Rahimcan Otarbayev

Beyaz Kelebekler


Скачать книгу

renkli başörtüsü verelim.” dedi annesi sesini kısarak.

      “Başörtü de nedir? Hiç olmazsa, yelek giydirin.” dedi Kapar.

      “Oğlum, sen askerlikten yeni geldin. Bu ince işlere hiç önem verme. Git, işine bak!” diyen dayısı ortaya konuştu: “Düğünde ne keseceğiz?”

      Kapar düşüncesizce ortaya atıldı:

      “Lekeli ineğimiz yok mu?” dedi, yine anne ile babasını konuşturmadan.

      “Baban ne der?” dedi dayısı yastığa yaslanarak.

      “Evlenen ben değil miyim? Niye bu kadar işime karışıyorlar?” diye kendisine karar verme hakkı verilmediğinden dolayı sinirlenen Kapar’ın son sözü bardağı taşırdı: “Baba ne bilir!”

      İşte o anda yüzü beyaz kesilen ihtiyar baba, adeta bir ecel meleği gibi yerinden fırladı. O kadar öfkeliydi ki, patlamak üzereydi:

      “Lanet olsun! Tek ineğimizi keserek yarın gelini mi sağacaksın, söylesene!”

      Gelen akrabalar ihtiyar babayı teselli ederek, “Bunu için kızılır mı? Haaa!” diye boşuna öfkelenmemesini istediler ve sakinleştirdiler zavallı babayı.

      Lambanın sararan ışığının yüzlerinde oynadığı anne ve babasının resmi, duvara dayanarak sanki oğullarına “Oğlum, bak…” der gibiydi.

      Kapar silahını yeniden topladı ve koridordaki uzun kalın çiviye astı. İçinden, “Kazandaki hazır olmalı, birkaç dakika sonra tabaklara servis edilir. Yarın erken kalkmam gerekiyor, hemen yemeği yiyip uzanayım.” derken dışarıda at kişnedi. Sonra kapı açılarak, “Selamün aleyküm!” diyen kısa boylu, sarı adam içeriye girdi.

      “Aleykümselam. Hadi gel!”

      “Kapar abi, ne bu ya! Tek başına oturuyorsun. Yenge nerede?” diyen sarı adam, dizlerini kucaklayarak oturdu.

      “Bizim şu Jetes değil misin? Hoş geldin!”

      Adam başıyla onayladı. Kapar’ın soru dolu gözlerine bakarak konuştu:

      “Seçim için koşturuyorum. ‘Adayları seçin, milletvekili yapalım’ diye propaganda yapıyorum.”

      Dünyada olup biten her şeyden haberdar olan bu ilginç adam, karısı Hatice’nin de akrabasıydı.

      “Hatice yaramazlar için okula gitti. Selam iletmiş ‘Ablamın et kavurmasını özledik!’ diye. Kazandaki çorbayı istemedikleri belli, geziyorlar.”

      “Ne zaman gelecekler?”

      “Dükkâna giderler. Belki yarın gelirler.”

      “Demek abi bugün yalnızsın ha. Kazan ile mutfağın sahibi sensin. Ne güzel!” diye Jetes sofranın başına geçti. “Koyun kellesi de ne?”

      “Bir kurbanlık idi. Etini kavurup işkembede sakladık. Nasibin kazandadır senin, demek sana nasip oldu. Hadi buyrun!”

      “Barekallah! Ben de iliğime kadar üşümüştüm. Yaz rüzgârı, yavuzu da yıkar derler. Hem şu atımın yürüyüşü de kötü. Midemi boşalttı.”

      Kapar’ın elinde bir kelle paça, diğeri ise Jetes›in elinde.

      “Yahu abi, şuna bak be! Bu koyunda hiç beyin kalmamış ki. Tarladan eve nasıl dönerdi?” diye bembeyaz beynini ağzına götüren Jetes ev sahibine gözlerini kamaştıra kamaştıra bakıyordu.

      Kapar kaburgayı temizlerken mırıldandı: “Seçim de artık doyurdu be abi,” dedi, arkasından çorbayı üfleyerek. Az önceki gibi değil, boğazından geçmiyordu. Demek doymuştu. “Sahibeden ile karısı Ağibe, milletvekili adayı olmak için mücadele veriyorlar. Sanki düşman toprakları işgal etmiş gibi.”

      “Yapma ya, haberler sendeymiş.”

