Sınav için çıkardığımız notlar bitmişti neredeyse ama biz de bitmiştik yazı yazmaktan. Notlara baktım:
“Elimizden geleni yaptık, umarım sınavlar da bizim için elinden geleni yapar.”
“Umarım kuzum. Elimizden geleni yaptık.”
Boynum ve belim tutulmuştu:
“Yarın da notları ezberlemekle geçer günümüz.”
“Evet kuzum, yarın da öyle yaparız.”
Akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa gittim. Bir gün önce buzluktaki eti çıkarmıştım. Hemen hazırladığım sosa bulayıp fırına attım. Buzdolabındaki soğuk içecekleri dışarı çıkarttım. İçeri dönüp arkadaşımın yanına oturdum:
“Fırına et koydum, bir saate kadar pişer, biz de yeriz.”
“Tamam, niye zahmet ettin?”
“Ne zahmeti, karnımızı doyuralım.”
Bir saat sonra fırından kokular geliyordu. İki arkadaş güle oynaya soframızı kurduk. Notları çıkarmış olmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Televizyonu açtım. Ara ara göz atıyorduk yemek yerken.
“Film mi izlesek ne dersin, birkaç tane cd var bende, seçip bakarız.”
“Olur kuzum bakalım filmlere.”
Televizyonun altında duran cd’leri getirdim. İlk film dikkatimi çekti. Hasret’e gösterdim:
“Ne dersin bunu izleyelim mi?”
“İzleyelim kuzum güzel bir filme benziyor.”
Filmin adı İstasyon’du. Diğerlerine hiç bakmadık.
“Evet kuzum güzel bir filme benziyor. Konusu ne peki, yazıyor mu?”
“Türü romantik. Başrollerini Cüneyt Arkın ve Hülya Koçyiğit paylaşıyor.”
“Tamam kuzum aç hadi izlemeye başlayalım.”
Sofrayı toplamadan masadan kalktık. Elimdeki cd’yi dvd’ye taktıktan sonra Hasret’in uzandığı koltuğun karşısındaki koltuğa uzandım. Işık kapalıydı. Boylu boyunca uzanmış film izliyorduk. Dakikalar sonra kapının zili çaldı. Kalkıp ışığı açtım, gözetleme deliğinden dışarıya baktım. Kapıda duran Eşref’ti. Filmin öyle bir yerinde gelmişti ki, koltukta uzanan Hasret de kendini topladı oturdu.
“Hoş geldin Eşref, gelmen çok iyi oldu aslında.”
“Niye, bir şey mi oldu?”
“Yo hayır bir şey olmadı. Sınavlardan sonra İstanbul’a, teyzemin yanına gideceğim ve tabii ki Füsun’u da yanımda götürmek istiyorum. Kütüphaneden izin almamız lazım, bize yardım edebilir misin?”
“Füsun da mı gelecek?”
“Evet.”
Onları sessizce dinliyordum. Eşref bana döndü:
“Gitmek istiyor musun?”
“İzin alabilirsem gitmek istiyorum. Çok merak ediyorum.”
“Tamam o zaman, hep beraber gidiyoruz. Benim de görmem gereken tanıdıklar var, bu sayede seni de tanıştırmış olurum onlarla.”
“Tamam, olur sevgilim.”
“Ben artık gideyim, buradan geçiyordum, ne yapıyorsun diye bakmak istedim.”
“Tamam sevgilim dikkatli git.”
“Tamam yavrum siz de dikkat edin, kapınızı kilitleyin.”
