Nurhan Incir

UNUTULMAZ


Скачать книгу

      1992 yılında İstanbul’da doğdu. Dumlupınar İlköğretim Okulu’ndan sonra Behçet Kemal Çağlar Anadolu Lisesi’nden mezun oldu. Sonrasında Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bölümü’nü ve ardından ikinci kez üniversite sınavında Beykent Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ni kazandı.

      Evli ve iki çocuk annesidir.

      Birinci Bölüm

      “Akşam Ne Yapacağım!”

      Çocukların hepsi neşeli ve güzeldi. Oradan oraya koşturup duruyorlar, yorulmak bilmiyorlardı. Evlerin arasından güneş gülümsüyordu sanki onlara. Saatler sonra mahalle sessizdi. Neşesiz, perişan ve güneşsiz. Akşam olmuştu. Çocuklar ve mahalle güneşe veda edip çekilmişlerdi kendi dünyalarına. Bense bugün dışarı hiç çıkmamıştım. Evin balkonunda gün boyunca kitap okuyup çocukları seyretmiştim. Burası eski evlerle dolu, tedavi edilmesi gereken hastalıklı bir insan gibi onarılmayı bekleyen bir mahalleydi. İçeri girdim. Yorgundum, yatağa uzandım. Eşref’i düşünmeye başladım. Bugün hiç konuşmamıştık onunla. Saatler sonra bedenim, duygularım, düşüncelerim teslim etmişti kendini uykuya. Sabah olmuştu. Yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Mutfağa gidip bir şeyler yedikten sonra üstümü giyip dışarı çıktım. Hava çok güzeldi. Okula gidiyordum. Yetimhanede büyümüş ve gerçek annemin babamın kim olduğunu bilmeden gelmiştim bu yaşıma. Muğla’ya üniversite okumak için gelmiştim. Edebiyat öğrencisiydim. Okula yarım saatlik mesafede olan bu mahallede kendime ev tutmuştum. Okuldan sonra çalışıyor, bir şekilde hayatımı sürdürmeye gayret ediyordum.

      Bir el omzuma dokundu, irkildim. Eşref’ti bu. Her zamanki gibi tebessüm ediyordu. Bakışları beni hayata bağlıyordu sanki. Gözleri hayat doluydu. Sarıldık ve yürümeye devam ettik. Birdenbire önüme geçip, “Akşam diyorum, seni bizimkilerle tanıştırsam ne dersin?” dedi. Sesi hiç olmadığı kadar kararlıydı.

      “Nasıl yani, hemen bu akşam mı?”

      Yürümeye devam ettik.

      “Evet bu akşam. Zaman çabuk geçiyor, eşyalar eskiyor, yenileniyor, telefonlar çalıyor, susuyor, insanlar doğuyor, hayat gidiyor. Artık tanışmalısın. Tamam, değil mi?”

      Tebessümle cevap verdim:

      “Tamam, geleceğim.”

      Ben sevincini aşırı yaşayan, sevinç çığlıkları atan tez canlı biri değildim. Aksine durgun, sessiz, sevincini içinde yaşayan tiplerdendim. Bunda bana sunulan hayatın etkisi çok olsa gerek. Eşref’le birinci sınıfta tanışmıştık ve hâlâ arkadaşlığımız devam ediyor. Sevgiliyiz yani. Eşref benim için hayat demekti. Uzun boylu, esmer, buğday tenli her kızın ilgisini çekecek kadar çekici ve iyi biriydi. Bazen kendimi onun yanında kötü hissediyordum. Benim gibi içine kapanık biriyle gerçekten mutlu muydu? Daha neşeli, hayatın her şeyinden mutlu olan cıvıl cıvıl, hayat dolu bir kız yakışmaz mıydı yanına?

      Okula geldiğimizde Eşref’le ayrıldık. O kendi bölümüne, mühendislik fakültesine doğru gitti. Bense kendi fakültemin önündeydim zaten. Sınıfa girdim, amfinin en arkasının bir ön sırasında oturan Hasret’i gördüm, yanına gittim. Çantamı yanıma koyup onu öptüm.

      “Nasılsın?”

      Yüzünde gülücükler dans ediyordu, göz kırptıktan sonra cevap verdi:

      “İyiyim, sen nasılsın?”

      “Ben de iyiyim. Eşref’le yürüdük okula kadar.”

      Tek kaşını kaldırıp dudaklarını oynattı:

      “Hım…”

      Hasret sınıftaki tek sırdaşımdı. “Bu akşam Eşref beni ailesiyle tanıştırmak istiyor,” dediğimde gözleri açıldı:

      “Ne ciddi misin? Kızım bu çok iyi bir haber. Hep konuşuyorduk ne zaman olacak diye. Burada ne işimiz var gidip hazırlan. Kıyafet bakalım, saçını başını yaptıralım.”

      Dudaklarımı ısırıp parmaklarımla oynuyordum, yanaklarım allanmıştı. Utanmıştım sanki.

      “Ya ben nasıl gideceğim, utanırım, ne giyeceğimi bile bilmiyorum. Ben bir anneye babaya nasıl davranılır bilmiyorum bile. Anne ve baba kavramları hep nefessiz kalmama neden olmuştur. Boğazım daralır, elim ayağıma dolaşır öylece kalırım olduğum yerde.”

