target="_blank" rel="nofollow" href="#imgcfcca46f82384fe4bcd740f628501593.jpg"/>
Tablonun sahibi Tural Anaroğludur
Renkler!
Sevincim,
Acım, kırgınlığım!
Sizsiz ne rahatım,
Ne dincim.
…diyen şairin “Denizden Büyük”de denize aynı hassaslıkla, ilgiyle yaklaşır:
Dünya ne kadar olurdu,
Deniz olmasaydı.
Deniz düşündürür beni.
Hayatın gücüne.
Şairin “Seçilmiş Eserleri’ne “Denizle ilgili nağmeler” başlığı da ilave edilmiş şiirlere “Renkler” (1962) dizisinden önce ve sonra yazılmış eserler dâhildir. Bu şiirlerde sadece rengârenk değil, kendine has özellikleri olan, sinirlenen, üşüyen, sıkılan, seven, sevilen, şikâyet eden, özlemle sabahı bekleyen, şaire ilham veren Deniz imgesini görebiliriz. Fakat onun diğer-“Renkler” ve “Denizle ilgili nağmeler” dizisine alınmayan şiirlerinde de bu iki imgeye, renkli denize veya deniz renklerine sık sık rastlanır. Şairin “ Balıkların nağmesi”, “Taşlar ne söylüyordu?”, “ Toprak olmuş kemikler”, “geçen günler”, “sensiz”, “sevgilim” ve başka şiirleri bu kunuda dikkati çeker. …Resul Rıza yenilikçi, yaratıcı, kendine has ekloü olan bir şairdir. Hiç şüphesiz, onun denizi, renkleri farklı, değerli, şaşırtıcı olduğu kadar göğü, yeri, meşesi, çayı, dünyası da benzersizdir. Sadece bunları hisseden, idrak eden araştırmacıya ihtiyacı vardır şairin. Bence o okuyucuyu da araştırmacıyı da Resul Rıza’nın kendisi yetiştirir… Yazdıklarıyla. Sadece zaman gereklidir. Yazımın başlarında da söylediğim gibi… Bir de sakin düşünce…
P.S. şimdi, nedense, birden bire “Küçük ressamın çizdiği…” küçük öğrencinin tükenmez kalemle defterinin köşesine karaladığı güneş aklıma geldi. Daha doğrusu deminki defter.Kırmızı kalemle yavaş yavaş dalgalanan deniz de çizilmiş oraya… Güneşin gölgesinden ya da belki utandığından kızarmış deniz… Resul Rıza’nın rengârenk denizi…
Çiçek kokulu şiirler…
Gönlün yine bin derdine çare bulunmaz
Bir derdimi arz eyleyen o yâre bulunmaz
Ahşam kızıllaşmış göklere çöktüğünde karanlık,
Gönlüm evini yakan ateşlere bulunmaz
Âşıklara sordum, dediler: Ey gamı pünhan
Gizli yaranın ağrısı çok yâre bulunmaz.
…Kadın olmak her şeyden önce mesuliyettir. Nigar
Refibeyli’nin mesuliyeti ise üç kattır. Hududat Bey Refibeyli’nin kızı, Resul Rıza’nın hanımı, Anar’ın annesi olmanın mesuliyeti… Bu üç şahsiyetin hayatını, yaşadıklarını, yazdıklarını düşündüğümde Nigar Hanım’ın gücüne hayret ederim. Her mısrasında masumluk kokan çiçek kokulu şiirler yazarı, zarif ruhlu hanımın sağlam karakterinin belki de neredeyse ilahi bir sihir vasıtasıyla her üç kişiyi de sonuna kadar korudu, zirveyi korudu. Ve şimdi, bu özel kadının yüz yaşında biyografisine, şiirlerine, yazılarına, tercümelerine bakıldığında onların üçünün de yansıması açıkça görülür.
