Rahimcan Otarbayev

Beyaz Kelebekler


Скачать книгу

rastladın mı, söylesene! Öyleyse bu kadar cayıklayan çakallar gökyüzünden düşmüş değiller ya!”

      “Sahi mi? Bunlar başka hazine bulamamışlar mı?”

      “Cehalet işte.” diye Jetes dizlerine vurdu. “Yahu onlar var ya, çekirgeleri bile milli değer olarak kabul ederler. Çok inceler, araştırırlar. Hatta yetiştirirler. Eğer kunduzun derisinden şapka takan, tilkinin derisinden yaka saran birini görürlerse hemen içeriye atarlar.”

      “Daha neler!”

      “Diri hayvanı öldürdüğü için atarlar. Çünkü onların da yaşama hakkı vardır. Esasında bu bir suçtur.”

      Kapar bu sözlerden sonra rahatsız oldu, panik içine düşmüş gibiydi. Jetes’in dizisindeki kâğıda göz attı, kâğıt yoktu. Cebine mi soktu, belli değil. Kalemin bulunmaması daha mı iyi oldu acaba? Yoksa… Hani Koşalak’ta avı kovalayarak atı terletip tepeden tepeye koşturan ihtiyar babası buna bazen kızardı ya: “İnce derilisin. Tam mücadele vereceğin anda pes ettin. Kırbacıyla dövüşmek yerine, korkuya sarılmış zavallı!” diye paylardı.

      Kocasına söz söylemeye cesaret edemeyen annesi ise, “Öküzü enendikten sonra güya gözlerimiz açıldı ya.” diye nazlanırdı.

      “Hayalin bir gün gerçekleşir inşallah.” derdi annesinin sözüne kulak asan babası kahkahayla gülerek. “Şu it oğlu itin askerlikten döndüğünde hepimize hava atması nerede? Hani cesurdu? Hani diriydi bu köpek? Ben onu kastettim.”

      “Jetes, sen saçmalamıyorsun değil mi? Afrika’ya nasıl gönderirler ya?” diyen Kapar, sohbetini Koşalak’tan uzak tuttu.

      “Deme ya… Geçende televizyonda izledim. Zencilerin neredeyse hepsini vurmuşlar. Sonra askerler helikopterlerle gelip yakalıyorlardı.”

      “Çakalları mı?”

      “Ne çakalı? Zencilerden söz ediyorum.”

      “Zavallılar…”

      “Bir kavmin aksakalını ellerine kelepçe takarak, ‘Size emanet ettiğimiz milli zenginliğimizi yok ettiniz. Şimdi bizden çok şeyler göreceğiniz var. Köle olarak ne güzelsiniz ama insan olarak hiçbir değeriniz yok.’ dedi ve o aksakalın gözüne bir çarptı ki kalbim titredi valla.”

      “O kadar milletin içinden, her taşın altında bir ucubenin bulunduğunu uzaklardan nasıl bilmişler?”

      “Ne yapalım, cehalet işte,” diyen Jetes, cebindeki kâğıdı yeniden çıkarttı. “Uzaydan! Senin parmak oynattığına kadar tepeden izleyerek aynadan görüyorlar. Senin her malını sayıyorlar. Baksana! Yoksa o kadar para harcayıp her sene uzaya gemi boşuna mı gönderiyorlar sandın?”

      Az önce “Uzayda!” dediği anda Jetes’in işaret parmağı hava kaldı. Parmağa göz atınca hâlâ havada kaldığını gördü. Meselenin ciddiyetini yeniden kavrayan Kapar titredi:

      “Köle olayım, şu parmağını indirsene.” diye yalvardı. “Çakallar sana kurban olsun, hadi yatalım.”

      Şu baş belasına baksana, insanı ister istemez korkutuyor… “Zamanında dünyaya hükmeden Saddamı bile yılan gibi gizlendiği delikten çıkarabildiklerinde, sen de nice olursun? Helikopterle “Hadi Kapar! Elbiseni giy bakalım! Çakalların gerçek sahibi kim olduğunu hala bilmezmişsin. Elektrik sandalyeye bağlarız seni. Diri diri yan bakım. İşin bitmiştir senin!” diyerek götürseler, n’olacak? Çok şükür halim çok iyi.

      Henüz gelin olmadan annesiyle babasını dünürleyle kavga ettiren eşi de saçlarını ağartmıştı. Üç evladı da annesinin dediklerine inanır, babalarını karşılarına alırlardı. Şimdi baksana… Eşi, çakalın iki derisinden birisini Astana’da yaşayan kız kardeşine göndermiş, diğerini ise paltosunun yakasına diktirmiş.