O gittikten sonra sofrayı topladık. Yarıda kalan filmi kapatıp yataklarımıza geçtik. Sınavlar başlamıştı. Öyle bir haftaydı ki, aynı günde bazen üç sınav oluyorduk. Sabahlara kadar ders çalışıyorduk Hasret’le. Sınavların birini atlatıyor, bir diğerine yakalanıyorduk. Eşref’le sınav haftasında çok sık görüşemedik. Bazen akşamları uğradı. Engel olmamak için fazla oturmuyordu. O hafta çok tempolu ve stresli geçti. Ve nihayet haftanın sonunda tüm sınavlar bitmişti. O sabah Eşref’le buluşacaktım. Üzerime düz beyaz bir elbise giydim. Etek kısmı dantelliydi. Böyle dantel detayları olan her türlü giysiye bayılıyordum. Saçlarımı açık bıraktım. Makyaj yapmayı sevmiyordum, o yüzden suratımın en doğal haliyle dolaşacaktım. Bileğime altın sarısı zinciri olan bir bileklik taktım. Neredeyse beyaz denebilecek kadar açık pembe rengindeki babetlerimi giydim. Dışarı çıktığımda mahallede oynayan bazı çocukların bana baktığını fark ettim. Bu beyaz elbise dikkat çekmiş olmalıydı. Mahallenin çıkışında Eşref’i gördüm. El salladım. O bana el sallamak yerine sadece elini kaldırdı. Diğer elinde sigarası vardı. Giydiği kot pantolon ve beyaz gömlek uzun boyuna ne de çok yakışmıştı.
Sigarasının son dumanını içine çekti ve söndürdü.
“Hoş geldin yavrum, çok güzel olmuşun.”
“Hoş buldum sevgilim, senin de aşağı kalır yanın yok, bir de şu sigarayı içmesen.”
“Bırakamam yavrum.”
“Kütüphaneye gidelim, beraber izin işini halletmeye çalışalım, Hasret İstanbul’a gitmek için hazırlanmış bile. Gerçi biz gidemezsek o tek gider büyük bir ihtimal.”
Beyaz elbise içinde ne de güzel olmuştu sevdiği kız.
“Yavrum, kütüphaneye gitmiyoruz çünkü ben o işi hallettim. Beraber oturalım bir yerlerde bir şeyler yiyelim, konuşalım.”
“Nasıl yani sevgilim, yine iznimi sen mi aldın?”
“Evet yavrum. Tanıyorum zaten Ahmet ağabeyi, zorluk çıkarmaz o, yerine başka birini buldum tekrar. Şu ilerde yeni açılan bir yer var, oturup bir şeyler yiyelim, yolculuğumuzu nasıl yapacağımızı konuşalım.”
“Tamam sevgilim.”
Gözlerimdeki ışıltıyı görmüştü Eşref:
“Sen de çok istiyorsun değil mi İstanbul’u görmeyi?”
“Evet sevgilim, hem de çok.”
Biraz sonra yeni açılan kafeye gelmiştik. Girişteki üçüncü masaya oturduk. Eşref birkaç kez gitmişti İstanbul’a. Bana doğru eğilip, “Hatta evlendikten sonra orada yaşayabiliriz sevgilim, ister misin,” dedi.
“Olabilir sevgilim, bir göreyim nasıl bir şehir.”
Eşref garsona seslendi:
“Bakar mısınız?”
“Buyurun efendim hoş geldiniz.”
“Hoş bulduk, kahvaltı yapmadık, kahvaltı menüsü istiyorum, yanına çay.”
“Peki efendim, menünüzün içinde sahanda yumurta ve menemen de olsun mu?”
“Olsun evet, güzel bir masa istiyorum.”
“Peki efendim.”
“Nasıl yapacağız sevgilim, sen akrabalarının yanında mı kalacaksın?”
“Sen bunları düşünme yavrum, kalacak yerim var.”
“İstanbul’u hep çok merak etmişimdir. Sınıfta da var İstanbul’dan gelen arkadaşlarım, anlatıyorlar bazen.”
“Evet yavrum güzel şehir İstanbul.”
Kısık bir sesle söylendim:
“Adı İstanbul. Kendine özgü caddeleri, sokakları, insanları olan başka bir şehir. Orada yaşam nasıldır acaba? İnsanlar neler yaparlar, nasıl yaşarlar? İsmi bile bambaşka geliyor bana.”
“Biz nasıl yaşıyorsak oradaki insanlar da aynı şekilde yaşıyor yavrum.”
Biz sohbet ederken masa