cebe indirmesi de aynı istismarın kuzenleridir. Enjeksiyon yaparken hastanın kalçasını şevkle avuçlayan bir pratisyen hekim ile makamını kullanarak ayrıcalık bekleyen savcı istismarın somut örnekleridir. İstismar altın çağını yaşarken yankesicilerin kitap yazması basit bir yüzsüzlük sadece.
Bir ülkede yaşayan insanların bilinç seviyelerini, mutluluklarını, arzularını, ideolojilerini çok satan kitaplar listesine bakarak kabaca tahmin etmek mümkündür. Listeye baktığım kadarıyla anlaşılan o ki bu aralar toplumumuz yine birilerinden medet ummaya başlamıştı. Kişisel gelişim kitapları listenin ilk iki sırasını ele geçirmişti. İnsanlar gerçek hayatta elde edemediği mutlulukları kişisel gelişim kitaplarında bulmaya çalışıyordu. Asla sahip olamadığı bir dostun samimi öğütlerini kişisel gelişim kitaplarının sayfalarında tatmak istiyordu. Bu yüzden de psikopatoloji tekniklerinden bir hayli uzak olan yazarlar banka hesaplarını şişirmek için iki aya bir kişisel gelişim kitaplarını yazıp duruyordu. Kitaplarda sadece kelimelerin yerleri değişiyordu. Somut olarak ifade edilen her durum aslında birbirinin tekrarı niteliğindeydi. Çağa ayak uyduran bu kitaplar toplumun huzursuzluğunu yok edebilecek miydi? Bana sorarsanız boş verin! İnsanların elinden tutkularını alırsanız, farklılıkları kalın bir zımpara kağıdıyla eritmeye çalışırsanız, insan kendini yalnız hissetmeye devam edecektir ve huzursuzluk çağımıza kene gibi yapışıp kalacaktır. Öğüdü veren çoğunlukla uygulamaz. İnsanlara yapma demek kolaydır. Mutluluk çok basit gibi görünür oysa mutluluk basit filan değildir. Kişisel gelişim kitaplarına neden dudak bükerek baktığımı anlamışsınızdır belki. Çocukluğumdan beri yönlendiriliyorum. Çocukluğumdan beri birileri bana sadece tavsiye veriyor. Çocukluğumdan beri birileri benim adıma karar veriyor. Çocukluğumdan beri uzun bir zaman eder, yaklaşık yirmi sekiz sene. İnanın bana öyle tavsiyelerle doldum ki artık bir başkasının tavsiyesine ihtiyacım kalmadı. Kendi fikirlerime uzun zamandır ayıp ediyorum.
Çok satan kitapları incelediğimi gören John Lennon gözlüklü kambur herifin teki, “Yardımcı olmamı ister misiniz?” diye sordu bana.
“Öyle bakıyordum,” dedim, “Belki de bana yardımcı olabilirsin, hediyelik bir kitap arıyorum.”
“Hımm,” dedi bilmiş bir edayla, kamburu biraz daha dikeldi, “Hediye edeceğiniz kişi ne tür kitaplar okur?” diye sordu.
“Aslında o pek kitap okumaz. Okuma yazması olduğundan bile emin değilim ama kadınları sever. Duyguları törpülüdür ve şefkat gösterebildiği tek şey kendi erkeklik organıdır. Sence bu özelliklerini saydığım kişiye göre bir kitap bulabilir miyim burada?”
“Şey,” dedi bıyık altı gülümseyerek, rafın alt kısımlarından beyaz kaplı bir kitap çıkardı, “Beyni hayasında olanlar için bu kitabı tavsiye ederim.”
“Roberto Bolano, katil orospular”
Kitabın yüzüne şöyle bir baktım, “Pekâlâ,” dedim, “Bunu alıyorum.”
“Hediye paketi yapmamı ister misiniz?” diye sordu John Lennon gözlüklü kambur adam.
“Kalsın,” dedim, “Macit’e alacağım o kitabı.”
“Hangi Macit’e?”
“Patronun olan Macit’e. Söylesene nerede o? Yoksa işe gelmedi mi?”
Jonh Lennon gözlüklü kambur herifin rengi attı, yutkundu, eski neşesi bir anda gidiverdi. Belki de patronuna gizli saklı hakaret ettiğim için gücenmişti bana.
“Macit Bey mi? Bu kitabı ona mı hediye edecektiniz?” diye şaşırdı.
“Evet, ona hediye edeceğim.”