      Astana’daki baldızından şubat ayında mektup gelmişti. “Çok ama çok değerli Kapar enişteme selamlar.” diyerek başlayan mektupta adeta kan kusuyordu. “Nasipse, eğitimimi tamamladıktan sonra burada kalırım diye düşünüyorum.” der. Niye yerin dibine gitmiyorsun? “Sahi, enişte, bana gönderdiğiniz deriyi aldım. Alev gibi göz önümde yanıyor. Kürkün yakasına diktirdim. Öyle yakıştı ki, anlatamam. Sokakta dolaşan yabancılar bile ellerini değdirmeden, kafalarını sallatmadan geçmiyorlar. Hayret içinde kalıyorlar. Bana nazar değmez bundan sonra. Mümkünse, bir-iki tanesini yine gönderirsiniz. Arkadaşlarıma söz verdim.” Yok canım, daha neler!

      Bu ne soysuzluk ya! Astana’da neyin peşinde bu kız? “Koşalak’ta avcı eniştem vardır, çakalları yakalar.” diye millete ilan edip çekirgeye bile insan gözüyle bakan yabancıların önünde hava atıyor demek.

      Allah canını almasın, şu hatun da birdenbire Kanışken’e kaçmış… Şu it oğlu it de habire kâğıdına bir şeyler not etmekle meşgul, boşuna değil herhalde? Amerika›nın gizli ajanı olmasın. Yine bedava can vermek var mıdır? Birkaç soruyla yine kurcalamayı arzuladı:

      “Jetescim, akıllı çocuğum, bana söyler misin? Yani şu çakallara göz yumalım, hayvanlarımızı göz göre göre mi verelim ha? Bu mahluk onların zenginliğiyse, şu kurban olan hayvanlar, bizim nafakamız değil mi?”

      Jetes bir tabak yoğurdu ağzını götürüp yudumladıktan sonra kenara koydu. Sonraki sohbete hazırlıklı gibi kendini dik tuttu:

      “Dışı boş, içi bok olan hayvanı mı kastediyorsun? Senin hayvanların sana avucunu yalatarak kuyruklarıyla petrolünü çekmiyorlar mı? Petrolünü diyorum! Ey Kazak oğlu, bunu niye düşünmüyorsun?!”

      Kapar birdenbire irkildi. Altına serdiği yorgana bakıyordu. Kırışmış meğer. Kapının deliğinden midir, yoksa pencerenin çatlak camından mıdır, bir cereyanın olduğunu hissederek üşüdü. Fakat korku duygusunu dindirmek istedi ve “İhtimal, güçlü bir devlet…” diyerek bu konuya pek ilgisiz olduğunu hissettirmek için lambadaki ışığı biraz azalttı.

      “Tabi ki canım! Onlar bizim gibi mi sanki? Onlar Anayasaya kilitlenmiş milletlerdir. Hani Clinton’u bilirsin değil mi?” diye Jetes işaret parmağını kaldırdı.

      Yorgana sarılarak uzanan Kapar ise:

      “Görsem tanırım…” diye fısıldadı.

      “İşte Beyaz Evdeki olay bilirsin ya, hani bir oruspu kadınla… İsmi neydi ya? M-mo… Ma…”

      “Marziye,” diye Kapar yorganından kafasını çıkarttı.

      “Marziye de nereden çıktı? Koyşıbay’ın karısını mı düşünüyorsun?”

      Kapar gözlerini kapatıp kafasını yorgana sakladı.

      “Monşak mı, Boncuk mu?”

      “Ne ise bir delik boncuğun birisi işte. Kurban olayım, koltuk dayandırır mı? Clinton beyefendi işte o kadınla ilişki kurmuş… Onun karısıysa, ‘Bir eve iki kadın sığmaz, sana kötü günler yaşatacağım’ demiş!”

      Sohbetin konusu çakallardan uzaklaşınca gönlü rahatlayan avcı, uzandığından utandı ve kendini biraz topladı.

      “Ne büyük skandal olmuş desene!”

      “Yaaa… O kadın, ‘Beni ya ikinci karı yaparsın, ya da sana ayırdığım zamanım için ödeme yap’ diyerek…”

      “E sonra?”

      “Clinton karısından utanarak iki arada bir derede kaldı. Sonra o kadın ‘Benim onuruma dokundu, çektiğim az değil, şu kadar para ödemelisin’ diye mahkemeye şikayet etti.”

      “Korkunç!”

      “Asıl korkunç sonunda. Bu kavgaya millet şahit oldu. Sesler yükseldi. Erkeklerin taraftarları, ‘Aferin, Clinton! Ne