istiyorsan içinde tutma, söyle. Konuşmak gerek. Dünyada diyalogdan daha güzel hiçbir şey yok. Yoksa bir gün Mısır’da isyan meydana gelir. Monolog… Ne ise…
Danışmada çok insan var. Dizüstü bilgisayarımı getirmediğim için esef duyuyorum. İnternet arıyorum, nerede olduğunu söylüyorlar. Orada da komşu masada oturan adam “bizimkilerdendir”. Göz ucuyla bakıyorum, İran’daki gazeteleri inceliyor. Birden bana doğru dönüp birinin fotoğrafını göstererek:
–Hanım, bunu tanıyor musun?-diye soruyor. Tanıyorum elbette.
–Zeynep yaşıyor mu?
–Sanatını bile icra ediyor…
–Bizim mollalar şarkı söylemeğe izin vermiyor.
Siyasi tartışmalara hevesim olmadığı için susuyorum.
–Siz de Gaziantep’ten mi geldiniz?
–Hayır, Antalya’dan.
Kimin, hangi yollarla Kıbrıs’a gelişi söz konusu. Galiba suskunluğum ona da etki ediyor. Kalkıp gidiyor ve yerini yine “bizim” genç kızlara veriyor. Doğrusu güzel kızlar, ancak sanki boyahane küpünün içinden çıkmışlar.
–Nereden geldiniz, Tahran’dan mı?
–Hayır, Tebriz’den.
Adresine bakıyorum, bayram mesajları yollamışlar…
…Telefon eden arkadaşımızdı. Şiir ve sanat yorumcusu, edebiyatçı Muzaffer Bey. Edebî mahlası Kerbelayı Muzaffer’dir. O da bizimle aynı uçakla Kıbrıs’a geldi, ancak o başka şehirdedir, Magosa’da. Akil Abbas’a, ne zaman görüşelim-diyor. O da bana soruyor.
–Lefkoşa’ya gidelim mi?
–Hayır, yorgunum. Bugün dinlenelim, akşama davetliyiz zaten. (Hiç yapmadığım şey, ancak gece ateşim zirveye vurduğunda durumun ne olduğunu bileceğim, müthiş soğuk almışım.)
TANRIÇA
Kumsalda bir o tarafa bir bu tarafa gidip geliyor, karmakarışık düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum. Uzaklardan, bir tepenin üzerinde yapılan Atatürk’ün heykeli görünüyor. Deniz, beyaz köpüklü dalgaları kovalayarak sahile sürüyor. İlah kabul edilenlerle insanların birlikte yaşadığı dönemlerde bu köpüklerin içinde bir güzel dünyaya gelmiş. Nemfler güzellik tanrıçasını sürükleyerek sahile getirmişler. Troya savaşlarına sebep olan Paris nifak elmasını ona vermiş. Bu tür bir hile ile güzellik tanrıçası da ilan edilmiş. Hileyle mi? Of be, ne farkı var, becerebilmiş mi? Güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit. “Afros” köpükten meydana gelen ve Kıbrıs’ı aşk adası yapan kadın. Olimpos dağındaki on iki yarı tanrıdan biri. Âşık olamayanları cezalandıran, aşkı ve güzelliği için cezalandırılan. Şu kayanın üzerinde çırılçıplak uzanarak gelip gidenlerin aklını başından alan güzel…
Uzaktan tepelerin üstünde Atatürk’ün heykeli göze çarpıyor. Heykelin orada bulunuş sebebi siyaset mi, yoksa sevgi mi?
…Sayın Milletvekili burada da tanıdıklarını buldu. Salon Milli Futbol Takımımızın eski teknik direktörü Fazıl Karayev ailesi ile birlikte Akapulka’da. Akşam bizi “Savoy” otelde ağırlayacak.
Cahilliğimi bağışlayın çünkü ilk defadır bir gazinoya ayak basıyorum. En önemlisi ise kumar masasında oturan insanların yüz ifadelerini, gözlerinde yansıyan duyguları, ihtirası görüyorum. Yaşı belki de yetmişi geçen kadınlara bakıyorum. Tanrım, bu dünyada bilmediğim, tatmadığım ne zevkler varmış meğer!?
