacağı duygularını defterin bir sayfasına dökmek istedi.
Düşü yazdıktan sonra Hacer, şu bölümü eklemişti:
Bugün ne olduğumu anlıyorum. Şimdiye kadar kalbimin alamadığı duyguların yalnız bir kelimenin içinde olduğunu işte bugün anlıyorum! Evet, seviyorum! Bu söz, dudaklarımı yakıyor, ciğerlerimi söküyor. Yüreğimde garip bir ihtiyaç, soluk aldıkça büyüyerek, şişerek dudaklarımdan “Seviyorum!” haykırışıyla taşmak istiyor. Şimdiye dek bu kelime dişlerimin arasından çıkmaya cesaret edemiyordu. Ama bundan sonra? Oh! Bundan sonra; bulutlara, rüzgârlara, göğün bir köşesinden odama girerek bana gülümseyen aya, “Haberiniz var mı? Ben, ne olduğumu anladım! Ben seviyorum!” diyeceğim! Ah! Bu sözü ona da söyleyebilsem! Bir gün hiç beklemediği bir zamanda, deli olmuş gibi çıksam, gidip dizlerinin önüne düşsem; ellerini tutarak, onları göğsüme basarak, kalbinden vurulmuş bir kuş gibi ayaklarının altında çırpınarak, “Seviyorum! Seviyorum!” diye haykırsam! Beni dinlese de üzgün üzgün ağlasa! Benim için ağlayacağını hayal ettikçe ne tuhaf bir tat duyuyorum! Zavallı anasız kız! Kim bilir, eğer bir annem olaydı, belki ona giderdim de derdim ki: “Anneciğim! Beni mutlu kılmak ister misin? Hacer’i mutlu görmeyi diler misin?”
Annelere her şey söylenebilir ama babalara! Zavallı kız! Seni kim dinleyecek? Hiç!
Hacer, artık arkasını getirememişti, canı ağlamak istiyordu. Oraya, iskemlesinin üzerine yığılarak, hüngür hüngür ağlamıştı.
O gün Hacer, akşamüstü bir yerden geliyordu, odasına çıktı. Ara sıra böyle bir yerden geç geldiği zamanlar babasını odasında kendisini bekler bulduğu olurdu. Bu akşam içeri girdiğinde babasını, odanın içinde geziniyor gördü. Her zaman yaptığı gibi, babasının boynuna atılmak, öpmek istedi. Ama Ferdi, bu akşam bir keder putu kadar tasalıydı, çehresi, üzerini bir kara bulut bürümüş gibi kararmıştı. Hacer, babasını hiçbir zaman böyle görmemişti, ileriye gitmeye cesaret edemeyerek durdu; baba ile kız sessiz, ağır bir gözle bakıştılar.
Sonra Ferdi ilerledi, ellerini Hacer’in omzuna koyarak ve sedirin üzerinde açık duran mavi defteri göstererek korkunç bir sesle “Defterini okudum!” dedi.
Hacer, bir yıldırımla vurulmuş gibi sarsıldı; gözleri döndü, kolları düştü, elinde hançeriyle yakalanmış bir katil gibi bütün sinirleri titredi; bir saniye içinde ayaklarının altından dünya kaçıyor, başının üstünde gökler çatlayarak dökülüyor sandı. Bir şey söylemek, bir şey yapmak istedi; başaramadı, sonra bütün bu kederler, bir gözyaşı seli hâlinde fışkırdı ve Hacer, babasının kolları arasına düşerek, çoktan beri sevgi dolu bir göğsün üzerinde ağlamak ihtiyacını duyarak, gözyaşlarını salıverdi.
Bir süre Hacer, böyle istediği gibi ağladı, Ferdi Efendi, tam bir sessizlik içindeydi; sonra kızının başını kaldırdı, yüzüne bakarak:
“Niçin bana haber vermedin? Bir anneye söylenecek şeyler, bir babaya da niçin söylenmesin? Bugün defterini açık unutmasaydın, kim bilir ne zamana kadar haberim olmayacaktı. Niçin bana bakmıyorsun, Hacer? Ben senin mutluluğunu düşünmek istemez miyim?”
Hacer, gözlerini kaldırdı, baba kız bakıştılar, şimdi ikisinin de gözlerinde bir gülme parlıyor ve Hacer, “Sahi mi baba?” demek istiyormuş gibi bakıyordu. Genç kız, birdenbire doğruldu, babasının ellerini tuttu, artık karar vermiş gibi, “Şöyle yanıma otur, baba! Mademki dinlemek istiyorsun…” dedi.
Ferdi Efendi için İsmail Tayfur’da bir damat olarak istenebilecek niteliklerin hepsi vardı. Ferdi Efendi’ye damat olacak kimsenin ciddi, hesap bilir, fazla olarak bir genç kızı memnun edebilecek kadar genç ve yakışıklı olması yeterdi. Oysa İsmail Tayfur, bu niteliklere fazlasıyla sahip bulunduğu için, Hacer’in babasının kâtibini sevmiş olması, belki başka bir babanın ağırbaşlılığına dokunabilirdi ama bu, tersine; Ferdi ve Ortakları Ticaretevi sahibinin isteğine uygun düşmüştü. Bunun için Hacer, hikâyesini bitirip de yalvarış dolu gözlerini dikerek, “İşte baba!” dediği zaman Ferdi, “Söz veriyorum, İsmail Tayfur’u damat edeceğim.” demişti. Bu söz, o kadar güçlü söylenmişti ki, “İsmail Tayfur’a bana damat olmasını emredeceğim!” şeklinde yorumlanabilirdi.
Ama ne yazık! Dünyada parayla satın alınamayacak bir şey varsa o da kalpti. İşte Ferdi ile İsmail Tayfur arasında geçen konuşma, bu olayın sonucuydu.
Bugün, akşamüstü babasıyla, “o” adından başka bir ad veremediği İsmail Tayfur’u dinledikten sonra kalbine sığmayan mutluluk duygusuna büsbütün kendini bırakabilmek için Hacer, odasına kapanmak, mavi defterini açmak, kalbinin arkadaşına müjde vermek istemişti. Ama kendini odada yalnız bulduğu zaman, yatağına girip düşünmeyi üstün tutmuş; mavi defterini göğsünün üzerine basarak, gözlerini; önünde açılan hayal göğüne salıvermiş, böylece dalıp gitmişti.
6
Ferdi Efendi için kızı pek değerliydi. Karısının ölümünden sonra bir aile kurmayı gerekli görerek aldığı Çerkez kızını kaybettikten sonra Ferdi Efendi için artık hayatta iki amaç kalmıştı: Kasasını alabildiği kadar doldurmak, kızını da bu servete yaraşır duruma getirmek.
Ferdi Efendi, yüz bin liralık bir adam olurken kızını da yüz bin liralık bir kız hâline