Ebru Yavuz

AŞK’A DOĞRU


Скачать книгу

akrep karanlığa bürünüyor! Acımadan akıp gidiyor.

      Beklediğim an gelince soluk soluğa koştum Ravza’na. Öyle ki, ayaklarım yerden kesildi Sana gelen yolda. Acizim. Tarif edemem. Böyle bir aşkı hangi kalem yazar Yâ Resûlallâh! Gül kokunla karşıladın beni. Her zerremde hissettim Seni Ey Sevgili!

      Anladım ki her şeyin başı sevdanmış Efendim! Ben Seni istediğin gibi tanıyıp örnek alamadım kendime. Kalbime alamayınca, sunamadım diğer kalplere de. Affına sığınıyorum Yâ Resûlallâh!

      Ayrılık vakti geldi. Gözyaşlarım süzülüyor göz pınarlarımdan. Hüzünlü gözyaşlarımda boğulmak istiyorum. Yine yelkenler yapacağım hayallerimden. Yine Sana gelmeyi düşleyeceğim. Tekrar tekrar geleceğim kapına.

      Ağlıyorum şimdi. Lakin dinince gözyaşlarım, Senden uzakta kalan hayallerim feryat figan ağlayacak. O hayaller ki hep yanı başında kalmayı diledi. Hasretinizle kabuk tutan yüreğim daha çok kanıyor. Gidiyorum. Gözlerimde tek Sen varsın, bir de umutlarım. Hani tekrar tekrar geleceğim yâ Sevgili! Bu umutla gidiyorum. Elimde yalnızlığım ve gözyaşım var sadece. Bir de yüreğimdeki aşkın ve daha ayrılmadan yüreğimi dağlayan hasretin.

      Bu mektubum son değil. Her gün yenisini yazacağım. Veda haram bana. Yine geleceğim. Lakin bu kez başım biraz daha dik, Sana daha layık, daha onurlu geleceğim. Şefaat Yâ Resûlallâh!

      Aşkın diyarına hem uzak hem de bir o kadar yakındım

      Evime işime dönmüştüm. Hasretim yüreğimi dağlıyordu. Bedeni yorgunluğum birkaç güne geçmişti ama ruhumdaki fırtına dinmiyordu. Yorgun ve bîçareydim. Hiçbir şey avutmuyordu. Her söz oraya gelsin, herkes oradan bahsetsin istiyordum. Artık heba edecek yirmi beş saniyem bile olmamalıydı. İçimdeki kıvılcım büyüyordu. El-Alîm olanın nasip edeceği ilme taliptim artık. Vakit kaybetmeden, ziyaret ettiğim yerlerde aldığım notları incelemeye başladım. Kitaplar aldım. Okudukça öğreniyordum. Öğrendikçe genişliyordum. Muhabbetim artıyordu. Kâbe aşkım günden güne katlanıyordu. Çok özlemiştim. Kara sevdam dualarıma taht kurmuştu. Gece gündüz Kâbe’yi düşünür olmuştum. Başka hiçbir şeye adapte olamıyordum. Olmak da istemiyordum aslında.

      Aşk lokmasını tatmıştım bir kere. Ve lezzetine çok alışmıştım. Bu sefer hacca gitmek istiyor ve o şeref elbisesini giymek istiyordum. Dünyalık teklifler üstüme üstüme geliyordu. Ben kaçtıkça o kovalıyordu. Önüme çeşit çeşit nimetler gelmeye başlamıştı. Fakat hiçbirini istemiyordum. Gönlüm de gözüm de Beytullâh’taydı. Aslımı, özümü orada bulmuştum. Allâh’ın c.c. açacağı kapılara taliptim ben. Ne dünya, ne cennet, ne de cehennem gözümde gönlümdeydi. Yunus Emre’nin dizelerini tekrarlıyordum.

      Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri

      İsteyene ver onları Yâ Rab! Bana seni gerek seni…

      Halimi kimseye açamıyordum. Söylemeye de cesaretim yoktu. Söylesem üzerimdeki feyz dağılır diye korkuyordum ama kendime saklamak da istemiyordum. Lakin söylesem anlayacak da yoktu. Mecnun der geçerlerdi. Sadece gönüldaşım vardı yanımda. En yakın arkadaşım Aynur. Hem akrabam hem çocukluk arkadaşım hem her gün görmeden edemediğim dertdaşım, dostum. Hamdolsun gönlümü her açtığımda o sevecen, sevgi dolu hali ile dinledi beni. Dizlerine dayandım ağladım can yoldaşımın. İnsan insana şifaydı. Benim de ilacım oydu. Duygularımı onunla paylaşmak yükümü hafifletiyordu.

      Yirmi dokuz yaşım

      İlk hac yolculuğum. Benden sonra kutsal topraklara annem ve babam gitti. Onların gidişi aşkımı bir yandan körüklerken bir yandan da gönlümü su serpmişti. Ayrılırken anne ve babama sımsıkı sarılarak, “Çok dua edin, beni tekrar tekrar çağırsınlar,” diyerek ağladım. Hacca yazılmıştım. Kimin duası kabul oldu bilmiyorum ama o dua hürmetine Rabbim beni de çağırdı. Öğrenir öğrenmez heyecanlı dakikalar başladı. Hayatım boyunca bunun ötesinde bir heyecan ve mutluluk yaşadığımı hatırlamıyorum. Yaşadıklarım huzurun zirvesiydi. Ötesi olmayan bir zirve!

