Nurhan Incir

UNUTULMAZ


Скачать книгу

izin almak için.”

      “Tamam yavrum, ben şimdi çıkacağım. İstersen seni beklerim.”

      “Yok sevgilim, sen çık ben duşa falan gireceğim. Biraz da eve çeki düzen vereceğim.”

      Masadan kalktı Eşref:

      “Ben de arkadaşlarla buluşacağım. Araba bakacağız, Serhat araba almak istiyor, uygun bir şeyler bulursak alacağız ona. Aslında ben de araba almak istiyorum kendime, artık olması lazım.”

      “Neden mecburmuşsun gibi konuştun sevgilim?”

      “Kalbimi ağrıtan biri var, onu doyasıya gezdirmek, dolaştırmak istiyorum.”

      Eşref’e baktım. Uzun boylu, esmer ve çok çekiciydi:

      “Tamam artık, bir de araban olsun senin yüzünü hiç göremeyiz.”

      Sesim naif bir sitemkâr çıkmıştı. Eşref bana döndü, “Sen benim her şeyimsin, kalbimsin. Araba bizi mutlu eden bir araç olabilir sadece, başka bir şey olamaz,” dedi.

      Sevdiğim adamın boynun sarıldım, “Seni seviyorum,” dedim.

      “Ben de seni seviyorum yavrum hadi ben çıkayım sende işlerini hallet.”

      “Tamam sevgilim.”

      “Seninle Beraber Yolculuk Yapmak…”

      O gittikten sonra yatakları topladım. Süpürgeyi çalıştırıp her yeri süpürdüm. Kahvaltı sofrasını toplayıp bulaşıkları yıkadım. Mutfaktan çıkıp duşa girdim. Yarım saat kadar sonra duştan çıktım. Üstümde eşofman vardı. Havlu sarılı saçlarımı açtım, kuruladım, taradım. Tarakla havluyu yerine koymak için adım attığım sırada dışarıdan bağırtılar duydum. Hemen balkona koştum. Top oynayan çocuklardan biri ayağını incitmişti. Veryansın ediyor, bağırıyordu. Belki de ayak bileği çıkmıştı, kim bilir. Annesi geldi, yerde duran çocuğunu alıp hastaneye götürdü. Çocuk on yaşlarındaydı en fazla. Okul formasını bile çıkarmadan top oynamaya çıkmıştı. Hâlâ formalı, hastaneye o şekilde gitti. Çocuğun ağzından çıkan tek kelimeydi anne. Acısının arasında sadece anne diyordu. Ne en yakın arkadaşının ismi, ne dost dediği insanlardan birine sesleniş ne de başka biri. Sadece anne diyordu. Annesinin evladına bakışı vardı az önce yerde. Küçük bir çocuğun anneye olan ihtiyacı ve acizliği. Ben nasıl yaşadım çocukluğumu, anne diyebilmenin duygusunu bilemeden, tadamadan? Acaba nasıl bir şeydi bir yerin acıdığında anne diye ağlayabilmek? Ya da sevincini ilk anne babayla paylaşabilmek. Acı ya da sevinçlerde koşulan ilk kucaktır anne. Aranan ilk isim, ilk insan. Bana nasip olmayan bir kucak. Beni dünyaya getirip sonra büyütmek istemeyenler kimdi, neredeydi? Anne ve baba… Hiç tanımadığım iki insan. Boşlukta gibiyim, insanın kimsesinin olmaması ne garip bir duygu böyle. Yakılası bağrımda acılar, yüreğimde sancılar hep alevleniyordu böyle durumlar karşısında. Bugün bulsam beni dünyaya getiren insanları, bugüne kadar yalnız kalışlarımın, tek başıma yaşamaya çalışmalarımın, içimdeki boşluğun, aileye olan özlemimin, hasretin şiddeti azalır mı? Azalmaz. Silinip unutulur mu her şey? Hayır nasıl unutulur? Unutulmayan acılar vardır. Unutulmaz. Kalbimin unutturamayacağı ağırlıkta. Hayata başka bir pencereden bakarım ben ama yaşamaktan asla vazgeçmem. Yaşam acı şeyler vermişti bana ama yine de pes etmem. Hayatım allak bullak oldu. Gök karardı, denizler yarıldı, hepsinin parçaları birbirine karıştı, ama yine de asla pes etmedim. Artık yaşamak için daha çok sebebim var. Büyük bir sebep, güzel ve özel bir sebep, Eşref.

