in
Anar’ın Dünyası
Ön Söz
20. yüzyıl Azerbaycan medeniyetinin birçok şahsiyetinin adı, imzaları gurur vericidir. Yüzyılın başlarında Sabir, Mirza Celil, Eli Bey Hüseynzade, Cavid, Üzeyir Bey, sonrasında bu sıraya katılan Samed Vurgun, Mikayıl Müşfik, Şehriyar, Resul Rıza, Mirza İbrahimov, İlyas Efendiyev, Mir Celal, Bahtiyar Vahapzade benim tasavvurumda 20.yüzyıl Azerbaycan medeniyetinin en büyük simalarındandır. Ben sadece bu medeniyetin söz, kalem burcunu işaret ettim ve bu sırada başka kimselerin isimlerini saymadım. Tabii ki dünya haritasında bir menekşe yaprağı kadar olan Azerbaycanımız 20.yüzyılda tezatlarla dolu, karmaşık ve üzüntülü devirler, merhalaler, yıllar yaşamış, fakat menekşe yaprağı boyundaki toprağın sinesi parça parça olsa da, üstünde işgalci orduların döktüğü kanlar hâlâ silinmese de insanlar, kahramanlar, dahiler yetiştirmeye kadirdir.
Geçen yüzyılın 1960’lı yıllarında, 20. yüzyıl Azerbaycan medeniyeti tarihinde ikinci bir intibah devri sayılabilir (Birinci devir geçen yüzyılın başlarındadır-VY). İntibah denildiğinde ben Yeni Dünya görüşünü, medeniyet, özellikle de edebiyat dünyasında ortaya çıkan önemli değişiklikleri göz önünde bulunduruyorum. Yeni Dünya görüşü, yeni medeniyet, yeni bir edebiyat meydana getirir. Sovyet sisteminin tutarsız olduğu, sistemin daha çökmediği ama barometrenin sıklıkla fırtınayı gösterdiği bir devirde edebiyatın, söz sanatının, yeni bir gençliği ortaya çıktı. Altmışlılar edebiyata girdiler ve yenileşmeye teşebbüs eden üstadlarla birlikte edebiyatın niteliğini, karakterini, değiştirmeye, onu millî ânanelerden tecrit olmamak şartı ile dünya edebiyatı ile birleştirmeye çalıştılar. Fakat sosyalist realizmin prensipleri, on yıl süresince “Şair, hükümdarın huzurundasın”, “Edebiyat işi, genel işçi mekânizmasının bir tekeri, vincidir” hükümleri kırılmaya, karşı çıkılsa da, yavaş yavaş sönmeye, ölmeye başladı. Edebiyatta müspet kahraman, lider kişi modelleri dağılmaya başladı. Müstesna kahramanların yerini sade fakat maneviyatça zengin insan tiplemeleri yer değiştirdiler. İnsanı çok yönlü, hem müspet hem de menfi, karışmış renklerle tasvir etme prensibi, hayatı gerçeklerle gösterme değil, bütün tezatları ile tasvir etme meyli gittikçe güçlenmeye başladı. Bu süreçte Yusuf Samedoğlu, Anar, Elçin, İsi Melikzade, Maksudve İbrahimbeyov kardeşleri, Ferman Kerimzade, Sabir Azeri, Mövlud Süleymanlı ve elbette onlardan on yıl önce edebiyatın içinde olan İsa Hüseynov, İsmail Şıhlı mühim rol oynar.
Anar, o yıllarda bu oluşumun öncü temsilcilerinden biri olan, günümüzde 20.yüzyılın hikmetli sanatkârı, Azerbaycan’ı, hakiki manada temsil eden meşhur edebiyat adamı olarak tanıdığımız bu büyük aydın şimdi ömrünün sekseninci baharına doğru yol alıyor. Ben onun sadece 20. yüzyılda değil 21.yüzyılda da fikir, akide, bağımsızlık mücahidi olduğunu düşünüyorum. İngiliz şairi Ben Jonson’un W. Shakespeare hakkında söylediği düşünceyi kayıtsız şartsız ona da atfedebilirim: O, bir asır için değil, bütün zamanlar içindir.
Anar Resul oğlu Rzayev ansiklopedik bir zekâya sahiptir, onu bir yazar, bir sanatı olarak kabul etmek azdır.
Anar, 20. ve 21.yüzyılda Sabir, Mirza Celil, Üzeyir Bey ânanelerini yaşatan, bu ânanelere sadık kalan, kendisi de ânane yaratan kudretli bir kalem erbabıdır.
Anar bütün varlığı ile Azerbaycan’a, onun geçmişine, millî manevi servetlerine bağlılık duyan, onun bağımsızlığını arzulayan bu yolda mücadele sürdüren, sadece eserleri ile değil sosyal ve siyasi faaliyetleri ile de büyük aydın, vatanperver sıfatlarını taşıyan bir Azerbaycanlıdır.
Anar, Türk dünyasının sayılan, seçkin Türkçülüğü, Turancılığı sadece sözde değil, uygulamada da gösteren bir Türktür.
Anar, Azerbaycan medeniyetini dünya arenasında tebliğ eden, dünyanın Azerbaycan kürsüsünde ve tribününde söz söylemeye ihtiyarı ve salahiyeti olan halk ve devlet adamıdır.
Anar bugünkü Azerbaycan edebiyatının başında ona yön veren, istikamet veren, aksakallık salahiyetini layıkınca yerine getiren bir şahsiyettir.
