Yavuz Nufel

Zer Mi? Hiç Mi?


Скачать книгу

bulacak

      sonu

      hüsran olacak

      yalnız bende kalacak

      bir duygu var içimde

      8 mart

      adın: kadın

      sancılı çocuk

      doğurmadın

      hamur

      yoğurmadın

      gece-gündüz

      konken oynadın

      kışları kayak

      yazları, deniz ve güneş

      hediyesiz

      kocanla ne zaman yattın

      “Ben kadınım” dedin

      hep yedin

      ayağı nasırlı

      sırtı bebeli

      kaç hemcinsine

      el verdin, kol-kanat gerdin

      sadece 8 Mart’ta

      en öndeydin

      kendini mi gösterdin

      sana benzemeyen

      kadınların

      Günü’dür 8 Mart

      analara, bacılara

      kadın gibi kadınlara

      kutlu olsun

      hoş geldin bebek

      ucuz bulduk bol harcadık

      hep böyle kalır sandık

      zevkimiz uğruna

      seni biz peydahladık

      denizleri kirlettik

      ormanları yok ettik

      “sevgi”

      kaldıysa eğer

      onu da biz mahvettik

      bebeksin ağlayansın

      hayata başlayansın

      ne bıraktık ki sana

      bu yürek ferahlasın

      deniz kuru, gül kuru

      ananın göğsü kuru

      şükürler Allah’a

      bulduğun gün bulguru

      kimimiz hafife aldık

      kimimiz yan gelip yattık

      dağ gibi sorunları

      sana miras bıraktık

      yine de

      hoş geldin bebek

      bilir misin?

      nota nota inerken toprağa

      bulutların gri gözlerinden taneler

      “ahmak ıslatan”

      deyiverdin

      kaç renkliydi

      son gördüğün gökkuşağı

      kaç kere altından geçtin

      tuvallere yansıdı mı

      ruhundaki pembelikler

      sevseydin bilirdin

      sadece kan mı taşır

      başka ne işe yarar

      yüreğin

      bilir misin

      turfandacı

      hep turfanda severdi

      mevsim kış olsa da

      yaz sebzeleri yerdi

      “Meyvenin turfandası

      genç kız gibidir.” derdi

      bakmadan kafa kâğıdına

      gitti

      tam on yedisinde

      bir taze ile evlendi

      erken gelişmiş kalçaları tazenin

      yuvarlak ve kıvrak

      bir kıvılcımla alevlenip yanacak

      sanki deli kısrak

      işi değil elbet, gem vurmak

      altmışına merdiven dayamışın

      bir yanda

      doyasıya okşanmayan

      düğmeleri yırtan memeler

      bir yandan da

      geceler boyu horuldayan

      “turfanda sever”

      bir gece yarısı

      bal vermeyen eşek arısı

      aşka gelmiş olacak

      kalmadan tadı

      damağında

      kaskatı kesilivermiş yatağında

      elveda hayat, elveda turfanda

      dev- cüce

      sivrisinek vızıltısı

      nağmelerin

      salak ve yalak

      sözlerinde arıyor aşkı

      müzik dinliyor ya ayı

      gül goncası tazesi

      kıvranırken yatağında

      gece yarısı

      hızlı hovarda

      Rus, Rumen avratlarının

      apış aralarında

      büyük turda

      büyük davaların

      cüce adamı

      karınca kadar bile

      değilmiş adımı

      dev cüce

      madımak

      ben

      kırk’a beş kala ömrün

      elma şekerine olmasa da

      “sıcak bir merhaba”sına kanan

      Âdem’in torunu

      Nuh’un oğluyum

      ben

      Sivas ellerinde

      saz’ın tellerinde sancı

      duman tüten

      yanık yanık et kokan insan

      sen

      “babamın gemisi”ne

      kaçak atlayan

      hayvan

      “Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil.”

      yaşatmaktır sanat

      içimizdeki çocuğu

      öldürmek değil

      o zamanlar (1)

      o zamanlar

      kadın etli, şehvet kokan

      afişlerine sinemanın

      çaktırmadan bakardık

      yeni yetmeydik

      kendi kendimize yetmeyi

      Mine, Arzu

      Feri, Figen ile öğrendik

      Yüksekkaldırım’da

      içi geçmiş bekçinin

      baş belasıydık

      kanunlara göre

      kafa