Nurhan Incir

UNUTULMAZ


Скачать книгу

ona geri vermem gerekiyordu. Kahvaltımı yaptım, kapıları kilitleyip evden çıktım.

      Hem yürüyor hem de geçen akşamı düşünüyordum. Hasret şimdi tonla soru hazırlamıştır bana, her şeyi ayrıntısına kadar sorar. Okulun bahçesine girdim. Fakülteye doğru yürüyordum. Etrafıma bakınıyordum ama Hasret gözükmüyordu. İçeri girip sınıfa çıktım. Sınıfta da yoktu. Daha gelmemiş. Fakültenin kapısına geri dönüp, içecek dolabına bozuk para atıp soğuk bir şey aldım, bahçedeki banka oturdum. Tam o sırada Hasret’in yanıma doğru geldiğini gördüm.

      “Müstakbel gelin Füsun Hanım günaydınlar.”

      Tepede duran güneş suratına vuruyordu, gözlerini kısmış bana bakıyordu.

      “Sana da günaydın Hasret Hanım, sınıfa girelim de orada konuşalım. Ders başlamak üzere kaçırmayalım.”

      Hasret’in sesi her zamanki gibi neşeliydi.

      “Tamam hadi girelim o zaman sınıfa.”

      Sınıfın kapısı kapalıydı. Kapıyı açıp arka sıraya doğru yürüdük. Hasret’in gözleri yanıyordu, geçen gece çok geç uyumuş, sabaha kadar film izlemişti. En arka sıraya oturduk. Çantalarımızı oturduğumuz sıranın yanına iliştirdik. Kitaplarımızı çıkarıp masanın üzerine koyduk. Hasret’in gözleri uyumak istiyordu ama o aldırış etmiyordu. Çantasından çıkardığı sudan avucunun içine biraz alarak yüzüne serpiştirdi. Kalan suyu masanın üzerine bırakarak bana döndü:

      “Ben de bir kere erkek arkadaşımın ailesiyle tanışmıştım ama hiç böyle değildim, hâlâ anlatmayacak mısın?”

      Neşeli sesinde bu kez sitemkâr bir ifade vardı.

      “Tamam tamam anlatıyorum. Heyecanım ve telaşım gerçekten yersizmiş. Bunu anladım. Neredeyse kalbim yerinden çıkacaktı gitmeden önce ama gittikten sonra ortamı çok sevdim. Eşref’in aile ortamı gerçekten çok huzurlu. En başta çok heyecanlıydım ama zaman ilerledikçe geçti. Ailesi çok saygıdeğer, sevecen, sıcak ve cana yakın bir aile. Çok güzel karşıladılar ve ağırladılar beni. Annesi çok güzel bir kadın, çok asil duruyor. Etkileyici bir vücut diline sahip. Babası da renkli gözlü, beyaz saçlı çok iyi bir adam. Esprili, sohbeti hoş bir adam. Saatlerce konuşsa insanın canını sıkmaz sohbeti. Çok anlayışlılar, sevdim, çok mutlu oldum gittiğim için hâlâ da çok mutluyum.”

      “Başka neler konuştunuz? Seni sevdiler mi?”

      Hasret’e baktım:

      “Anlatıyorum ya zaten dinlemiyor musun?”

      “Ya hayır kuzu sabaha kadar film izledim, çok uykusuzum gözlerim yanıyor, o yüzden algı sorunu yaşıyorum sen anlat.”

      “Aferin, çok iyi yapmışsın sabaha kadar film izlemekle.”

      “Ya ama çok güzeldi bırakamadım.”

      “Eve gidince uyu, ben de Eşref’le hiç konuşmadım bugün. Okulun çıkışında işe gitmeden önce buluşacağız. Anladığım kadarıyla beni sevdiler ama kesin olarak Eşref’le konuştuktan sonra anlaşılır.”

      Hoca ders anlatıyor, bizse muhabbet ediyorduk. Biraz sonra ders sona erdi ve okulun dışına kadar Hasret’le yürüdük. O eve gitti, bense Eşref’i bekliyordum. Nihayet gelmişti ama morali bozuk gibiydi sanki. Bakışlarımı yere düşürdüm, yaslandığım duvardan doğruldum.

      “İyi misin?”

      “Evet, sen iyi misin?”

      “İyiyim ben de. Hiç konuşmadık bugün annen baban ne dediler hakkımızda?”

      Suratı düşmüştü, eliyle çenesiyle oynadı:

      “İstersen bir yerde oturalım konuşalım, böyle ayaküstü olamayacak.”

      Kötü bir şeyler olduğunu tahmin etmiştim:

      “Tamam olur, oturalım.”