…Babası Hudadat Bey Avrupa’da okumuş, yüksek öğrenim görmüş Azerbaycanlı bir cerrahtı. Bizim açımızdan bakıldığında sadece bu gerçekle ömür boyu gururlanılır değil mi? Ama o zaman devir başkaydı. Hatta o kadar başkaydı ki küçük Nigar’ın yüksek öğrenim görmüş babasını Nargin Adası’nda kurşuna dizdiler. Çünkü o, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti zamanında Sağlık Bakanlığı, Gence vilayetinin valiliği görevlerinde bulunmuştu…Aslında hangisi daha acıydı, bilmiyorum: Çocukken babasız kalmak mı ya da cumhuriyetçi beyin kızı olduğu için sonuna kadar baskı korkusu ile yaşamak mı?! Her hâlde hiçbiri hafif değildi. Bugün ilk gençlik yıllarından Bolşevik Eliheyder Karayev’in ifadesiyle belirtirsek “Matmazel Nigar” manevi baskılara, zorlamalara maruz kalıyordu. Ve bence “her an bir şey olabilir” tedirginliği, beklentisi şairi sonuna kadar terk etmedi. Ama en ilginci şu ki devrin kaidelerine göre ilk bakışta hürmet görmeyen geçmişini, beylik hasletini Nigar Hanım gizleyemez, bu onun şiirinde açıkça görünür:
Ben gönül mülkünün hükümdarıyım,
Hayal dünyasının baş nigarıyım.
Vatan toprağında iftihar olan
Şanlı nesillerin yadigârıyım.
Elbette kanından, geninden gelen asillik NigarRefibeyli’nin karekterinde, davranışındaydı… Şiirindeydi! Ama yaşamak uğruna mücadele, sonuna kadar devam etmeliydi. Bunun için yazarlığının ilk yıllarından, istibaratçıların kalemini köreltmek için yeni yapıyı anlatan şiirler, “Komsomolçu1 Kızlar” şiiri gibi eserler yazıyordu. Fakat bununla beirlikte şaire asıl vazifesinden de geri durmuyordu. Güzelliği terennüm etmekti onun asıl işi… İnsan hislerinin, tabiatın, hayatın, yaşamanın, dünyanın güzelliğini:
Uykuda dünyayla vedalaşıyordum,
Dünya güzeldi, ayrılmak çetin.
Diyorlar, güzeldir yaşlanıp ölmek,
Böyledir kanunu kor tabiatın.
Dünyadan ayrılmak çetindir, gülüm,
Tezde gelse, geç de götürse ölüm.
Hayatın günleri geçse de acı,
Ölümden istemez insan ilacı…
“Veda” şiiirnden aldığım mısralarda Nigar Hanım’ın hayata ümitle, iyimser bakışı sergilenir… Onun tabiatı dillendirdiği, çiçekleri konuşturduğu, turna olduğu, denizle dost olduğu günlerde de dünyaya sonsuz sevgi, ince münasebet aşılanır.
…Ve öyle bir anda dünyayı güzelleştiren temel mevzuda konuşmanın önemi ortaya çıkar. Nigar Hanım’ın hayatında ise bu zaman 1931’de görülür. O zamanlar “Kendi bildiği gibi” yazarak şair olmak isteyen Resul Rıza ile tanıştığında. İşte o yıllarda “yasemin renkli mantosuyla güzeller güzeli” hanımın adıyla Resul Rıza adı birlikte anılır.
Halk yazarı Anar” Gece Düşünceleri’nde şöyle belirtir:
“Basında tuhaf ve şahsen beni etkileyen bir haber okudum. Malum olduğu üzre Hazar’da yüzen gemilerden birinin adı Resul Rıza, diğerininki Nigar Refibeyli’dir. Kazakistan limanlarının birinde tesadüfen iki gemi aynı zamnda demirle atmış. Resul Rıza gemisinde içme suyu bitmiş, ne sahilden ne de başka bir gemiden su alamamışlar. Yalnız Nigar Refibeyli gemisinden onlara su gönderilmişler.
Yanılmıyorsam bu hadise 2004 yılında meydana gelmiş. Gerçekten bir o kadar mistik etki bırakıyor. Fakat Resul, Nigar birlikteliğinin bize görünen, şiir biçimine bakıldığında buradaki sembol daha açıkça idrak edilir. Şüphesiz Resul Rıza gibi önemli, büyük, nüfuzlu bir şairin yanında kendini kaybetmeden, üslubunu koruyarak yazmak, yazarlığa devam etmek bir beceridir… Ama Resul yaratıcılığının suyu Nigar’dandır… Ve Nigar Hanım’ın muhabbet şiirine bakıldığında bu beslenmenin, etkilenmelerin karşılıklı olduğu göze çarpar:
Bir