…Kıbrıs’ta kapalı alanlarda sigara içmek yasaklanmış, gazinolarda ise serbest. Buralarda insanların streslerini atmak (kazanmak dolayısıyla mı?) için ortam oluşturulduğundan dolayı bu yasak rafa kaldırılmış. Of, ne güzel…
Gerçekten güzel bir akşam oldu. Sporcuların içinde de ilginç insanlar var. Masamıza yaklaşarak Rusça hitap eden kızı gördüğümde sanki en yakınım olan birini görüyorum gibi sevinç duyuyorum. Bizlerden biridir, ancak burada yaşıyor.
…Geceyi alev alev ışık saçarak aydınlatan gazinoların arasından geçerek otelimize yöneliyoruz. Holde oturup sağı solu, “bizimkileri” izliyorum. Gecenin bu saatinde danslar gırla gidiyor. Rio karnavalındaymışım gibi geliyor. İp konusu…
–Hiç iyi değilim.
–Odamıza çıkalım.
O gece ateşimin yükselmesi ve öksürük sebebiyle göz kırpamadım. Sayın…sevgili eşim de sabaha kadar benimle ilgilendi. Uff, ne de özenişli imiş? Benim için bu da yeni bir buluş oldu. İlahem, senin adanda hastalanmak bir başka oluyor! Amanın, galiba putperestliğe meylediyorum…
—Kalk, hava çok güzel. Kahvaltımızı yapıp Lefkoşa’ya gideceğiz.
–Hiçbir yere gitmek istemiyorum. Kendimi güçsüz hissediyorum.
–Hayır, kalk bir dışarı çıkalım, durumun düzelir.
…Apaçık bir hava var, güneş insanı ısıtıyor, içine işliyor. Gidiyoruz… Lefkoşa’ya. Otelden Girne’ye, oradan da Kıbrıs’ın başkentine. Tahminen 30-40 dakikalık uzaklıkta. Kocaman bir meydanın ortasında büyük harflerle yazılan “Cemil Ramadan Meydanı” yazısını şimdi görüyorum. Şoföre;
–Cemil Ramadan Kim? Savaş kahramanı falan mı? diye soruyorum.
–Hayır abla, zenginin birisi. Girne’ye büyük meblağlarda bağış yaptı.
–Aaaa…
Sen de putperestlikten ürküyorsun. Baksana, insanlar binlerce yıldır altına tapıyorlar. Bu gelenek asla değişmiyor…
ÜNİVERSİTE
Bora Bey, Sayın Milletvekili’nin Kıbrıs Turizm Bakanı ile görüşmesini rica etmiş. Önce oraya gidiyoruz. Bakanla görüşecek, sırada başkaları da var. Hangi tv’den olduklarını biliyorum, bizim grupla gelmişler. Ancak pek önemsemedim, doğrusunu isterseniz onlar da beni önemsemediler. Tahmin ediyorum, onlar beni milletvekilinin aksesuarı olarak görüyor. Doğal olarak hazıra konmak çok kolay bir iş… Turizm bakanı konukları içeri davet ediyor. Ben salonda kalıp çay içmeği tercih ediyorum. Gürültülü ve tumturaklı sohbetleri dinleyecek durumda değilim.
…Lefkoşa’nın eski, tahminen İçerişehir’e benzeyen sokaklarını dolaşarak taksi arıyoruz. Burada taksilerin özel durakları var, onları ancak oralarda bulabilirsiniz. Toplu taşım araçları da yok gibi. Kerbelai1 Muzaffer bizleri Yakın Doğu Üniversitesi’nin kampında bekliyor. Üniversite yerleşkelerini beğeniyorum. Şehir içinde şehir gibiler. Kendi marketleri, kafeleri, otobüsleri, sinemaları, kütüphaneleri, eğlence merkezleri var. 8. binayı soruyoruz. Tanıyan bilen yok. Bu yerleşkenin Lefkoşa’dan büyük olduğu izlenimi oluşuyor.
..Hıı, bu da dostumuz, yanında da bir delikanlı.
–Neden geciktiniz?
–Taksi bulamıyorduk.
–Bu delikanlı iş arkadaşımın oğlu, burada okuyor. Deminden beri şikâyetlerini dinliyorum. Pek memnun değil, Bakü’ye dönmek istiyor.
–Kaçıncı sınıfta okuyor?
–Birinci.
–Sebep belli, burada az bulunmuş. Gelecek yıl alışırsın. Benim oğlum da Ankara’da okurken önceleri her gün telefon açar ve “Beni Bakü’ye aldırın.” derdi.
Çocuğun suratı bir anda allak bullak oluyor. Bizden destek alamadığı için pek memnun olmuyor.
–Hayır be, hanım, burada ne biçim kavgalar oluyor