      Yan yana yürüyorduk. Moralim bozulmuştu, içimden kimsenin duyamayacağı şekilde konuşuyordum. Yüreğimdeki ışıklar sönüyordu. Beni istememiş olabilirler, peki o zaman dün neden o kadar sıcak davrandılar? Belki de Eşref’i benim yanımda rencide etmemek için öyle davrandılar. Ben de kendimi kaptırdım. Ailesinin, anne babasının kim olduğunu bile bilmeyen birini istemezlerdi herhalde. Beni tekrar davet etmeleri de Eşref’in hatırı için miydi? Mutluluklarım neden bir külah dondurma kadar kısa. Mutluluklarım an meselesi. Bir varlar bir yoklar. Bir külah dondurma da eridi yok oldu. O kadar sevinmiştim oysa. Bana kendi ailem bile sahip çıkmazken bir başkası neden istesin, bunu hiç düşünmemiştim.

      Hiç konuşmadan, öğrencilerin çok sık gittiği, okulun karşı caddesindeki kafeye doğru ilerledik. Kafenin üst katına çıkıp caddeye bakan masaya oturduk. “Evet,” dedim, “konuşalım şimdi dinliyorum seni.”

      “Her şey değişti,” dedi. İki eliyle oynuyordu. “Ailem…” dedi ve sustu. Derin bir nefes aldıktan sonra gözlerime baktı. “Olmayacak Füsun. Seni daha fazla üzmek istemiyorum.” Arkasına yaslandı:

      “Beni çok iyi dinlemeni istiyorum. Belki önceden her şey çok güzeldi ama şu an değil. Yani dün geceden sonra her şey tamamen değişti. Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Bitmesi gerekiyor. Sana ailemin dediklerinin hepsini anlatıp daha da üzmek istemiyorum. Sadece bitmesi gerekiyor.”

      Dişlerimle dudaklarımın içini, yanak boşluğumu ısırıyordum, bir yandan da masanın altındaki ellerimi ovuşturuyor, parmaklarımı birbirine geçiriyor, çekiştiriyor, acıtıyordum. Kalbimin acısının gün yüzüne çıkmasını istemiyordum. Kendimi çok kötü ve gururuyla oynanmış hissediyordum. Ağzımın içinde kan tadı hissettim. Isırmaktan etlerim kanamıştı. Ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, çıkamıyordu. Akşamki mutlu aile tablosu, yerini eşini kaybetmiş ve başında bekleyen, çırpınan bir kuşunki gibi acı tablosuna devretmişti. Kendimi çok zor tutuyordum. En sonunda gözlerimden iki damla düştü çekiştirip durduğum parmaklarımın üstüne. Kendimi toparlayıp hiçbir şey demeden masadan kalktım. Çantamı eline aldım ve tam o sırada alkış sesleri koptu kafede. Bütün kafe müzikle ve çığlıklarla inliyordu. Bu neyin nesiydi böyle? Eşref yerinden kalkıp bana sarıldı. Herkesin içinde beni öptükten sonra yerden kaldırıp kucağına aldı. Etrafında döndürmeye başladı. Dönerken Hasret’i gördüm. Neler oluyor, Hasret eve gitmemiş miydi? Başım çok kötü döndü. Kötü olduğumu fark eden Eşref beni döndürmeyi bıraktı. Masaya geri oturdum. Dönen başımı durdurmak için elimi alnıma dayadım. Dirseğimi masaya yasladım. Gözlerimi kapattım. Çekiştirmekten kızaran ellerimi fark etti Eşref. Kendisine lanet etti. Lanet kelimesini hiç kullanmazdı ama ilk defa kendisine lanet etti. Böyle saçma bir şaka yaptığı için. Buraya kadar gelmeden son vermeliydi ya da hiç yapmamalıydı. Yüreğinin çok acıdığını hissetmişti. Zaten kalbim çok yaralıydı. Bir de anlamsız bir şakayla beni ne hale sokmuştu. Arkasına dönüp el işaretiyle kafedeki zımbırtının sesini durdurdu. Kendisine en ağır hakaretleri yapsa az bile kalırdı. Yavaşça ve suçunu bilir bir mahcuplukla oturdu karşımdaki sandalyeye. Hasret de şakanın sonucundan hiç hoşlanmamıştı. Beni bu derece üzen bir şakanın içinde yer aldığı için kızdı kendine. Hasret de üçüncü sandalyeyi çekip oturdu sessizce. Yavaşça omzuma dokundu:

      “Özür dilerim. Şaka yapmak istemiştik ama çok ileri gittik galiba. Seni bu kadar üzen anlamsız bir şaka yaptığımız için özür dilerim.”

      Üçümüz de masada oturuyorduk. Önce Hasret’e, ardından Eşref’e baktım, bir şey demedim. Eşref o kadar pişmandı ki sevdiği kızı bu kadar üzdüğü için, ağzından laf çıkmıyordu. Boğazına bir şey takılmıştı konuşmasını engelleyen. Sadece dışarı bakıyordu. Hasret Eşref’in de gözlerinin dolduğunu fark etti. Durumu