S. Dilek Yalçın Çelik

Kosova'da Çağdaş Türk Edebiyatı


Скачать книгу

Lütfi, ilk mektep ve rüştiyeyi Prizren’de tamamladıktan sonra, babası, kendisini zanaat öğrenmesi için bir terzinin yanına verir. Ancak okumaya meraklı olan Ömer Lütfi, bu mesleği benimsemez, kısa bir zaman sonra da abisi gibi öğrenim görmesi için 1887 yılında İstanbul’a gönderilir. İstanbul’da Fatih Medresesi’ne kaydını yaptırarak burada din bilimleri alanında öğrenim görmeye başlar. İlk şiirlerini, medresede, öğrenci iken yazmaya başlar. 1892 yılında, öğrenimini başarı ile tamamlayarak, tekrar Prizren’e döner. Bu devrede Yakova’ya giderek, Melâmi Tarikatına girerse de uzun zaman burada kalmaz tekrar İstanbul’a döner. İstanbul ve Payitaht, bu yıllarda zor bir dönem yaşamaktadır. Ömer Lütfi Jön Türk Hareketini destekleyen şiirler kaleme almaya başlayınca İstanbul’da artık kalamaz ve Mısır’a gider. Kahire’de bulunan Al-Azhar Üniversitesi’nde dört yıl boyunca dersleri takip eder. Bu dönemde, 1902 yılında Mekke’ye giderek hacı olur ve Lütfi mahlasını alır. 1905 yılında tekrar doğup büyüdüğü topraklara geri döner ve ömrünün sonuna kadar Prizren’de kalır.

      Hacı Ömer Lütfi, Prizren’de, İttihat ve Terakki Kulübü’nü kurar. Yedi yıl boyunca bu kulübün başkanlığını yaparsa da zaman içerisinde büyük bir hayal kırıklığına uğrar. 1911 yılında Yemen’de çıkan ayaklanmada Osmanlı İmparatorluğu tarafından görevlendirilerek ayaklanmanın son bulmasına neden olur. 1912 yılında Kosova, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopar. Yugoslavya Krallığı döneminde, sosyalist düşünce ve eşitlik çerçevesinde işçi sınıfının haklarını savunmuştur. Yönetime karşı gelen şiirler kaleme almıştır. Yaşamının son yıllarında Tekkedeki görevine devam etmekle birlikte hiçbir zaman edebiyat ve şiirden6 kopmamıştır. 25 Ekim 1928 tarihinde, Pirzren’de ölmüştür. (Hafız 1992: 7-19) Altmış kadar kitabı bulunan Hacı Ömer Lütfi’nin divan edebiyatı tarzında kaleme aldığı çeşitli şiirleri dışında, Yemen Seyahatnamesi, Hac izlenimleri, dini ve tasavvufi eserleri, çocuk şiirleri, tarihler ve tercümeleri bulunmaktadır.

      1.2. YUGOSLAVYA KRALLIĞI DÖNEMİ

      8 Ekim 1912 tarihinde, Karadağ Prensliği’nin Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açması, buna karşılık olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun 18 Ekim tarihinde Bulgaristan ve Sırbistan, ardından da Yunanistan’a savaş açmasıyla başlayan I. Balkan Savaşı sonunda, bölgede, Osmanlı hakimiyeti sona erer. Türkler için sıkıntılı bir dönem başlar. Bulgar, Sırp ve Yunan mezalimi ile birlikte bölgede dinmeyen ve sonu gelmeyen savaşlar, kıyımlar ve katliamlar yaşanır. Savaş sonunda7, Osmanlı İmparatorluğu, Makedonya, Batı Trakya, Bulgaristan’ın bazı bölgelerini elden çıkartmak zorunda kalmıştır.

      1 Aralık 1918 tarihinde I. Kral Petar’ın başkanlığında SırpHırvat-Sloven Krallığı kurulur. 1929 yılında bu krallık, Yugoslav Krallığı adıyla anılmaya başlar. Kosova, gerek Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı döneminde, gerekse Yugoslavya Krallığı döneminde, Sırbistan sınırları içerisinde bir bölge olarak yer alır. Bu krallıklar zamanında da, Türkler, tam anlamı ile huzur ortamı bulamazlar. 9 Şubat 1934 tarihinde, Balkan Ülkeleri ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Balkan Paktı, bölgedeki Türklerin haklarında önemli gelişmeler sağlayamaz. Dolayısıyla Yugoslavya Krallığı döneminde Türklerin durumu açık ve net değildir. Durgunluk, belirsizlik ve bekleyiş devam etmektedir.

      6 Nisan 1941 sabahı, Nazi Almanya’sı ve müttefiklerinin Belgrad’ı bombalaması, Bulgar askerlerinin de Makedonya’ya girmeleri, yeni, sıkıntılı ve acı bir dönemin daha başlamasına neden olur. Nazi Almanya’sının Kosova’ya silahlı müdahalesi, aynı zamanda, Büyük Bulgar İmparatorluğu hayalleri kuran Bulgarlar ve İtalyanların farklı bölgeleri işgal etmeleri, bölgedeki barış ve istikrarın kurulmasını geciktirmektedir. II. Dünya Savaşı boyunca Kosova, Alman ve İtalyan güçlerinin işgali ve kontrolü altında bir bölgedir.