      “Deme ya abi. Kocası, Kete sülalesinden çıkan Seysenbay’ı destekledi. Karısı ise Tama sülalesinden olan Sarsenbay’a taraftar oldu. Savaş meydanı gibi valla. Dünya küreselleşme sürecine girdi, bunlar hâlâ sülaleden bahsediyorlar… Cahillik işte, ne yapalım?” diye elleriyle yüzünü sıvazladı. Cehalete incinen sofra duasını bile unuttu.

      “Hangisi galip geldi, kim mağlup oldu?”

      “Tabi ki, Ağibe. Tama sülalesinden çıkanlar, ‘Kardeşimizi seçmezsen, sana gün yüzünü göstermeyiz.” dediler. Kadıncağız güçlüydü. Her ne ise, avladın mı bir şey?”

      “Çakallar hayvanlara saldırıyorlar. Bakalım çakalların işine.”

      “Çakal mı?”

      “Evet. On senedir saldırıyorlar.”

      Jetes yaslandığı yerden yuvarlandı. Yastığı girişe doğru fırlattı.

      “Çakal mı?” dedi yine. Güldü mü, ağladı mı, belli değildi. Yüzü morardı. Gözleri fal taşı gibi açıldı.

      Kapar’ın eğitim gören bu adamla şakalaştığı an, bu andı. Ya korkar, ya da panikleşir. Şu karakteriyle Sahibeden ile Ağibe’yi nasıl kavga ettirmesin ki…

      “Evet, çakal…”

      “Allah korusun abi!” diye yaslanacağı yastığı bulamadan kafasını duvara çarptı. “Ay! Ay! Huzur içinde yaşayan milletin milli hazinesine tüfek dayatmak ta nedir abi? Aklını oynatmış olmayasın!”

      Bu laf Kapar’ın yüzünde belirlenen gülümseyi ürküttü:

      “Ne hazinesi? Hangi zenginlikten bahsediyorsun sen?”

      Jetes kelime-i şehadeti söyleyememiş gibi mırıldanarak etrafına göz attı. Cebinden bükülen bir kağıdı çıkartarak dizlerin üzerine koydu.

      “Kalem nerede?” diye aramaya başladı. “Adaylarımı barıştıracağım darken kalemimi de kaybettim. Kapar abi, evde kalem var mı?”

      “Onu ne yapacaksın? Yok öyle bir şey! Yerin dibinde karıyla birlikte kardeşimizle mektup mu yazışıyoruz sanki?”

      “Kalem yani. Cehalet, seni ne edeyim?” diye çaresiz kalan Jetes gözlerinde öfkesi olan evsahibine dikilerek kafa salladı.

      “Hey beyefendi, söyler misin? Ben kimin hazinesine el sokmuşum?”

      “Çakalları avladığın doğru mu?”

      “E doğru olsa ne olur?”

      “Bu, Amerika’nın milli hazinesi olarak bilinen hayvandır.”

      Kapar tok bir kahkaha attı.

      Kah kah! Kurt ile tilkinin ortasında olan bir yaratığa o kadar değer verilmesine bak! Kurt gibi heybetli, tilki gibi kurnaz olmayan, grup halinde dolaşan, ölen hayvanların etlerini yiyen, aç ve zayıf bir yaratığa ok harcamak bile yazık… Geçen sene, karın ilk yağdığı gün Koşalak›ın tepesini aşarken derenin dibinden çakalın sesini duymuştu. Dereye doğru inerek bakınca, çakallar yavrularıyla birlikte bir danayı ortalarına almışlar. Her taraftan delirilcesine cıyaklayıp zavallı dananın kuyruğuna yapışmışlar. Çaresiz kalan dana terlemiş vaziyette, gözleri fal taşı gibi açılmış haliyle mücadele veriyordu. Şimdi olmazsa… Atlı adamı gördüğünde çok mu korktu, evvela yere yıkıldı, sonra yeniden kendini kaybetmiş gibi ayağa kalktı. “Şeytana bak!” diyen avcı alelacele iki kere vurdu. Sonra kuyruğunu bağlayarak yerinden kayboldu. Karlı toprakta sürüne sürüne derisi yünden arıldı. Deriler kumaş gibi işlendi…

      “Pekala, bu zamana kadar ne kadar çakalı korkuttun?”

      “Sende hiç akıl var mı, lan? O kadar çakalı ben nerden sayayım, kardeşim!”

      “Ne oldu? Senin çakallarına mı acıdım diye zannetin? Senin ne büyük felakete duçar olduğunu söylemeye