Nurhan Incir

UNUTULMAZ


Скачать книгу

arkadaşının arabasını almıştı. Arabada elimi tuttu, yanağıma bir öpücük kondurdu. Parlayan gözleriyle gözlerimin içine baktı ve “Seni seviyorum,” dedi. Bunu söylerken gözleri yıldız gibiydi sanki. Hiç bu kadar parlayan güzel gözler görmemiştim. Sol eli direksiyondaydı, sağ eliyle elimi tutup parmaklarını parmaklarıma geçirdi, ayrılmaz bir kördüğüm oluştu birleşen ellerimizde.

      “Çok heyecanlısın, ellerin titriyor hissediyorum. Bu kadar heyecanlanacağını tahmin etmiyordum. İstersen başka bir gün gidelim.”

      “Hayır gidelim, bugün olmazsa başka bir gün tanışacağım nasıl olsa. Hem heyecanımı yenmeliyim, hep böyle olamam. Gidelim sevgilim geri dönme.”

      Arabada slow bir şarkı çalıyordu. Eşref arabayı az ilerde durdurdu. Çalan şarkıyı kapattı. Bana döndü, sağ eliyle çenemi tutup yanaştı ve öptü.

      “Bak gerçekten gitmek zorunda değiliz, kendini hazır hissettiğin bir gün gidelim istersen düşün biraz.”

      Kafamı iki yana sallayarak cevap verdim:

      “Yo hayır gidelim, heyecanım azalıyor. Lütfen gidelim, artık tanışalım.”

      Eşref arabayı ağır ağır sürüyor, bir yandan da bana bakıyordu arada. Heyecanım yavaş yavaş azalıyordu. Hem bu kadar heyecan yapmak Eşref’i de korkutacaktı. Tanışmada böyleysem ilerde nasıl olacağım? Akrabalarıyla tanıştırdığı zamanda da böyle olursam artık bıkar benden. Kim katlanabilir sürekli bu ruh halime? Derin bir nefes aldım, oturmaktan kırışan elbisemin eteklerini düzelttim. Eşref’e baktım kararlı gözlerle:

      “Evet artık gerçekten hazırım. Heyecan falan kalmadı.”

      Eşref bir kahkaha attı:

      “Yalan söylemeyi beceremiyorsun yavrum sen. Şu an gerçekten hiç heyecanın yok mu?”

      Boğazım gıcıklanmışçasına yutkundum birkaç saniye:

      “Yok tabii ki. Al bak ellerime, titriyor mu? Peki ya kalbim, dinle bakalım atıyor mu hızlıca?”

      Gerçekten de heyecanımın azaldığına karar vermişti Eşref:

      “Tamam tamam inandım yavrum.”

      Birkaç saniye sonra iki katlı, siyah bahçe kapısı olan evin önünde durduk. Eşreflerin evini daha önce görmüştüm ama ilk kez girecektim içeriye. Eşref arabayı durdurup indi. Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açtım. Sağ bacağımı dışarıya atınca, Eşref ellerimden tuttu ve inmeme yardım etti. Arabadan inince bana sarıldı.

      “Hazır mıyız sevgilim?”

      “Evet sevgilim hazırız.”

      Siyah kapının önünde iki üç basamaklı bir merdiven vardı. Eşref’le el ele çıktık basamakları. Evin zilini çaldığımızda kapıyı uzun boylu, kumral, güzel bir kadın açtı. Eşref sağ eliyle buyurun dercesine beni önden ağırladı eve. Sonra elini annesinin omzuna attı:

      “Anne, işte aylardır bahsettiğim sevgilim Füsun.”

      Eşref’in annesi Makbule Hanım bana sarılarak, “Hoş geldin kızım,” dedi.

      Çekimserlikle cevap verdim:

      “Hoş bulduk.”

      Annesi yaşına rağmen bakımlı ve çok güzel bir kadındı. İnsanın dikkatini çekiyordu. Hep beraber kapının önünden oturma odasına doğru ilerledik. Koltuğa oturmadan etrafa göz gezdirerek annesine döndü Eşref:

      “Babam nerede anne?”