      Bu yıllarda ortaya çıkan ve bölgedeki barışın sağlanması adına herkese eşit haklar vaat eden Yosip Broz Tito’nun yönettiği Halk Kurtuluş Savaşı’na –yukarıda örneklediğimiz baskı ve nedenlerden dolayı- Türkler destek verir. (Engüllü 1997: 59-63) II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi, Tito’nun zafer kazanması, bölgenin yeniden, yapılanması sürecini başlatmıştır.

      Osmanlıların Kosova topraklarından çekilmeleri ile başlayan ve iki Dünya Savaşı arasında kalan dönemde, burada yaşayan Türklerin büyük bir kısmı evlerini, bağ ve bahçelerini, tarla ve topraklarını bırakarak kitleler halinde ana ülkeye göç etmişlerdir. Göçün en yoğun yaşandığı yıllar, bu yıllardır. Dolayısıyla bir zamanlar iktidar sahibi ve çoğunluk olan Türk halkı, birdenbire koşulların değişmesi ile azınlık konumuna düşmüştür.

      Yukarıda ana başlıklarıyla özetlediğimiz bu zaman dilimi, saydığımız ve konu dışı olması nedeniyle sayamadığımız nedenlerden ötürü, yazılı Türk edebiyatı açısından Kosova’daki yeni Türk edebiyatının en verimsiz dönemi olarak dikkatleri çekmektedir. Çünkü bu dönem içerisinde, Türkçe, ev içi ya da belli gruplar içerisinde kullanılmış, resmî olarak geçerlilik kazanamamış, eğitim, basın yayın hakkı elde edilememiştir.

      “Türk egemenliğinin 1912 yılında bu topraklardan kalkmasından sonra da Türkçe eserler verenler vardır. Ama yine sözlü halk edebiyatı ağırlık taşımaktadır. Çünkü Türkçe ders görülen okullar çalışmamaktadır. Türkçe gazete veya başka bir basın yoktur. Türkçe basımı gerçekleştirecek basımevi bile yoktur. Türkiye ile ilişkiler kopmuş durumdadır. Yazılı eserler elyazısı şeklinde kalmaktadır. Bunun en iyi örneği Hacı Ömer Lütfi’nin elyazmalı eserleri belgelemektedir.” (Recepoğlu 1996: 11)

      Bu dönem içerisinde, yazılı edebiyat verimleri hemen hiç görülmezken, Türk edebiyatı, sözlü kültür ürünleri ve halk edebiyatı çerçevesi ile tekke edebiyatı dahilinde kültür taşıyıcılığı görevini üstlenmiştir. Özellikle halk tiyatroları ve Karagöz oyunları, Nasrettin Hoca fıkraları başka olmak üzere fıkra türü, masallar, maniler, türküler, halk şiiri, tekke edebiyatı içerisinde sayılabilecek ilahiler bu dönem içerisinde anonim niteliklerini koruyarak devam etmiştir. Çünkü Türk kültürü doğum, ölüm, evlenme törenleri, bayram merasimleri gibi yaşam içerisindeki mevcudiyetini ve devamını sağlarken sözlü edebiyat ve kültür ürünlerini taşıyıcılık görevini sürdürmüşlerdir.

      Diğer taraftan tekke edebiyatı, bu dönem içerisinde divan edebiyatının devamını sağlayan, hiç olmazsa onun değerlerini koruyan bir yapıda gelişimine devam etmiştir.

      “İki Dünya Savaşı arasında Kosova bölgesinde Türk divan edebiyatı gücünü oldukça kaybetmiştir. Fakat yine de bu dönemde de yetişen sanatçıların çoğu tekke çerçevesinde yetişen dini şairlerdir. Bu şairlerin başlıcaları şunlardır: Feyzullah, Mehmet Efendi, Süleyman Efendi, Abdurrahim Fedai, Ali Hoca Müderriz, Kazım Baba, Ömer Lütfü, Hakkı, Kâmil Toska, Fethi Hafız ve diğerleri. Bugün bunların özgün eserleriyle ancak tekke veya kişisel kütüphanelerde karşılanabilir. Aralarında dini konulardan başka içerinde Marksizm ve Leninizm’e derin yönelen sosyal konulu eserler de bulunmaktadır.” (Hafız 1984: 6)

      Bununla birlikte şu bir gerçektir ki, her ne kadar edebiyatta gelenek, sözlü kültür ve tekke edebiyatı ürünleri ile devam ettirilmeye çalışılsa da artık Kosova’da Türk edebiyatı, ana ülke ile bağlarını kopartmak zorunda kalmıştır. Kendisine yeni bir mecra yaratmak durumundadır. Yugoslavya Krallığı döneminde, halk edebiyatı ve tekke edebiyatı ürünleri geleneğin devamını sağlamıştır. Divan edebiyatı son bulmuştur. Bu dönem içerisinde, Türk edebiyatı da artık divan edebiyatı dönemini kapatmış,