Tuncay İrade

Yol Romanı


Скачать книгу

buraya kayıp duruyor. Gözler kayıyor, bakışların ise nerede olduğunu Allah biliyor.)

      –Neyi dinliyorsun, kulaklığı çıkar.

      –Sevdiğim parçaları.

      –Ben söylerim, kulaklığı çıkar.

      –Peki, çıkardım, rahatla…

      (Elbette, söylersin… Söylersin… Neyi söyleyeceksin?)

      Life is moment in space…

      When the dream is gone..

      It’s a lonelier place

      I kiss the morning good-bye

      But down inside yonu know

      We never know why…

      Bu dünyada yaşam bir anlık

      Arzular gerçekleşmediğinde, hayat çok garip bir yer oluyor…

      (…Dinlemeğe izin vermedi.)

      –Bak, nerdeyse varıyoruz. Çok yazık, şehri tanımıyorum, yoksa…

      –Ben tanıyorum, seni gezdiririm.

      –Onu demiyorum, araba kullanamayacağım.

      –…Şuradan sağa dön, bir sokak yukarıya doğru ilerle.

      –Neden?

      –Yanılmıyorsam orada bir otel var.

      –Bizim için yer bile ayırmışlar…

      –Kendi paramızla kalsak ne olur…

      –Doğru diyorsun. Burası mı?

      –Dur, aynı yer, ancak… Gel bir soralım.

***

      Yüzünü odanın geniş penceresine dayamış dışarı bakıyor.

      Her şey değişmiş. Otelin adı da, tipi de, iç dizaynı da… Değişmiş. Kendisi de değişmiş, son geldiğin zamandan beri tam yirmi yıl geçmiş. Ama Kür ırmağı kendi mecrasını değiştirmeden akıp duruyor. İnsanların bunları değiştirememesi ne güzel. İyi ki onlar ırmakların, denizlerin arzusuna hükmedemiyor, yoksa yok olup giderlerdi…

      –Buraya uyumaya mı geldin? Zamanımız kısıtlı, gidip dolaşalım.

      –İnsaflı ol lütfen, yüzlerce kilometre araba kullandım.

      –Hıı, çok insafsızım. Cıva gibi olunca…

      –Yine başlama… Ben hep cıva gibiyim…

***

      Bu köprü de, kale de, heykel de aynen yerinde duruyor.

      –Zannedersem burada bir yerlerde yemekhane vardı.

      –Burada birkaç saat bulundun, aklında pek bir şey kalmaz, ama ben bu şehri iyi biliyorum.

      –Hayır unutmadım, buralarda olmalı.

      –Tam vse peli, burada her yer kafe ve restoranlarla dolu…

      –Orayı şimdi bulurum. İlginç bir yerdi. Millî süprüntüleriyle doldurmuşlardı.

      –Of be, bunların karakteri böyle, her tarafı bu şekilde süsleyip püslüyorlar. Bana göre buralarda Pirosmani’nin… bunlar bodruma ne diyordu?

      –…

      –Ne ise. Onun yaptığı resimlerin bulunduğu, sık sık geldiği bir kafe, bir meyhane vardı. Arayalım…

      …Bu kafe Pirosmani’nin yeri değil elbet. Burası da ırmağın kıyısında. Güzel manzarası var, ama Pirosmani’nin yeri değil… Acaba ne içmeyi seviyormuş? Evde yapılan beyaz şarabı mı?

      –Arım, balım peteğim…

      (Yine gözlerinin içine bakıyor. Acaba içinden gelerek mi söylüyor? O kadar yalan duymuş ki…)

      –Seni dinliyorum.

      –Buraları beğendin mi?

      –Buraya ilk geldiğimizde sevmiştim…

      (Melodi yine kulaklarında çınlıyor.)

      The road is narrow and long

      When eyes meet eyes

      And the feeling is strong

      I turn away from the wall

      I stumble and fall

      But ı give you it all.

      Gideceğimiz yol dar ve uzun… Bakışlarımız çakıştığında, duygularımız coştuğunda tökezliyorum, düşüyorum. Ama dünyayı sana bırakıyorum…

      –Güz… Gülüm, ne düşünüyorsun?

      –Hiç…

      –Yine…

      –Hiç…

      –Neden düşüncelisin?

      –Neşeli anlarımı fazla gördün mü?

      –Benim de yegâne isteğim senin hep neşeli olmandır.

      –Geç olmadı mı?

      –Luçşe pozdno, çem nikoqda (Hiç olmamaktansa geç olması daha iyi. Geç olsun, iyi olsun).

      –Böyle giderse Rusçayı tam sökeceksin.

      (…Beynindeki dosyaları da bilgisayarında olduğu gibi silebilseydi… Tam tersine, oradan sildikleri beynine yükleniyor.)

      –Gülüm, yemekten sonra nereye gidelim?

      –Tamara’nın yanına.

      –Ne, Ta… Hangi Tam…

      –Yine başlama, yaşayan Tamara’yı demiyorum, heykel Tamara, Çariçe Tamara…

      –Orası çok yukarıda. Füniküler çalışıyor mu bir bakalım? Ya da taksi ile…

      …Çariçe elbette yüksekte olmalı. Bu Çariçe ne kadınmış ama. Tam “Women in love”. Bu millete ne önce, ne de sonra onun gibisi gelmedi. Yirmi yaşında hâkimiyeti eline geçiresin, o kadar erkeği emrin altına alasın, sarayın dedikodu yuvası değil de şairlerin, filozofların mekânı olsun, Rustaveli sana âşık olup şiirler dizsin… Genç ve yalnız bir kadın yaslanabileceği bir yer aramaktadır. En büyük yardımcısı güzelliğidir. Rustaveli onu şöyle tasvir ediyor; fiziği kristal, bakışları Tanrı’nın gazabından daha sert, yürüyüşü aynen dişi aslanınki gibi şahane… Dünyanın birçok hükümdarı onu elde etmek istiyor… Ne kadınmış bu Çariçe. O zaman da ne erkekler varmış meğer. Çariçe’ye sahip olmak için idamı bile göze alıyorlarmış. Çariçeler, zayıflıklarını elbette kimselere gösteremezdi, güçlü olmaya mahkûm idiler. Aşk yaşadığı gecenin ertesi sabahı âşığının kafası kesiliyormuş…

      İyi de şu serseri Rus prensi onun hayatına nereden gelip de girebilmiş? Siyasi birlik falan da söz konusu değildi, kadının kendisi onu tutup zirveye çıkarmış. Çariçeler de yanlış yapabiliyor. Ancak sonra hatasını tamir etmiş ve prensi kovarak çocukluk arkadaşını sarayına getirmiş. Rustaveli de bu aşk üçgeninde fazla olduğunu anlayarak başını alıp Filistin’e gitmiş.

      –Hayır, şoförler oraya hiçbir vasıtanın gitmediğini söylüyor. Her taraf kapalı, yarın gideriz.

      –Yirmi yıl önce oraya gitmiştim, sana da göstermek istiyordum. Gitmiştim, kendimi çariçe olarak görüyordum. Gençtim…

      –Şimdi ne var ki?

      –Şimdi… Giden gitmiş, yiten yitmiş…

      –Tamam, yine başlama. Şuraya bak…

      –Baktım ve gördüm.

      …Şu aynı sokak, aynı dönemeç…

      –Önceleri bu sokakta hediyelik eşya satıyorlardı…

      –Şimdi