      “Tamam tamam telaşa gerek yok sakin ol. Utanılacak bir durum yok. Heyecan, endişe yapacak bir şey de yok bunda. Şimdi bir iki derse girelim, sonra eve gidip akşam için hazırlayalım seni. Hem ders boyunca düşün, kendini rahatlat. Endişenden kurtulmaya çalış. Bak burada da bir sürü arkadaşımız, var onlar da aynı şeyleri yaşamıştır ya da yaşayacaktır bir gün. Bu çok endişe edilip kaçınılacak bir durum değil.”

      Hasret çok cesur, düşündüğünü hemen söyleyen, çekinme, utanma kaygıları olmayan tatlı, sempatik bir kızdı. Onunla birinci sınıftan beri dosttuk. Bir iki dersten sonra üniversiteden çıktık. Hasretlerin evine gidip kıyafet bakacaktık. Eve geldiğimizde Hasret ocağa çay suyu koydu. Sonra odaya geçip, gardırobun kapağını açıp kıyafetlere bakmaya başladık. Ben siyah ve koyu renklere bakıyordum her defasında. Hasret’se aksine açık renkleri gösteriyordu.

      “Kızım yas mı tutuyorsun? Baktığın kıyafetlere bir bak, bir tane renk yok. Siyah, siyah, siyah, ya da siyahtan biraz beri gelen tonlardasın. Renksizlik içinde kaybolacaksın, yas tutmaya mı gidiyorsun yoksa sevdiğin insanın ailesiyle tanışmaya mı?”

      Düşünceliydim, Hasret’in gözlerinin içine bakıp cevap verdim:

      “Peki, tamam tamam. Hadi kırmızı, beyaz, mor, yeşil, ser bakalım şöyle.”

      Memnun bir ifade yerleşti suratına.

      “Heh işte bu ya, işte bu!”

      Kırmızı, dizüstü, hafif göğüs dekolteli, askılı bir elbise dikkatimi çekmişti.

      “Şu kırmızı elbise güzel olur gibi sanki.”

      “Dene bir kuzum, bakalım nasıl olacak.”

      Gözlerimin takıldığı elbiseyi elime aldım ve giydim. Odada duran boy aynasının karşısına geçtim ve kendimi seyrettim. Uzun, düz, sarı saçlarım boynumdan aşağı uzanıyordu. Beyaz tenime kırmızı elbise çok güzel yakışmıştı. Hasret dayanamadı:

      “Gerçekten bravo arkadaşıma. Bu ne güzellik yahu, gözlerim kamaştı. Bak bir de gidip kendini siyahlara bürüyordun. Vazgeç iç karartıcı renklerden. Kendini hapsetme. Bırak geçmişini. Kendini renksizliğe mahkûm etme. Hep koyu renklerdesin. Rengârenk giyin.”

      Ona içtenlikle sarıldım:

      “Çok teşekkür ederim canım bir tanecik arkadaşım, dostum, her şeyim. İyi ki seni tanımışım. Bana her zaman moral veriyorsun, yanımda oluyorsun.”

      Tam bu sırada mutfaktan sesler geliyordu. Çay suyu çoktan kaynamış, taşıyordu. Ufak bir çığlık kopardı Hasret:

      “Eyvah çayı unuttum!”

      Çay demlendikten sonra masaya oturduk. Hem çaylarımızı yudumluyor, hem sohbet ediyorduk. Hâlâ akşamı düşünüyordum, endişeliydim:

      “Akşam ne yapacağım, nasıl davranacağım bilmiyorum. Sen biraz aklı ver bana.”

      Hasret hâlâ tedirgin olduğumu görüyor, nasihat vermeye devam ediyordu. Bana çok değer verirdi. Aslında hakkımdaki her şeyi biliyordu. Nasıl bir çocukluk yaşadığımı, nasıl büyüdüğümü, nelere özlem duyduğumu ve bana sunulan hayatın izlerinin her ânıma yansıdığını bilirdi ama belli etmek istemezdi. Kolay kolay herkesin içinde ağlamazdım mesela ama ya yalnızken? Hasret, çoğu gece sabahlara kadar gözyaşlarıma şahitlik etmişti ve benim hiçbir hareketimi yadırgamazdı. Utangaç ve endişe dolu oluşum hep bu yüzdendi.

      “Heyecan yapma, utanma, sakin olmaya çalış. Sevdiğin insanın ailesiyle tanışacaksın bu çok güzel bir şey. Kendini sıkma, aklına binbir soru yükleme. Sıfır düşünceyle çık yola.”

      Tam bu sırada kapının kilit açma sesi duyuldu. Hasret’in annesi girdi içeri. Hasret’ler de buralıydı. Annesiyle burada yaşıyorlardı ve şansına oturduğu yerdeki okulda okuyordu. Annesiyle selamlaştıktan sonra Hasret’le vedalaşıp evime gittim. Aldığım kırmızı elbiseyi giydim, eve gelirken yaptırdığım saçlarımın