      Dar paça kot pantolonumu giydikten sonra üzerime açık pembe gömleğimi giydim. Saçlarımı açık bıraktım, gümüş küpelerimi taktıktan sonra evden çıkmak için kapıya yöneldim. Sol kolumun boş olduğunu hissettim. Saatim. Saat benim için vazgeçilmez bir şeydi. Bazen insanları çekici kılan şeydi aksesuarlar. Güzel parmaklara sahip olmayan bir elin bileğine takıldığında bile o elin çirkinliğini bir nebze kapatabilirdi. Saatimi taktıktan sonra kapıyı çekip çıktım evden. Mahalleden çıktıktan sonra kütüphaneye giden yola saptım ve yürümeye devam ettim. Kütüphaneye vardığımda Hasret’i gördüm. Bana bakmaya gelmiş olmalıydı.

      “Ne yapıyorsun burada?”

      “Neredesin sen, derslere de girmedin bugün? Eşref’in sınıfına gittim, o da gelmemiş bugün. Birlikte miydiniz?”

      “Evet beraberdik. Kahvaltı yaptık, sonra o çıktı. Ben de evi düzenledim, topladım çıktım.”

      “Hımm, Eşref dün gece sende kaldı yani, tamam anladım.”

      Böyle durumlarda insanların zihnine hemen başka manaların geldiğini biliyordum. Ofladım:

      “Saçmalama lütfen, aklından geçen şeylerden hiçbiri olmadı. Bırak şimdi gözünle görmediğin bir şey hakkında senaryo yazmaları. Üst kata çıkalım, burada ne dikiliyoruz? Sınavlar için bir hafta izin almam lazım.”

      Üst kata çıktıktan sonra o kattan sorumlu Ahmet Bey’le konuşmaya başladım. Eşref yapmıştı yapacağını, benden önce gelmiş, izin almıştı benim için. Okuldan başka birini ayarlamış benim yerime. Konuşmalarımızı Hasret biraz ötede dikilerek izliyordu. Biraz sonra koluma girdi ve çekiştirmeye başladı:

      “Hadi çıkalım artık, hallolmuş işte.”

      Kütüphaneden çıktık. Yürümeye başladık.

      “Ne yapacağız, sınavlar üst üste geldi? Çok çalışıp atlatalım, sonradan uğraşmayalım.”

      “Of Füsun, çalışacağız zaten. Bak iznin de hallolmuş, bırak şimdi sınavı falan. Bugün dolaşalım, gezelim. Bugünden sonra gömülürüz kitaplara, merak etme sen.”

      “Tamam o zaman. Dün gece Eşref bir arabayla evin önünde duruyordu, arabanın içinde Ceyhun da vardı.”

      “Ceyhun mu vardı?”

      “Evet o da vardı.”

      “Of tadım tuzum kaçtı gitti, ismi bile moralimi bozmaya yetiyor şunun. Hem benden ayrılıyor hem de hiç boş durmadan başka biriyle konuşuyor. Bir de utanmadan en yakın arkadaşımın evinin önüne gidiyor. Bravo, vay be tebrik ediyorum. Ya ben de senin evinde olsaydım, o an hiç utanmayacak mıydı acaba?”

      “Ya tamam boş ver, sakin ol. Ne yapsaydım, o da arabadaydı işte. Belki Hasret buradadır, ben arabadan ineyim, mahallenin başında bekleyeyim sizi mi deseydi?”

      “Aman bana ne, ne derse desin.”

      Sessizce hiç konuşmadan yürüdük on beş yirmi dakika kadar. Ceyhun yüzünden morali bozulan Hasret’e baktım:

      “Hadi benim eve gidelim, bir şeyler yiyelim, sonra çalışacağımız konulara bakalım, notları hazırlayalım. Şu sınavlar bitsin gezeriz söz.”

      Suratında mutsuz bir ifadeyle cevap verdi Hasret:

      “Tamam, gidelim hadi.”

      Evde üzerimize daha rahat kıyafetler giydik. Mutfağa gidip, kendimize tost yapıp çayla beraber yedik. Hasret tostu çok seviyordu. İkinci tostunu yerken, neşeli hali geri gelmişti. Sınavlar için not çıkarmaya başladık. O sırada Hasret aklına bir şey gelmişçesine konuşmaya başladı:

      “Ne diyecektim ben sana unuttum. Bir şey vardı aklımda…” Dudaklarını ısırıp birkaç saniye düşündükten sonra parmağıyla elini şaklattı. “Heh geldi aklıma. Beni iyi dinle bak, sınavlardan sonra İstanbul’a gideceğim, teyzemin yanına. Sen daha önce hiç gitmemiştin değil mi?”

      “Yok gitmedim.”

      “Tamam işte beraber gidelim.”

      “Gerçekten çok isterdim. İstanbul’u hep merak etmişimdir, ama kütüphaneden tekrar izin alabileceğimi