Ebru Yavuz

AŞK’A DOĞRU


Скачать книгу

olan yer cennet bahçelerinden bir bahçedir,” diye buyurduğu yer. Cennet sözünü duymuştum ya, benim için her şey tamamdı. Orada beklerken hayalimde cennetin kapısı vardı. Devasa bir kapı içinden bir bahçeye geçeceğiz ve orada Resûlullâh Efendimiz s.a.v.’i göreceğiz. Hepimize ayrı ayrı tebessüm edecek. “Hoş geldiniz,” diyecek. Saatler süren bekleyişten sonra nihayet mescidin içindeki paravanlar açıldı. İtişmeler, kakışmalar, bağrışmalar oldu. Bu beni daha çok heyecanlandırdı. Son sürat ben de o kalabalığa karışarak koşmaya başladım. Saatlerce koşmuş gibiydim. Ayaklarım yere değmiyordu. Koşa koşa kalabalık bir yere geldik. İzdiham vardı. “Burası cennet bahçesi,” dediler. Yerdeki halıların farklılığından da anlamıştım. O izdihamda şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemiyordum. Resûl-i Kibriya Efendimiz s.a.v.’in yanı başındaydım. Hanesinin bahçesindeydim. O an zamanda kayma yaşadım. Geçmişe döndüm. Sahabe dönemindeydim. Mescide geliyor ve vaaz veriyordu. Başıma bir kuş konmuş da uçmasından korkuyormuş gibi onu dinliyordum. Arkamdan birisinin beni dürtmesiyle kendime geldim. Vaktim azdı. Namazımı kılarak huzurdan çekilmeli, geride kalan kardeşlerime yer açmalıydım. Namaza durunca bir anda nefesim kesildi. Tüm azalarım yer değiştirdi. Kalbimin gümbürtüsünü her hücremde duymaya başladım. Bedenim ve ruhum da selâm veriyordu Efendimiz s.a.v.’e. Huzurda olmanın mutluluğu onları da delicesine sarmıştı. Tatlı bir esinti vardı, gül diyarından olduğumuz yere göç eden tatlı bir esinti. Secdeye gül kokusuyla vardım. O an saniyeler donsun hiç bitmesin istedim. Aldığım nefes ömre bedeldi. Secdeden kalkmak istemiyordum. Lakin kardeşlerimin hakkı vardı üzerimde. İstemeyerek doğruldum. Boynumu büktüm, namazımı bitirerek çıktım Ravza’dan. Az ileride durdum. Ravza’ya döndüm yüzümü. Bin canım olsa o nefes için feda ederdim. “Anam, babam, canım sana feda olsun Yâ Resûlallâh, diyen sahabelerin aşkını bize de nasip eyle Yâ Rab!” diye ağlayarak dua ettim.

      Gül kokusu sinmişti üzerime

      Öyle sık nefes alıyordum ki, havasız kalan, gafletten çürüyen bedenime can geliyordu. Her nefeste diriliyordum. Rabbimin bir ikramıydı bu. Yüreğime işlenen El-Hamîd ismi şerifiyle tüm azalarımla zikirdeydim. Çıkmak istemiyordum mescitten. Ama otelimize gitmek ve yerleşmek zorundaydım. Gözlerimde bir şelale oluşmuştu. Oluk oluk yaşlar akıyordu ayrılırken. Gözyaşlarımı avucuma alıp yüzüme sürüyordum. Her bir damlası gül kokuyordu. Efendimiz s.a.v. kokuyordu.

      Otelimize yerleşip dinlenecektik. Kaldığım odadan yeşil kubbeyi görüyordum. Bu ne hoş bir ikramdı. Geceyi Mescid-i Nebevî’de geçirmiş, sabahına huzuruna kabul edilmiştim. Gül kokularıyla da uğurlanmıştım. Lütfedileni düşündükçe yerimde duramıyordum. Heyecandan yerlere göklere sığamıyordum. Biz görmeden böyle sevdik, sahabeler sen gidince ne yaptılar, nasıl teselli ettiler kendilerini, diye düşünüyordum. Gözümün yaşı dinmiyordu. İlk kez yaşadığım bu duygular hem inanılmaz bir haz veriyordu hem de katlanması zor geliyordu.

      Medine’de birçok yere ziyarete gittik. Gittiğim yerleri, ziyaret ettiğim zatların ismini daha önce duymamıştım. Medine’yi yeniden keşfediyor, her gördüğüm güzelliğe âşık oluyordum. Kendimi teskin edebilmek için yazıyordum. Duygularımı kâğıda döküyordum.