      Herkes sana hayran Kâbe’m

      Herkes sana yolcu

      Aşkındır mest eyleyen

      Gayem aşktır

      Eren bahtiyardır

      Yeni ve yine bir bekleme sürecine girdim

      Fakat bu sefer okumalarımı artırmıştım. İbadetlerimi, vazifelerini öğrenmeye çalışıyor, kendimi kutsal topraklara hazırlıyordum. Hayalim yeniden gerçekleşecekti. Bunun derin şükrü içindeydim. Gidip dönmemek de vardı. Belki de ebedi huzura varacaktım. Bu düşünceler beni daha sıkı bir hazırlığa sürükledi. Gidersem ardımda tertemiz hatıralar bırakmak istiyordum. Odam, eşyalarım da benden sonra kimseyi yormasın istiyordum. Yeni bir başlangıç olacaktı.

      Dolabımı düzenlerken karıncaların her köşeyi istila ettiğini gördüm. Dokunmaya kıyamadım. Bir karıncayı inciterek gitmek en son isteyeceğim şeydi. Hazreti İbrahim a.s.’a su taşıyan da ufak bir karıncaydı. Ateşi söndürmek istediğini gözle zor görülen varlığıyla kanıtlamak istemişti. Süleymani bir aşk ile karıncalarla konuşarak vedalaştım. Verecekleri zararın hiç önemi yoktu. Onlardaki aşk ve gayreti diledim Rabbimden. Mini mini cüsseleriyle bana dua telkin etmişlerdi. Artık her baktığım yerde hikmet arar olmuştum. Bu bakış bana haz veriyordu.

      Şaşkındım

      Daha hacca gitmeden insanların bana olan bakışları ve yaklaşımları değişti. Beklentileri çoğalmıştı. Hacı olmak insanlıktan çıkmak değildi. Yine beşerdim, yine günahlarım vardı. Yine hatalarım olacaktı. Hac bir farizaydı ve Müslüman olmamın gereğiydi. Etrafımdaki insanların bana farklı bir misyon yüklemelerine üzülmüştüm. Bu ilk zaman zihnimi meşgul etti fakat sonrasında yapacağım tek şeyin dua ve gayret etmek olduğunun farkına vararak yaşadığım âna odaklandım. Yine güzel bir yolculuğa çıkmıştım. Yine çağrılmıştım ve yine kutlu diyarın misafiriydim. Gerisinin önemi yoktu. Yine önce Mekke’ye gittik. Kara sevdam ile buluşmaya dakikalar kalmıştı. Boynum bükük, mahcup bir şekilde, rüya mı gerçek mi diye ayırt etmeye çalışırken yine tüm görkemiyle dikildi Kâbe karşıma. Üzeri altın yaldızlı mis kokulu kara entarisini giyerek karşılamıştı beni. Öyle nurluydu ki, dipsiz kör kuyuları aydınlatırdı.

      İnanılmaz bir kalabalık vardı. Tavaf ve Say ibadetimizi tamamladık. Gözüm gönlüm Kâbe’deydi. İhramıyla karşımda süzülen o heybetli duruşunu seyrederken hüzünlenmiştim. Dilimden dualar dökülüyordu. Hacca layık olmak için yalvarıyordum. Kâbe’nin her gelene gönlünü açması, ona ev sahipliği yapması inanılmazdı. Kimseyi ayırmıyordu. Kendimi düşünüyordum. Müslüman kardeşlerime gönlümü ne kadar açabilmiştim? Onlara karşı merhametim nasıldı? Bunlar içten içe zihnimi meşgul ediyordu.

      İçimdeki hasret her dakika artıyordu. Kalabalık olduğu için tavaflarımızı üst katta yapıyorduk. Kâbe’yi uzaktan görebiliyordum. İçimde farklı bir özlem olmuştu. Meğer on yıl gidemeyecekmişim Kâbe’ye. Bilmiyordum. İyi ki bilmiyordum. Bunu o an kaldıramazdım.

      “Hac meşakkattir,” buyurmuştu Efendimiz s.a.v.. Zorlanıyordum. Kalabalıktı. Vakit namazlarını kılarken omuzlarım acıyordu izdihamdan. Lakin beni yoran bunlar değildi. Kâbe’deydim ama ona dokunamıyordum. Ona sarılamıyordum. Hasretim katlanıyordu. Bu meşakkat tevekkülümü artırmıştı. O kalabalıkta, Rabbim dilemedikçe adım bile atamıyordum. Rabbim yolları açıyordu. Kalbimin atışını Kâbe’den duyuyordum sanki. Duyduğum her kalp atışıyla gönlümdeki bir put yıkılıyordu. Hissediyordum. Dünya sevgisi gönlümden akıp gidiyordu. Boşluğu Kâbe’nin