      “Sizin için balkonda balık pişiriyor oğlum. İlla ben yapacağım diye tutturdu, laf dinletemedim. Gelir şimdi, oturun siz, benim mutfakta az biraz işim var.”

      Koltuğa oturduktan sonra etrafa göz gezdirdim:

      “Eviniz çok güzel, eşyaların uyumu, renkler mutlu ediyor insanı.”

      Eli ensesindeydi, boynunu okşadı birkaç saniye:

      “Bizim evimiz de çok güzel olacak yavrum merak etme.”

      Tebessüm ederek karşılık verdim. Balkon kapısının açılmasıyla elinde pişmiş balıklarla gözlüklü, beyaz saçlı, renkli gözlü bir adam girdi içeri. Elindekileri salonun ortasında duran masanın üzerine bıraktıktan sonra kafasını kaldırıp bize baktı:

      “Hoş geldiniz gençler?”

      “Hoş bulduk baba, sizi tanıştırayım, arkadaşım Füsun.”

      “Tekrar hoş geldin kızım.”

      “Hoş bulduk teşekkür ederim.”

      Masanın üzerine bıraktığı, balıkların durduğu tabağı eline aldı:

      “Siz oturun ben şunları mutfağa bırakıp geleceğim.”

      “Tamam baba.”

      Salonda Eşref’le yalnız kalmıştık. Aynı koltukta yan yana oturuyorduk. Bana döndü:

      “Nasıl, sevdin mi onları?”

      “Evet çok sevdim, çok güzel insanlar, kıymetli ve değerliler. Çok şanslısın.”

      “Eminim öyleyimdir yavrum.”

      O an kendi anne babamı düşündüm. Acaba hangisine daha çok benziyordum, yoksa ikisinden de eşit mi almıştım benzerliklerimi? Onlar nasıl insanlardı acaba? O an neredeydiler ve ne yapıyorlardı? Hangi şehirdeydiler, beraber mi ayrı mıydılar? Birden hafif bir kızgınlık belirdi içimde. Ne olursa olsun beni bırakmak için bir nedenleri olamazdı. Aklımdan binbir soru geçiriyordu. Cevaplarını bulamadığım sorularla uğraşırken Makbule Hanım ve eşi geldi salona. Hep beraber sofraya oturduk. Masa baştan aşağıya özenle hazırlanmıştı. Yemeğe başladığımızda Eşref’in babası Hulusi Bey okulumu sordu:

      “Edebiyat okuyorsun değil mi kızım?”

      “Evet edebiyat okuyorum, ikinci sınıftayım.”

      “Dersler nasıl gidiyor?”

      “Güzel gidiyor, çalışıyorum, hiç boş bırakmıyorum.”

      “Aferin kızım, en doğrusunu yapıyorsun, tebrik ediyorum seni. Okuldan sonra da çalışıyorsun değil mi?”

      “Evet, üniversitenin yakınlarında bir kütüphanede çalışıyorum.”

      “Gerçekten seni yürekten tebrik ediyorum güzel kızım.”

      “Teşekkür ederim.”

      Ağzı yemekle dolu olan oğlunu işaret etti:

      “Peki ya o, üzüyor mu seni?”

      Eşref’e baktım, gülümsüyordum:

      “Hayır üzmüyor.”

      “Doğru söyle…”

      “Gerçekten üzmüyor.”

      “Üzerse gelip bana şikâyet edebilirsin, kulaklarını çekerim.”

      Gülmeye başladım:

      “Tamam söylerim.”

      Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra eliyle ufak bir alkış patlattı Eşref:

      “Bravo, ikili ittifak kurup beni tek başıma sahalarda oynatacaksınız. Anne bir şey desene sen de, sahip çıksana bana.”

      “Aman oğlum sen aldırma babanın şakalarına.”

      Eşine dönerek devam etti:

      “Sen de rahat bırak çocukları, yemeklerini yesinler.”

      İştahla yemeğine devam ediyordu babası. Tekrar bana döndü:

      “Kızım, Eşref seni