      En çok Uhud’dan etkilendim

      Gözümdeki cennet tasviri Uhud’da vücut bulmuştu. Mis gibi kokuyordu. Attığım her adımda Efendimiz s.a.v.’in ayak izini görüyordum. Öyle utanıyor, öyle sıkılıyordum ki… O’nun s.a.v. ayak izinin üzerine basmış olma ihtimalim beni bitiriyordu. Onlarla aynı havayı soluyordum ama öyle cahil, öyle gafildim ki. Aynı yolda yürümeye layık değildim. Lakin lütfu, ihsanı bol olan Rabbim nasip etmişti ve gitmiştim yüz sürmeye. Uhud’dan ayrılınca büyük bir hüzne kapıldım. Gönlümde oluşan aşk yaraları derinleşmişti. Neden hiçbir mekânı bilmiyordum? Neden hiçbir zatı tanımıyordum? Hazreti Hamza r.a.’ın ismini neden ilk orada duymuştum? Halbuki Allâh’ın aslanıydı o. Şehitlerin başıydı. Yâ Hazreti Nesibe r.a.! Uhud muharebesinde, “Sağıma baktım Nesibe, soluma baktım Nesibe,” diye buyurduğu İslam mücahidesini neden o yaşıma dek duymamıştım? Kardeşi hunharca şehit edildikten sonra kardeşine değil de Resûlullâh’a koşan Hazreti Safiye neden hayatımda yoktu! Bunca senelik ömrümde öğrenmekten tanımaktan alıkoyan neydi? Nasıl bir ömür geçirmiştim? Gençliğimi neyle heba etmiştim! Tüm bu düşünceler içimi kırt kırt kemiriyordu. Gözümün yaşı dinmiyordu. Saatin tik takları ilerliyordu ve Medine’deki zamanımız azalıyordu. Yine kömür karası bir hüzün çökmüştü yüreğime. Günümü gecemi karartıyordu. Ayrılmadan, yeniden gelmenin hayalini kurmaya başlamıştım.

      Son gün gelip çattı

      Arkadaşlarla son bir kez Ravza’yı görmeye gittik. Nasıl olduysa her birimiz başka tarafa dağıldık. Tek başıma kalmıştım. Buluşma noktasına oldukça uzaktım. Akşam vaktiydi. İçimde bir korku vardı. Otele giderken tek başıma karanlık sokaklardan nasıl gidecektim? Mescide telefon alınmıyordu. Mescid-i Nebevi’nin etrafını kaç kez turladığımı hiç hatırlamıyorum. Buluşma saatine çok az kalmıştı ve boğazıma kadar korku ve endişeye gömülmüştüm. Sırtım ateş gibi yanıyordu. Ecel terleri döküyordum. Belki de teslimiyetim ölçülüyordu. Halbuki ben Fahri Kâinat Efendimize misafirdim ve O misafirini yersiz yönsüz bırakmazdı. O zamanlar bunu düşünemeyecek kadar toydum. Baktım ki kimseyi bulamıyorum, Yeşil Kubbe’nin karşısına geçerek Resûlullâh’tan yardım istedim. “Yâ Habibullâh, bu âcizi Rabbim Sana misafir etti, ne olur beni burada yalnız bırakma! Rabbimden bana bir yol göstermesi için duanı üzerimden eksik etme!” diyerek selâmladım. Çaresizdim. Rabbime sığındım. Artık o yolu tek başıma gitmek zorundayım diye düşündüm. Yeşil Kubbe’yi de selâmladım. Elimi kalbime götürdüğüm an bir arkadaşımı gördüm. Tam Yeşil Kubbe’nin önünde duruyordu. O da beni arıyormuş. O ânı asla unutamam. Bir babanın evladına yetişmesi gibiydi. Duyduğum şükran duygusu, Efendimiz s.a.v.’in aşkını mühürledi. “Sen ki beni bırakmadın, bu can yoluna kurbandır Ey Sevgili,” dedim. Arkadaşımla ağlayarak sarıldık. Kafileye doğru yürümeye başladık. Uzak ve karanlık sokaklar bizi yine korkuttu. Lakin arkadaşımla birbirimize dayandık. Bizi bekleyenler de en az bizim kadar endişelenmişti. Hamdolsun Rabbim sağ salim ulaştırdı bizi. İlim olmayınca insan yönünü şaşırıyor. Şimdi olsa o kadar endişelenmez, teslim olur kurtulurdum.

      Aşkın diyarı Medine’ye kalbimi gömmüştüm. Veda yakışmıyordu oraya. O sözcüğü ağzıma bile alamıyordum. Çok dokunuyordu bana. Tekrar tekrar gelecektim. Yine şefkatli bakışlarını üzerimde hissedecek, yine aşk şerbetini yudum yudum içecektim. Yüreğimde filizlenen aşkı yeşertecektim. Veda değil, başlangıçtı benim için.

      Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni

      Ben yanarım dün-ü günü, bana seni gerek seni

      Ne varlığına sevinirim ne yokluğuna yerinirim

      Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni

      dizeleri gönlümde pervane gibi dönüp duruyordu.

      Kalbimde taşıdığım derin hüzün, ruhumun yeniden dirilişine vesile oluyordu. Yere göğe sığamıyordum. İçimdeki duyguları kâğıda döktüm. Efendimiz s.a.v.’e bir mektup yazdım.

      Yâ Resûlallâh! Böyle bir şeye cüret ettiğim için affına sığınarak yazıyorum bu mektubumu. Sonsuz selam ve hasretimi sunarak başlıyorum.

      On yaşındaydım Seni ilk gördüğümde. Ne olduğunu anlayamadığım bir aşk düştü yüreğime. On beş yaşıma kadar her gece Sen diye kapadım gözlerimi. Zamanla Sana olan hislerim, hasretim kabuk bağladı yüreğimde. Tahammül edemedim yokluğuna. Seni çok özlüyorum Yâ Resûlallâh!

      Mevsim