ifade etmeyi başaramadım.
Aslında annemin beni neden gezgin olma fikrimden caydırmak istediğini tahmin edebiliyordum. Kuşkusuz bana olan sevgisinden yapıyordu bütün bunları. Sıradan olmayan bir mesleği seçersem zarar göreceğimi düşünüp caydırıcı metotlarla beni bu kararımdan döndürmeye çalışıyordu. Ancak annem bir şeyi unutuyordu, ilginin ve sevginin aşırısı insanı zehirleyebilirdi.
Dünya böyle bir yerdi işte. Herkes bir başkasının hayali için kendi hayallerinden vazgeçiyordu bu yüzden de hayat çoğu zaman planlar dahilinde ilerlemiyordu. Annemin endişesi üzerine gezgin olma hayalimi bir süre daha ertelemek zorunda kalmıştım ancak biliyordum ki ertelenen hayalden çoğu zaman vazgeçerdi insan.
Kahvemi fincana doldurduktan sonra pencere kenarındaki kanepeye oturup günlük haberleri dinleme maksadıyla televizyonu açtım. Her gün evden çıkmadan önce beş ila on dakika ülke gündemiyle aydınlanmaya çalışırdım. Tahmin edildiği üzere haberlerde Dünya’yı kurtaran bir kahraman çıkmamıştı. Bilmem kaç bin ışık yılı uzakta yaşanabilir bir gezegen de keşfedilmemişti. Daha çok insanın moralini yerle bir eden, nereden geldim şu Dünya’ya dedirten; gözünü dahi kırpmadan cinayet işleyenlerin vesikalık fotoğrafları ve geleceğimizi emanet ettiğimiz siyasilerin çocukça çekişmeleri vardı. Bu nedenle de isteyerek haberleri seyretmek mazoşist hislerle yapılmış bir eyleme dönüşüyordu.
Çocukluğumdan beri çevremdeki herkesten farklı olduğumu biliyorum ancak bu farklılık dahilikle veya sanatsal yetenekle ilgili değil. Dış görünüşümle de ilgili değil. Bu farklılık hislerimle alakalı. Kabul etmeliyim ki uyumsuz herifin tekiyim. Yani benden sürüye ayak uydurmamı filan beklemeyin. Bir süre bunun bir hastalık olduğunu düşündüm. Psikiyatrlardan yardım almaya karar verdim. Birtakım antidepresan ilaçlar kullandım ancak duygularıma yönelik kayda değer bir etki göremedim. Çünkü ben bir uyumsuzdum.
Belki de beni intihara sürükleyen nedenlerin en başında geliyor uyumsuz olmam. Yani bir koyun olduğumu düşünürsem sürümü terk etmek için kurtlarla bile anlaşabilirim. Her gün bu amaçsız sürünün içinde kendime ot bulmaya çalışmak ve sonunda aynı kaderi paylaşmak yerine ya sürümü terk ederdim ya da otun üstüne işerdim. Bahsettiğim şey sıradanlığı reddetmek.
Çoğu insan bir fakülteden mezun olduktan sonra bir işe girip ihtiyacı olduğunu düşündüğü şeyleri tek tek satın alarak mutlu olmaya çalışıyor. Bir ara ben de bu düzene ayak uydurmaya çalışmıştım. İşe girip ilk otomobilimi satın aldığım zaman neredeyse havalara uçacaktım. Kendimi öylesine mutlu hissetmiştim ki sık sık perdeyi aralayıp otomobilime bakar dururdum. Benzer durum ilk okul yıllarımda da başıma gelmişti. Ailem doğum günü hediyesi olarak mavi çizmelerden almıştı. İçi pamuksu güzel bir çizmeydi. Bir çift mavi çizmem olduğuna o kadar mutlu olmuştum ki birkaç gün çizmelerime sarılarak uyumuştum. Oysa şimdi binlerce çizme verseler yine de çizmelerine sarılıp uyuyan o çocuk kadar heyecanlı olamayacağım.
Dün ve ondan önceki gün yaptığım gibi işe gitmeden önce içinde bulunduğum ruh halimden faydalanarak bir şeyler yazmaya karar verdim:
Bir yıl önceki kendim ile
Karşılaşsam sokakta
Bir yabancı gibi geçip giderim yanımdan
Selam bile vermem
Başımı çevirip de bakmam
Saygısızlıktan değil, tanıyamadığımdan
Öyle bir değişime mecbur kaldım ki son zamanda
İyi mi kötü mü henüz kavrayamıyorum
Sormaya cesaret edemediğim bir soru var aklımda
Uçuyor muyum düşüyor muyum?
Saat yedi buçuğu çoktan geçmişti. Üstünkörü ütülediğim pantolonu üzerime giyip işe gitmeye koyuldum. Ev ile çalıştığım işyeri arası sadece yedi kilometreydi. Ara sokaktan iki şeritli caddeye çıktım. Caddenin sonundan sağa döndüm. Yüz metre kadar ilerledikten sonra kırmızı ışıkta durdum.
