Tuncay İrade

Yol Romanı


Скачать книгу

inam3,

      İnamda şübhe qoxusu,

      Ümidde seadet,

      seadetde onu itirmek qorxusu…

      Sessizliye dözmek4 çetin5.

      Baş götürüb6 bu boşluqdan

      Hara galdi7, neca8 geldi heç qaçdın mı..?

      Bu da başka bir şarkın.

      Bakü’deki iki oda bir salon evini hatırlıyorum. Stüdyoya döndürdüğü evini. Karmakarışık, düzensiz, bir kadın eline ihtiyaç duyulan ev. İşini gücünü bırakıp benim filmlerimle ilgilendiğini de unutmadım. Üç filmimin müziğini düzenlemişti. Üstelik sesini de istismar etmiştim. Gururlanmayayım mı? Cavanşir Guluyev’in kendisi, şahsen…

      Kendisi, şahsen… Konuşuyor ve dinledikçe buralarda sıkıldığını anlıyorum. Hasret duyuyor bu adam. Hepimiz gibi.

      –Sizler oralarda yazı yazarken yalnızca buraları övün. Acıyorum, bırakın gelip gidenler fazlalaşsın, çoğalsın, diyor.

      (Bakü’ye geldikten sonra orada çekilen resimlere bakınca, Ada’da birlikte çektirdiğimiz yegâne fotoğrafı Cavanşir’in çektiğini anladım.)

      …Üniversite yerleşkesine dönüyoruz. Girişte Cavanşir arabadan iniyor, ayrılıyoruz. Karanlıkta gözden kayboluyor. Araba dönünce başımı çevirip geriye bakıyorum. Burada – Sevgi Adası’nda takdir ettiğim, beğendiğim besteciyle tekrar görüşme fırsatını buldum. Hayatta her şey güzel! Hayatta her şey güzel! Hayatta her şey güzel!

      LA İSLA BONİTA

      …Hayır, bugün ne olursa olsun, ayaklarımı bile olsa Akdeniz’in sularına daldıracağım. Hava da güzel. Hafif bir meltem esiyor. Başımı arkaya doğru atarak saçlarımı rüzgârlara teslim edeceğim. Madonna gibi, “La isla bonita” şarkısını söyleyeceğim. Onun sesi güzel, benim de hitabım. Ha Madonna, ha İrade… Ancak sevgi olmayınca kelimeler de üşür

      …Dur bir hele, bu ne naz? Çayırların üzerinde iki kedi mart olayının koynundalar. Sarışın olan (yani dişisi) o tarafa bu tarafa yuvarlanıp duruyor. Kara olan da (erkeği) sabırla hanımın işvelerini seyrediyor. Onların biz insanlardan daha duygusal olduğunu anlıyorum. En azı aralarında karşıdakinin kalbini yaralama olayı yok…

      Bu Sevgi Adası’nı da insanlar yaralayarak ikiye bölmüşler. Güneş bir, sema bir, ancak toprak bir … değil. Afrodit’in gönlünü yaralamışlar. Afrodit’in kalbi kırık…

      Su soğuk. Yazık, çok yazık. Bir vakitler Tanrıça her yeni sevgilisiyle buluştuktan sonra bu sularda yıkanarak bakire oluyormuş. Tanrıça, bakire kalplere acı biraz!

      Madonna nasıl söylüyordu: La isla bonita… Sanki bir rüya idi, bu Ada da hayalden ibaretti. San Pedro’da gurub vakti, mutluluk adası. Hülya…

***

      —Yarın gidiyoruz. Ama yazık, hastalandım ve istediğim gibi gezip dolaşamadım. Baksana, yine üşüttüm galiba. Yarın uçakta ne yapacağım?

      –İyi olur canını sıkma. Güzel bir seyahat oldu.

      –Evliliğimizin bir yılını da kutlayarak yolcu ettik…

      –???

      –Rum Tarafı’nı da görmek istiyorum.

      …Kaç gündür gözüme takılan İngiliz çift yanımızdan geçip gidiyor. Belki de sekseni geride bırakmışlar, ancak el ele dolaşıyorlar. Gözlerinden mutluluk akıyordu. Ne farkı var, bir yıl, otuz yıl veya yüz yıl. Önemli olan yıllar değil, o yılların anlamıdır. Bu sızı…

      Masanın üstündeki içkinin cazibesine bak hele. NE GÖRDÜ BADEDE Kİ, BİLMEM, OLDU BADEPEREST… KÖNLÜM…

***

      Kıbrıs – Afrodit’in başka bir adıyla Kiprida. Bir etimolojisi de var. Kipr, yani kiparisler – servi ağaçları ülkesi. BEN BİR SERVİ AĞACIYDIM SEVGİ ADASINDA. NE SEN BUNUN FARKINDASIN…

***

      Ercan havalimanında genelde diğerlerine kıyasla alıştığımız şaşaalı hiçbir şey yok. Hatta alışveriş mağazaları bile düzensiz. Parfümle kurabiye aynı yerde satılıyor.