“Sorun şu ki, Macit Bey aslında…” dedi sustu. Gözleri kitaptaydı, parmakları piyano çalar gibi kitaba dokunuyordu, inip çıkan âdem elması tedirginliğin ve korkunun delili niteliğindeydi. Sessizlik öyle bir hal almıştı ki sanki yeryüzündeki bütün canlılar tufana kurban gitmişti. John Lennon gözlüklü kambur adamın konuşmak için neyi beklediğine dair hiçbir fikrim yoktu.
“Evet? Seni dinliyorum…”
Başını ürkek bir edayla öne eğdi, “Şey…” dedi ve yine sustu.
Çıkar artık ağzından şu baklayı, diye yakasına yapışmak istedim. Sararmış yumruğumu camekana doğru savurmak geldi içimden. Merakımı dizginleyemiyordum, içimdeki canavarın haykırışları zihnimin en ücra köşelerinde yankılanıyordu.
“Sorun şu ki,” diye tekrar etti, sanki asla devamını getiremeyecekti. Macit’in nerede olduğunu bir türlü söylemiyordu. Sanki dairesel döngünün içinde ikimiz de sıkışıp kalmıştık. Geçen saniyelerin yıllara bedel olduğuna dair kutsal kitaba el basabilirdim.
“Burada Saklısaman’ın eski sahibi Macit’ten bahsediyoruz değil mi?” diye şaşırdı, belli ki etrafında bir avuç dolusu Macit vardı.
“Eski sahibi mi? Ne yani Macit bu dükkânı sattı mı?”
“Şey,” dedi, John Lennon gözlüklü kambur adam, “Macit Bey iki yıl önce sizlere ömür. Artık burayı kardeşi Sibel Hanım işletiyor.”
“Macit öldü mü?”
“Ne yazık ki.”
“Nasıl öldü?”
“Eşiyle birlikte Antalya’ya balayına giderken direksiyon hakimiyetini kaybedip bir ağaca çarpmış. Müstakbel eşi o vakit ölmüş, Macit Bey’i ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırmışlar, ancak sabaha çıkamamış. Anlayacağınız Macit Bey sizlere ömür,” dedi.
“Yaa…”
Macit’i hiç sevmezdim ama öldüğünü öğrenince içim bir tuhaf oldu. Eski anılarım depreşti. Bir ara düzdüğü kadınların birini bana ayarlamaya kalkmıştı, kadının ağzı kömür gibi kokuyordu.
John Lennon gözlüklü kambur adam benim sustuğumu, hiçbir şey söylemediğimi görünce, “Kitabı alacak mısınız?” diye sordu.
“Hayır,” dedim, “O kitabı hediye edeceğim başka birini tanımıyorum.”
Saklısaman’dan çıktıktan sonra eve yürüyerek gitmeye karar verdim.
Macit’le anılarımız gözlerimin önüne geldikçe Acaba Shakespeare’de mi cinsellik düşkünüydü diye soruyordum kendime. Hayatı boyunca hiç kitap okumayan, tek derdi kadınlarla yatmak olan Macit, gözüne kestirdiği kadınlarla yatmak için Shakespeare gibi kelime oyunlarına başvururdu çünkü.
Bir gün gittiğimiz bir barda yine bir kadını gözüne kestirmişti ve o kadının aklını çelmek için türlü türlü kelime oyunları yapmıştı. Macit’in taktiği on dakika sonra meyve vermişti. İki kadın o süslü kelimelerden sonra bize eşlik etmek için masamıza gelmişti. Kumral olan kadın -sanırım ismi Filiz’di- Bodrum’da kaldığı villadan söz edip durmuştu gece boyunca. Sarışın olan ise -yirmili yaşların sonlarındaydı ve göğüs dekoltesi oldukça cüretkardı- kumralın aksine pek konuşkan değildi, birkaç kez göz göze gelmiştik, hepsi bu. Gece yarısı olduğunda hesabı ödeyip bardan ayrılmaya karar vermiştik. Arabayla yaptığımız yarım saatlik şehir turundan sonra Macit’i ve Filiz’i aynı yerde indirmiştim. Diğer kadını ise eve ben bırakacaktım. Macit arabadan inerken kulağıma eğilip, “Eğer istersen gerçekler hayallerden daha güzel olmayı başarır,” demişti yanımdaki sarışını işaret ederek. Neyi kastettiğini elbette ki anlamıştım. Bu işler böyle oluyordu demek ki. Nihayetinde sarışını evine götürdüğümde, sarışın bana kahve içelim mi diye sormuştu. Aslında ikimiz de biliyorduk kahve içmeyeceğimizi. Bu sadece formaliteydi çünkü kimse karşı cinsine benimle yatmak ister misin diye sormazdı. Bunun yerine daha masumane sorularla cinsel birleşmeyi ilişkilendirirlerdi.
Arabayı