Ailemizin diğer üyeleri gibi babamın hayatı da fabrika köşelerinde çalışmakla geçmişti. Bu yüzden de babamın öyle kolay kolay boş vakti olmazdı. Resmî tatillerde, pazar günlerinde, dini bayramlarda; yazın bunaltıcı sıcağında, kışın dondurucu ayazında, Mersin Yolu üzerindeki torna fabrikasında çalışır dururdu babam. Bu konuda babam sürekli kendini örnek gösterir düzgün bir okul bitirmediğim takdirde onunla aynı kaderi paylaşacağımızı söylerdi. Hatta bu yüzden mahallenin en korkunç insanı olan Seracettin Abi’yi bile tembihledi.
Çocukken Seracettin Abi, doksan iki model şahin marka otomobiliyle yanımda durur, yüzüne bir hayli büyük gelen güneş gözlüğünü burnunun ucuna kadar indirir -tabi parmaklarına doladığı ince taşlı tesbihi de yukarı aşağı sallardı- dersleri aksatıp aksatmadığımı sorardı. Seracettin Abi’ye her zaman aynı cevabı verirdim. Derslerim çok iyi gidiyor Seracettin Abi derdim. Matematiğimin akıbetini sorardı. Matematikten beş aldım Seracettin Abi, sınıfın birincisiyim, kimse benden iyi matematik yapamıyor, derdim. O sıralar Seracettin Abi’den aferin alabilmek her çocuğun harcı değildi. Seracettin Abi, karıştığı birkaç olay yüzünden mahalleli tarafından korkulan biri haline gelmişti. Seracettin Abi’nin ne tür bir olaya karıştığını bilmiyordum. Sanırım hırsızın birini bıçaklamıştı ya da onu öldürmüştü. Bir gün mahallenin diğer çocuklarıyla futbol maçı yaparken iki tane polis arabası gelip Seracettin Abi’nin evinin önünde durmuştu. Seracettin Abi polis arabasına binmeden önce mahalledeki binalara uzun uzun bakmıştı sonra da gözlerini bana çevirmişti. Oku aslanım oku demişti, serserilikten adam olunmaz! Bana söylediği son sözler bu olmuştu. Bir daha Seracettin Abi’yi hiç görmedim. Sokağın bir köşesinde bıraktığı doksan iki model Şahin marka otomobili yıllarca onu beklemişti. Lastiklerinin havası inmişti, gövdesi paslanmaya başlamıştı, camları kırılmıştı, ön tamponu düşmüştü, toz ve çamura bulanmıştı. Bir sabah uyandığımda Şahin marka otomobil de Seracettin Abi gibi çekip gitmişti.
Bay-T’ye göre her şeyden şikâyet eden sümüklü bir çocuk gibi davranıyormuşum. Şikâyet etmekten gözümün önündeki nimetleri göremiyormuşum. Hayata daha dokunaklı bakmamı sağlayacak şey de meditasyon yapmakmış. Bay-T depresyona giren ev kadınlarına meditasyon tekniklerini öğreterek geçimini sağlıyor. Pek para kazanmıyorum diyor ama bana sorarsanız para böyle işlerde var. Bay-T meditasyon seansları vermeye başlayalı daha iki yıl bile olmadı ama şimdiden altına Audi çekti. Eminim ki yakında bütün Çorlu’yu satın alacaktır. Bay-T’ye göre aksiliklerden, garabetten, şanssızlıktan, vesveseden ve hazımsızlıktan kurtulmanın tek yolu meditasyon yapmak. Yakında bununla ilgili bir kitap yazarsa şaşırmayın. Ne de olsa herifte ticari kafa var!
Gerçek şu ki meditasyon yapmak şu sıralar epey popüler. Toplumda popüler olan bir şey ise bana her zaman itici geliyor. Tıpkı çok satanlar listesindeki kitaplara çok satanlar listesinden düşmeden elimi bile sürmediğim gibi. Topluluğun bir şeyi beğenmesi ve göklere çıkarması benim o şeye karşı anti sempati duymama sebep oluyor. Harry Potter kitaplarını bile ancak yıllar sonra okuyabildim. Çevremdeki herkesin överek bitiremediği dizileri hâlâ izlemiş değilim.
Anneme göre üzerimdeki kara bulutların, kırılgan yapımın ve bir türlü insanlara uyum gösteremememin tek nedeni kem gözlerdi. Ne zaman memlekete gitsem annem beni karşısına oturtur üç Kulhü bir Elham okumaya başlardı. Anneme göre kem gözlerin açtığı yarayı kırk doktor birleşse yine kapatamazdı. Bu yüzden babam hâlâ hayattayken kendini iyi hissetmediği zamanlarda annemin dizine başını koyar ve annemden üç Kulhü bir Elham okumasını isterdi. Annem başına geçirdiği tül yazmayla duaya başlardı. Duayı okudukça ağzı mengene gibi açılırdı. Esnemekten