      …Sınırdakiler çok sertler galiba. Ciddi ve herkese aynı gözle bakıyorlar, hatta pek nazlı Milletvekili’nin diplomatik pasaportuna da önem vermiyorlar. Kanuna ve kurallara kendi talimatları doğrultusunda uyuyorlar. O da sinirlenerek kemerini çıkarıp plastik kabın içine fırlatıyor, geri dönüp almıyor bile. İçimden biraz da gülmek geliyor.

      –Neden sinirleniyorsun? Tanınmayan devletin memurları. Ayda yılda bir diplomatik pasaport görüyorlar. Ne bekliyordun?

      …Uçakta yeniden bir hafta önce gördüğümüz aşina simaları görüyorum. Biraz sonra havalanacağız. Kalbimde parçalanmış bu toprağın sahibesinden son ricamı ediyorum…

      İLAHE, KALBİME BİR SEVGİ YOLLA

      TANRIÇA, BENİ SEVENLERE ACIYORUM…

Girne-Lefkoşa-Bakü Mart-Nisan, 2011

      YAKIN SAHİLLERDE…

      İLK GÜN

      Gürcistan yeşildir, yemyeşil. Nereye gidersen, nerede dolaşırsan bu gerçek değişmez… Hele dağların arasıyla kıvrıla kıvrıla giden yolda ırmak vadisini de buna eklersen…Hele insanların simasına yansımış manevi dinginliyi de buna ilave edersen.

      …Burası Karadeniz sahilinde bir liman kenti ve büyük turistik bölge. Orta çağlarda Lazika’nın, sonra da Gürcistan’ın bir parçası olmuş. Sonraları Megrel prensleri yönetmiş. 1547 yılında Osmanlı yönetimine geçerek tam üç yüz yıl onların elinde kalmış. 1878 yılında Ruslar geliyor ve… Bugün ülkenin kültürel, ekonomik hayatında önemli rol oynuyor. Tarihçilerin şehirle ilgili bilgileri tarihin ilk çağlarına kadar gidip çıkıyor. O vakitler buraya Batus diyormuş. Aristo, Plini ve Flavi Arria’nın eserlerinde de Batus olarak anılıyor. Tarihin sonraki dönemlerinde buraya hâkim olanlar hanedanları ve dinleri değiştirmiş, ancak elden ele geçmiş olsa da güzelliğini olduğu gibi muhafaza etmiş. Şehirde yaşayan halkın oluşturduğu mozaik bu tarihi gerçeği yansıtıyor. Yirminci yüzyılın başlarında kendini gösteren siyasi değişiklikler yine çehrede bazı değişimlerin oluşmasına sebep oluyor ve Osmanlı Devleti şehri tekrar ele geçiriyor. Sonrası ise malum. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgiye uğraması ve Sovyetler Birliği’nin saldırarak Gürcistan’ı işgali. Müslüman Gürcülerin kendileri Gürcistan’a bağlanmak için ricacı oldukları yazılıp çiziliyor. Büyük devletlerin küçük halkların ricalarını nasıl da harfi harfine yerine getirdiğini görüyor musunuz!!!? Ooof, tarihte neler olmuş, neler bitmiş farkı ne? Asıl olan ben buradayım. BATUM’dayım… …Otele yerleştikten sonra Büyük Deniz’in sahiline giderek onu selamlayacağım, Karadeniz’i. Beni görsün ve görünce de heyecanlanarak biraz çırpınsın… Beni görür görmez hava da neden suratını böyle birdenbire astı anlamıyorum, yağmur çiseliyor. Hava da tıpkı ben, anı anına uymuyor… Eee, ne ise odur işte. Caddelerde asfaltı sökerek yerine taş döşüyorlar. Görüntü olarak güzel. Şehir yirmi yıl öncesinde böyle değildi, zıtlıkları görebiliyorsunuz… Eveeet, yirmi yıl öncesinde çok şey farklı idi, ben de başka idim. İlginç, Karadeniz beni umursamadı bile… Ner çırpındı,