Anar, sinemamızın, tiyatromuzun, basın yayınımızın gelişmesinde hatırda kalacak, unutulmayacak sanat eserlerinin yazarıdır.
Anar, gençliğin dostudur.
Ben bu saydıklarımı genişletebilirim fakat bu yazıda belirteceğim maksadı sonuç bölümünde belirtmek istiyorum.
Genç nasir, araştırmacı Pervin’in Anar dünyasına büyük muhabbetinin derinlerinde de görülüyor ki Anar ömrü boyunca gençliğin sevgilisi olmuştur. O yetenekli gençliğin parlamasına, bu yeteneğe millî manevi hasletlerimizin katılmasına her zaman yardımını desteğini esirgememiştir. Anar’a yerli yersiz taş atanların yanında vaktiyle onun takdir ettiği, hatta yazı hayatına soktuğu gençlerin de bulunduğunu gizlememek lazım. Fakat Anar bu yeteneklere düşman olmamıştır ve yıllar geçtikçe o civanların çoğu utanarak yine Anar’a sığınmışlardır.
Pervin’in, bu yetenekli yazarın Anar’a muhabbetini, onun şahsiyeti, yüceliği, muhteşem büyüklüğü olarak belirtmesi, bana göre, hiç de bağlılık, beklenti, kariyer arzusundan kaynaklanmaz. Bu münasebetin kökeninde iki amil bulunmaktadır: Birincisi Anar’ın edebiyatçı gençlere, tabii ki bu gençliğin en yeteneklilerine desteği, bu desteğin sözde değil, uygulamada da gerçekleşmesine… İkincisi Pervin’in kendi yeteneğidir.
Son yıllarda Pervin Nuraliyev imzası gerçekten de edebi medyada sık sık duyulmaktadır. Bu kızın “Natavan” kulübündeki akıcı, mantıklı, düşünceleri temelinde konuşmalarını işitmiştim. 525. Gazete’deki çeşitli konulardaki yazılarını da okudum ve övgüyle yürekten kadın yazarlarımız arasından bir yıldız doğuyor, dedim ( İşte Pervin isminin manası da Ülker yıldızı, Yedikardeş yıldızı demektir). Pervin’in aynı gazetede bir levha gibi sergilediği “ her şairden bir sevgi şiiri” ben de öyle bir kanaat uyandırdı ki Pervin Azerbaycan edebiyatının klasik dönemini de çağdaş devrini de iyi kavramıştır. Bunu niçin mi söylüyorum? Çünkü bizim aramızda öyleleri var ki Fuzuli’den Sabir’e kadar gelirler ama Sabir’den bu yana geçemezler ya da tam tersi. Bazıları çağdaş sanatçılarımızı bilir, ama Ramiz Rövşen’den Sabir’e kadar yol giderler. Arada durur oradan bu yana nefesleri tükenir, Nebati’ye, Zakir’a, Vakif’e, Fuzuli’ye doğru adım atamazlar. Pervin’in 525. Gazete’de tiyatroyla, opera sanatıyla, sinemayla ilgili makaleleri de onun yeteneğinin başka bir yönünü gösterir.
Elbette bu övgüler Pervin’i şaşırtmasın. Bu benim düşüncem isterse kimse kabul etmesin. Yeter ki Pervin yeteneğine ihanet etmesin, yaşıtları olan bazı gençler gibi içinde “Ben dahiyim, benden [ başkası] olmaz!” gibi ölümcül bir hastalığına yakalanmasın.
Pervin’in Anar nesri ile ilgili makaleler kitabı (O monografi diye de adlandırılabilir) sadece Anarşinaslik olarak da adlanadırabileceğimiz bir devrin ilgi çekici örneğidir. Anar’ın yaratıcılığı hakkında büyükçe, işte onun eserleri kadar monografiler, makaleler, sunumlar, yazmışlar, tebliğler vermişler ve sadece Azerbaycan’da değil, sınırları dışında da ( Rusya’da, Türkiye’de, Avrupa ülkelerinde, Amerikada) devam etmiştir. Sadece Türkiye’de yazılmış, basılmış makaleleri bir yere toplasan kalın bir kitap ortaya çıkar (Pervin’in kitabında bu konuda bir deneme de bulunmaktadır).
Pervin’in kitabının son yıllarda Anar yaratıcılığına, açıkça belirtirsem, onun nesrine hasredilen değerli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Pervin Anar’ın ilk hikâyelerinden başlayarak sonuncu eseri Göz Boncuğu’na kadar bütün eserlerine 21.yüzyılın toplumsal eleştirisiyle yaklaşır, kıymet verir, değerlendirir. Bu eserler hakkında geçen asırda da değerli görüşler belirtmişlerdir; Pervin sık sık bu görüşlere başvurur. Pervin bir makalesinde Yusif Semedoğlu’nun Anar’ın kitabına yazmış olduğu ön söze müracaat eder. İşte bu yazıda Yusif Samedoğlu Anar’ın Çağdaş Azerbaycan nesrine getirdiği taze suyu şöyle değerlendirir:
“Sadece bu hikâyeyle (Anar’ın Askılıkta Çalışan Kadının Hikâyesi’nden söz ediliyor,VY) sonradan yazılacak ve çoğunun çağdaş nesir hakkında düşüncelerini iyi yönde alt üst edecek birçok güzel povest ve hikayenin ortaya çıkması için zemin yarattı. Bazen bir cümle ile karakter yaratmak, küçücük bir satırla güçlü bir tesir uyandırmak ânanevi yazı akışının yeknesaklığını